365 yazı ve ben

365 yazı ve ben

5 Aralık 2011 Pazartesi

TİK-TAK


Sizi bilmem ama dönem dönem bana geç kalmışlık hali oturuveriyor.  Normal giden hayat yuvarlanmamda bu halin nasıl geldiğini tam olarak bilmiyorum. Ama tüm dengelerimi altüst ettiğini söyleyebilirim. Tek düze giden hayatımda ıvır zıvır işler ve duygularla uğraşırken sanki bir şey geliyor ve bana aynen şu lafı fısıldıyor. “Heyy geç kalıyorsun!”
Bu lafı duyduktan sonra kurmaya başlıyorum hemen. Eyvah galiba geç kaldım, Şu anda 28 yaşımdayım. Hatta 29 yaşıma girmiş durumdayım ve kafamda henüz hiç bir şeyi oturtamadım bile. Henüz oturtamadığım bir hayatı yaşıyorum. Yaşamaya çalışıyorum aslında. Son günlerde rüzgar nerden eserse bende o yöne gidiyorum. Çünkü kendi kendime sözler verdim. Doğaya karşı gelmek yerine beni savurmasını engellemeyeceğim.
Bu dönemlerde geç kalmışlık hissiyle paniğe kapılıp bir süreyi kendime zehir ediyorum. Bir yaprak olarak nehirdeki dala tutunmaya çalışıyorum. Sanki o dala tutunursam su aksa bile zaman akmayacakmış gibi hissediyorum. Sonra bir gün yoruluyorum ve kendimi nehrin sularına bırakıveriyorum. ..
Zaman kavramı ne değişik bir şey değil mi?  Saatin tik tak’ larında herhangi bir fark olmasa da bizim onu algılayışımızda bir değişiklik oluyor işte.
İstemediğim bir yerde bulunmak zorundaysam o dakikalar geçmek bilmiyor bir türlü. Oturup sürekli saate baktığımda sanki daha yavaş hareket ediyor hissine kapılıyorum. Böyle akrep ve yelkovan yorulmuşta artık o tik işlemini yapamaz hale gelmiş gibi.. Bir dakikanın aslında ne kadar uzun bir süre olduğunu o zamanlarda daha iyi görüyorum.
Bir de mutlu olduğum anlar var. Sanki acelesi varmışta bir yere yetişecekmiş gibi bir heyecanla hareket ediyor akreple yelkovan. İnsanın o kollarını kırıveresi geliyor.  Sayılı zaman çabuk geçiyor işte. Tam mutlu bir anındasın ve bir bakmışsın artık zamanın kalmamış. Hani geçen gün yorgun argın ilerliyordun ya saat, şimdide öyle yapsan ne güzel olurdu. Keşke güzel anlarımızı yavaş çekimde, kötü anlarımızı da hızlı çekimde yaşayabileceğimiz bir zaman kavramımız olsaydı.
Çocukken büyümeyi isterdim hep, küçük kız çocuğuyken annemin makyaj malzemelerini sürer topuklu ayakkabılarıyla büyük taklidi yapardım. Sonra genç oldum. Bu sefer de kimlik kargaşası, garip duygu durumları ve hayatı anlayamama derdine düştüm. Sonra da büyüdüm galiba, bu seferde hayatıma hala tam bir yol çizemediğimin farkına varıp yol çizme telaşına kapıldım. Sanırım biraz daha büyüdüğümde çocuklarımın oyuncaklarıyla oynuyor olacağım. Daha sonra daha da yaşlandığımda galiba artık ne geç kalmışlık hissi, nede başka bir his olacak. O duygunun nasıl bir şey olacağını bilmiyorum açıkçası.
Ama gözlemlerime göre eğer acı ile sevdikleriniz sizden önce gitmişlerse tik tak’ların çok ama çok yavaş hareket ettiklerini tahmin ediyorum. Bu gözlemimi 86 yaşında yatakta 5 ay geçirmiş rahmetli dedemle geçirdiğim zamanlarda yapmıştım. Bir gün bana dönüp “Allah beni unuttu galiba kızım” demişti. Bir insanın umudunun kaybolduğunu ve tek beklediği şeyin ölmek olduğunu anlayamıyorum hala. Ve o bu cümleyi kurduktan 1 ay sonra Allah onu ve kimseyi asla yanına almayı unutmayacağını gösterdi…
Kısaca zaman ilerliyor. Tik Tak tik tak...
C.Y.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder