365 yazı ve ben

365 yazı ve ben

17 Mart 2017 Cuma

KONTAK-kesişen yolların büyüleyici hikayesi



"kesişen yolların büyüleyici hikayesi"
İşte birilerinin kalbine dokunan yazının başlığı.

Bugün çok acayip bir deneyim geçirdim. Arkadaşımın hep gittiği ve ne olduğunu tam anlamadığım bir dans seansına gittim. Adına "kontak" diyorlar...
Arkadaşımla giderken, ki gitmeyi planlamamıştım, kafede çay içer eve dönerim diye evden çıkmıştım. Ama ayaklarım ve en önemlisi merakımla kendimi o kapıdan içeri girerken buldum.
Arkadaşım üstünü değiştirirken ben bekliyordum ki, bana sen gir içeri dedi.

Tek başıma bilmediğim bir grubun içine girdim, merhaba diyip mat nerden bulabilirim diye bakınırken, bir adamın yanına oturtuldum.
Solumdaki konuşan kadına baktım. Ve kadın, erkek partnerini kucağına yatırarak evet şimdi partnerinizi sallayın kucağınızda dedi!
Adam kucağıma yüzüstü yattı. Ve ben görev bilinciyle hiç tanımadığım bir adama dokunup yavaştan sallamaya başladım..
Sonra kadın pozları değiştirmeye başladı, kadın üstte, adam üstte, yanda, çaprazda gibi bana göre çok garip hareketleri gösteriyordu.
Kızın biri, nasıl çıkılır peki dedi, kadın, çıkmak serbest, sadece dokunarak çıkmak ve girmek gerekiyor dedi kontaktan.
Herkes birbirine yakın şekilde garip hareketlere başladıklarında arkadaşım odaya girdi. Ve bende ona mimiklerle, yapamicam, gel benim yerime ben çıkayım lütfen dedim 3 kere. Bu arada adamı yavaştan sallama görevim devam ediyordu.
Arkadaşım gelmedi.
Bende bir an için kaldım. Ya adamı sallamayı durdurup, pardon diyip ayağa kalkıp kapıdan çıkıp paltomu giyip gidicektim.
Ya da...  Kalıp merakımı gidericektim. (derin nefes alıp kal ceren dedim içimden)
Enerjisel olarak verdiğim izni adam anlamış olacakki farklı hareketlere geçerek beni yönlendirmeye başladı. Sonra partnerim sınıfa "ağırlığınızı vermek değil amaç, ağırlığın aktarılmasını sağlamak" dedi.
Dedim ki ok, bu adam bu işin uzmanı, o zaman ona güvenebiliriz Ceren. Sonra da bir ses "ama adam uzman, senin hareketsiz hareketlerinle uğraşmak zorunda mı" derken, boşver dedi öteki ses. Just be.

Bana göre çok garip, utanma duygusu getirici, ama bir o kadar normaldi olan her şey. Bir şey hem bu kadar garip hem de nasıl bu kadar garip olabilirdi?

Bir insan omzuyla, senin omzunu ittiriyor. Sen ya karşılık veriyorsun ve başka bir akan hareket gerçekleşiyor veya karşılık vermiyorsun ve başka bir hareket geliyor.
Derken ayrılıyorsun, yeni biri geliyor, onunla başka bir deneyim, sonra ötekiyle, sonra bir kız gelip sana sarılıyor, bir erkek gelip senden şefkat istiyor, sonra bir diğeri derken... Aynı hayat gibi. Tam olarak hayatın kendisi gibi...

Sanırım 1 dk lık bir anda gerçekten zihnimden çıkıp tamamen andaydım, o ne der, göbeğim açıldı mı, birazdan ne olacak sorularının hepsi 1 dk lığına beni terk etti.
Sonra zihnim geri geldi, ve ben kazağımı pantolonuma sokup, omuzlarımı düzeltmeye çalışıp, partnerimin altında kalan kazağımı çekiştirirken buldum kendimi.
Yeterince kontak kurmuş hissettimki kendimi (ki benim için gayet büyük başarıydı) sınıfı terkedip, sigara içmeye çıktım.
Sonra geri döndüm ve tipik ceren olarak tek başıma salonda oturdum.
Sonra müzik başladı, duvarda eski cimnastik hareketlerimi yaparak (hep yaptığım yanlız döngümü seçtim) derken ders bitti.

Herkes, biraz önceki kontaklar yaşanmamışcasına rahattı.
Sonra bir yere gidip bişeyler içelim dediler. Ok dedim.
İlk kucağıma yatan adamı yıllar önceden Bodrum'dan bildiğimi anladık, babamın arkadaşı çıktı, 11 yıl dalış teknesi işletmiş.
Demem o ki :
Ölmedim.
Sakat kalmadım.
Benden bir parça eksilmedi (ki çok parça dağılarak yerlerine oturacağı günü bekliyor)
Yine anladım ki!
Tesadüf diye bir şey yok.
Hayat cidden oynanan bir oyun.
Sadece, oyundan çıkma ve girme kararı bize ait.
Aşka, özgürlüğe girebiliriz veya küsüp kenarda oturabiliriz.
Önemli olan, her 2 hali de bizim kendimizin seçtiğinin farkında olmamız. (kimse seni oyundan atmıyor, sen kendin dışarı atıyorsun kendini sadece)
Ve 1 dk'lık korkudan sonra gelen cesaret anlarına ihtiyaç var. Eeeeh enerjisi.
Yeter enerjisi.
Kendini bırakma, hayata bırakma enerjisi.
Paylaşmak istedim.
O 70 yıl sonra buluşan hikaye, ömür boyu var olmayı seçtikleri için belki 70 yıl beklediler.
Hemen buluşsalardı efsane olamazdı belki?
Keyifli oyunlar, kaslara dikkat, fazla yüklenmeden yavaş yavaş açmalı, ve bazen hiç bilmediğin harekete balıklama dalmalı, 15 yıl sonra bir anda çember atabileceğin hissiyle kas hafızasına güvenip o çemberi atmalı, atamasan bile denemeli, çocukken olduğun fütursuz halinle.
Ama büyük olduğunu da bazen hatırlayarak tabi.

Sevgiler,
Ceren

7 Şubat 2017 Salı

NEDEN Mİ BÖYLEYİZ ?


Cevap çok açık ve net gözümüzün önünde aslında. Sadece görmek istemiyoruz bazen, bazen inkar ediyoruz falan.

Çok etkileyici bir cümle okudum “İnsan ırkı bir virüs gibi, bedeninde ilelebet kalamayacağı bilinçaltıyla DNA kodlarını sonraki nesillere aktarma derdinde” evet derdimiz bu ! ama bir fark var. 
Artık biraz daha korkak ve korunmacıyız.

Şöyle bir düşünürsek harika bir ilerleme kaydettik evrimimizde. Çok güzel sıçrayışlarımız oldu. Faxı çözememiş ben, şu an gelecek teknolojiyle ağzım açık halde vay ne heyecanlı diyor ve mutlu oluyorum.

Sorunumuz nedir konusuna gelirsek eğer. DOĞA’mızı kaybediyoruz sevgili İnsanlık. Doğa nedir ? Mesela Kadın doğası, erkek doğası, çocuk doğası deriz hani. Onun içgüdüsel varoluşçu hareketleridir. Kadın kaçar, erkek kovalar, erkek balık tutar, kadın onu pişirir, çocuk güler ve ağlar gibi.

Şu andan neden mi mutsuzuz ? Çünkü idrak edilemeyen bir halde kal geldi sanki bize. Mesela erkekler kadınlar gibi, kadınlar erkekler gibi davranıyorlar artık. Annelerimize, babalarımıza anlatsak hayatta anlayamayacakları ilişkisel haller içindeyiz. Sevgi, saygı, hoşgörü vs. gibi kelimelerin hepsinin altını boşalttık belki de.

Ülkenin haline gelelim. Ne yaparlarsa yapsınlar hayatımıza devam edebilir şekilde modifiye oluyoruz her gün ve her gün. Bomba patlayan bir caddeye ertesi gün gidip bombanın duvardaki izlerine bakabilecek kadar garipleştik. Her hakkımız elimizden alınsa bile noluyo diyemeyecek haldeyiz.

Annemin arkadaşını aradım bugün. Psikolog olduğu için içtiğim ilaç beni daha kötü yapar mı diye sormak için. Bana ne dedi biliyor musunuz  ? Sorunun nedir Cerencim dedi. Ben de ara ara feci bir endişe hissi geliyor ve ben bununla başa çıkamıyorum dedim. O da “Haklısın Ceren’cim Ülkece bu haldeyiz zaten, 3 hafta o ilacı kullan, 3 hafta sonra geçmezse tekrar konuşuruz” dedi.

Ne kadar haber izlemesekte ülkenin negatif enerjisini alıyoruz, ne kadar kaale almıyor gibi gözüküp eğlenmemize devam etsekte- bastırılan her şey gibi bu da patlıyor.

Ha şimdi neden bunları yazıyorum ? Cümlelerimin içimden çıkma ihtiyacı sadece.

Nasıl düzeltebiliriz bu durumu ? Şimdilik aldığımız antidepresanlara vücudumuz alışıp bir üst ilaca geçmeden nasıl düzeltebiliriz ?

Tam bilmiyorum ama bence değişim 1’den başlar. Öncelikle kendimize çeki düzen vermek lazım sanırım. Elinden oyuncağı alınan bir çocuk gibi gerçekçi olmamız lazım hayatta. O çocuk gibi, kırılıyorsak söylemek ve kırıyorsak özür dilememiz lazım bireysel anlamda.

Değerlerimize  (en temel olanlarına) sahip çıkmamız lazım. Ne olursa olsun onlardan taviz vermemiz lazım.

Sosyal medyadan ve ıssız erkeklerden uzak durmamız lazım.

Ha bir de,Babamızın Annemizi sevdiği gibi sevilmek istiyorsak, Annemiz gibi olmalıyız.

Evet… Annemi özledim ve evet arada gelen endişe hissim var.

Belki sizde benim gibisinizdir arada.

Bunu da paylaşalım ama. Hep sosyal medyada kadeh kaldırıp gülerek verdiğimiz pozlarla yaşayamayız. Bazen mutsuz ve ağlak olduğumuzu da paylaşalım. Sonra birbirimize emoji göndermek yerine sarılabiliriz mesela.

Öyle işte. Bazen huysuz ve mutsuzda olsam, son kalan sevgimi makarnaya kullanmış olsam da, kalbimin hala biraz sevgi frekansı yaratabileceğini umuyorum.

Sevgiler,

Ceren


26 Eylül 2016 Pazartesi

KAOSUN YARATICI ETKİSİ AŞKINA!




İçimdeki "dişi" ses, içimdeki "eril" sesin ağzına sıçtı biraz önce (pardon küfürsüz anlatılamayacak bir durumdu)

Tanıştırayım sağ omzumdaki ses benim "dişi" sesim, kendisinin pembe tütü eteği vardır, bacak bacak üstüne atar ve hep elleri zarifçe hareket eder konuşurken, genellikle takılara, parfümlere, ayakkabılara falan ilgi duyar, her gördüğü güzel şeyde heyecanla "waow ne güzell" der kısık sesiyle. Sonra böyle bazen karşısında bir erkek belirir ve der ki " hadi onu sevelim, lütfeen sevelim onu" ama yine kısık sesle der.  Kendisi benim/bizim dişi sesimdir. Sanat eserine baktığımda ruhunu algılayabilen, güzel bir müzik çaldığında gözünü kapatıp dilediği yere gidebilen, makarna pişiriliyorsa, içine sevgimi katmamı söyleyen cılız ve tatlı sesimdir.
Ve şimdi de sizleri "Eril" sesimle tanıştırayım. Tatatataaa! 
Bu eril sesim, omzumun sol tarafında oturur, oturur diyemem aslında, çünkü kendisi genellikle ayakta takılmayı ve sağ el belinde sol el ve işaret parmağı sürekli hararetli bir şekilde olan olayın ne kadar, saçma, ne kadar aptalca, ne kadar ezikçe olduğuyla ilgili bağırmakla meşguldür. Kafanızda canlandı mı? Altında kot pantolonu, üstünde salaş bir tshirtü var dememe gerek yok, saçlarda genelde kendi halinde ve bolca dağınık.

Şimdi 2 sesimle tanıştığınız için çok dengedeyim. Çünkü 33 yıllık hayatımda içerde sürekli kavga eden bu iki kişiyle yaşadım. Onları herkesden, öncelikle de kendimden gizlemeye çalıştım.
Ama buraya kadarmış brütüs!  Oyun bitti ve sahne perdesi bir anda açıldı.
Eril ve dişil tarafım, bir anda tüm seyircilerin ortasında kalıverdi.
Dişil tarafım önce bir şaşırsa da hemen eteğini ve saçını düzeltip, suratına bir gülümseme kondurdu,  "ne kadar heyecanlı, bence bu anı kutlamalıyız" dedi, eril tarafım ise sinirden kudurdu, kulaklarından çıkan dumanı, gözlerinden fışkıran öfke ve nefreti farkettiniz mi?
Ben içimde her gün onla uğraşıyorum. Kötüdür ama o da bir canlı sonuçta, çokta şeetmemek lazım.
Bundan 3 saat önce, kanepeye uzanmış, hayat ne kadar boktan (başka türlü anlatılamaz) derken, boş gözlerle evin camlarından bulutlara ve karanlığa geçmek üzere olan gökyüzüne bakıyordum.
Ve ağlıyordum tabii ki!  Soldaki erilim beni ufak bir kız çocuğu gibi azarlıyordu yine, her zaman yaptığı gibi!
Diyordu ki!  Başaramadın, hiç bir bok yapamadın bu hayatta, ki zaten yapamicaksında, hayatın böyle ufak mutluluk zannettiğin şeylerle ve bolca ağlamakla geçicek, çünkü sen güzel şeyleri haketmiyorsun!!
Ve o an bişey oldu!!
Enteresan bir şeydi olan. Uzun zamandır kendisini dinlemediğim için sesi kısılan, elinde törpüsüyle sağ omzumda bacak bacak üstünde oturan "dişil" sesim, bir anda elindeki törpüyü yere atarak ayağa fırladı!
Ve soldaki erile bağırmadan, yine kendi tarzını koruyarak öyle bir nutuk çekti ki ben ve soldaki erilim ağzımız açık kaldık resmen.
Dedi ki " hey sen ortadaki Ceren ve onun solundaki pantolonlu ses, çok pardon ama çok salaksınız, hayatınız boyunca yanlış tarafa baktığınızın ve bu yüzdende sevgiden giderek uzaklaştığınızın farkına bile varamıyorsunuz. Sen ortadaki Ceren, bana hayatında en çok sevdiğin, en tam olduğun şeyi/varlığı veya erkeği söyle, hadi çabuk söyle düşünme!!  Dedi ve ben anlamsız bir şekilde sol sesime baktım, ama o çoktan paçaları sıvayıp, boynu bükük odasına çekilmişti bile.
Sonra dişi ses dedi ki " o öyledir, ama biliyosun, gel sarılalım. Hayatta her şey sevmekle -senin zannettiğin sevgi değil ama - başlar dedi.
Ve bana sarıldı.
Tanıştırayım o bana sarılan, sağ taraftaki etekli "dişil sesim, kendisi benim" özüm" "ruhum" olur.
Biraz önce kaçanı tanıtmama gerek var mı? O da benim "eril" tarafım ve "egomdur" beni ileriye taşımakla görevli olsa da ipleri komple eline aldığı için bu haldeyiz.
Şimdi iki tarafın birbiriyle barışmasını rica ediyorum, lütfen "beni geçin" ve birbirinize sarılın olur mu?
Sarılırsanız ben "hayatımı gerçekleştirebileceğim" kavgaya devam ederseniz ben tam olamayacağım hiçbir zaman.
Teşekkür ederim.
Olaya siz ikinizi sevmekle başlıyorum. Sonra kendimi, sonra etrafımı ve sonra hayatı sevebileyim diye.
Not: fotoğraftaki çizimler bana aittir. Yeni tanıştığım "Fantastik" Ayşegül adlı kızın bir dişil-eril terapisi çalışmasında ortaya çıkmıştır. İki çizim arasında 15 dk zaman geçmiştir. Biri benim eril(erkek-zihin) tarafım, diğeri de benim (dişil-kalp) tarafımdır. Hangisinin hangi resim olduğunu sanırım söylememe gerek yok!

Sevgiler,
Ceren

2 Nisan 2016 Cumartesi

PEMBE PANJURLU EV HİKAYESİ



Evrenin harika bir planlaması olduğunu hepimiz adımız gibi biliyoruz aslında. Bu bildiğimiz bilgiyi bazen unutuyoruz, bazen  isyan etme hakkımızı kullanıyoruz, bazen düşmek ve üzülmek istiyoruz, aslında en doğal olanın bu olduğunu içgüdüsel olarak biliyoruz.
Güneş-yağmur örneği gibi hayat, hep güneşli ve hep yağmurlu olamaz hiç bir zaman, hep sevgi dolu,hep neşeli, hep kederli olamayacağı gibi.
Bugün yine evrenin harika planlamasını gördüğüm güzel bir gün, sabah her günkü gibi bir sabahtı halbuki, yatağın aynı yanından kalkıp, aynı adım sayısıyla aynı kahve makinasına aynı duygularla basmıştım, aynı bardağı aynı rafından alıp, aynı adım sayısıyla koltuğun aynı köşesine aynı açıda uzanmıştım. Her günkü sıradan, rutin belli şeyler işte.
Geçen günlerde ev sahibimin pek sevdiğim evimi satmasından dolayı büyük bir üzüntü duymuştum! Bu evin, minicik alanın benim hayatımdaki önemini o haberi aldığımda daha iyi anladım sanırım. Bir çok emlakçı farklı zamanlarda gelip benim yaşam alanımı hiç tanımadığım insanlara gösterirlerken bile takmamaya çalışıp üzülmüşüm demekki!  İçimden gelen kişilere bakıp “hayır tabii ki bu evi benden almicaksınız” diyip durmuşum.
Ta ki o son gelen entel gözlüklü genç delikanlının babasına evimi satın aldıracağını öğrendiğim ana kadar…
Çok insani bir duyguydu üzülmem. Köpekler nasıl alanlarını çiş yaparak işaretlerler ve “hey burası benim” derler, bende öyle yapmışım “hey burası benim, 32 yıl sonra bulduğum en değerli alanım, korunaklı bölgem” demişim işte.
Sonra üzülmeme rağmen hayatın devam etmesi gerektiğini düşündüm ve elbet bir hayrı vardır cümlemi tekrar ettim.
Evdeki eşyalara baktım (eşyalarımıza bağlandığımız gerçekmiş!  İlk defa yaşıyorum bu duyguyu)
Bir kahve makinası, ayakkabılık, ufak bir lambaya bile böyle hisler beslememiz ne komik dimi aslında, evet itiraf etmek lazımki insanlık komik bir durum bazı zamanlarda…
Neyse işte, bir cumartesi sabahı aynı şekilde ama diğerlerinden farklı devam edecek bir güne uyandım. Evde sakince bişeyler yaptığımda içimden bir ses “heyy şu eşyalarını satabildiğin, reklamlardaki aplikasyona bi baksanaaa” dedi. O sesi hep severim ama bazen dinlemek istemediğimde olur.
O siteyi yükledim, 4 parça eşyayı koydum, sadece meraktan?  Ne olabilir ki acaba?  5 haziranda evi boşaltmamı imzalatan yeni ev sahibime kızarak sitede gördüklerime hayret ederek ve gelen “ pazarlık varmı, takas varmı” msjlarıyla hafif tırssamda programı silmedim.
Sonra ne oldu biliyomusunuz?  Bir msj  “merhabalar” ile başlayan, olumlu enerjinin telefonun ekranından bana geçebildiği  msjları okudum hayretler içinde kalarak.
“5 haziranda ben ve ev arkadaşım eve taşınıcaz, hiç bir şey almadık henüz,  sizdeki bu ürünleri ve varsa başka ürünleri de almak isteriz!!!!”
Hikaye gibi değil mi?  Güzel bir klasik müziğin melodisindeki gibi yerli yerinde olma hissi değil mi?  
Hikaye ağustos ayında apartmanın önünde duran taksiden inen mutlu kızımızın elini kolunu sallayıp eve girmesi ve her şey hazır olan evde ilk kahvesini içmesiyle başlamıştı, hikayenin 2. Bölümünde ise apartmanın önüne gelen taksiye valizleriyle binen kıvırcık saçlı kızımız diye devam edecek gibi gözüküyor sayın seyirciler :)
Eşyaları satan-eşyalara ihtiyacı olan 2 tarafın tam olarak 5 haziran tarihinde birbirleriyle el sıkışmasıyla evrenin harika planlamasına yine şahit olacağız.
Eşya dediğimiz şeyde enerjinin akışına vesile olan bir madde değilmi ki sonuçta?  
Her sabah aynı yatağın aynı tarafından kalkıp aynı adım sayısıyla gittiğimiz koltuğun aynı köşesine aynı biçimde uzansakta!  Hayat her gün yeniden doğmaya devam edecek.
Bazen ağlasak, bazen gülsekte hayat bildiğini yapmaya ve bizi hayrete düşürmeye devam edecek, melodisini duymak istemesekte bize bağırmaya, bizi sevmeye ve bizi ittirmeye devam edecek.
Bu evi ve bu evde yaşadığım birbirinden farklı tüm duyguları seviyorum, iyisi ve kötüsüyle, bu bir bitiş değil sevgili evim,  sadece enerjinin yer değiştirmesi kuralı gereği olan bir durum.
Başka sabahlarda başka adım sayısıyla başka bir koltuğun başka bir açısında uzanmamı ve başka duygular hissetmemi isteyen bir evrenin planı sadece.
Son 2 ayımda bana yine garip duygular vererek geçirmemi sağlayacağın için ve ben yerimi değiştirmeye yanaşmasamda benim ayağa kalkıp değişmemi sağladığın için yine teşekkür ederim.  
Ve öyle oldu!  Amin.

1 Mart 2016 Salı

KENDİME NOT -2




9 aydır yazmamışım...

Kendi telefonuma hızlıca yazdığım bazı şeyler dışında benim için en önemli alanım olan bu bloğu 9 aydır ziyaret etmemişim. ..Oysaki bu bloğu dönem dönem bakıp kendimi dışardan gözlemlemek için açmıştım zamanında. Duygu değişimlerim ve hayatımdaki kendimce ekşınları kayıt altına almak istemiştim.

Ama kendimi unutmuşum belli ki… o yüzden öncelikle kendimden özür dilemek istiyorum…

Daha önce hiç yaşamadığım bir dönemin içinde olmam kendimi unutmama bir bahane mi bilmiyorum ama bence hayattaki hiçbir şey insanın kendini unutmasına bahane olmamalı.
Bu dönemde o kadar çok şey oldu ki hayatımda, “nerden başlasam, nasıl anlatsam” şarkı sözündeki karakter gibi hissettim bi an kendimi.

Ama kısaca tarif edeyim. 200 km ye yakın hızla giden bir motorun üstünde önümdeki arkadaşıma sarılmışım, kafamda kask yok ! ve içimden korksamda ne kadar güzel bir şey olduğunu hissediyorum. Arada kafamı sağa-sola kısa bir anlık çevirdiğimde, ağzımın kontrolsüzce açıldığını, suratımdaki her bir hücrenin fütursuzca hareket ettiğini, gözlerimden deli gibi yaşlar aktığını söyleyebilirim.

Bodrum’dayken o kadar çok boş vaktim vardı ki, sürekli düşünürdüm. Mutluluk-mutsuzluk, acı-sevinç, hüzün-coşku diye uzanırdı bu listem. Her şeyi bir etiket ve kalıba oturtmak istiyordum sanırım.

Şimdiyle ilgili yazılabilecek sayfalarca detay var aslında. Sürekli değişen ruh halleri, sürekli öğrenilen yeni şeyler, sürekli kendini bir parça ileri taşıma hareketi, sürekli bir zihin yoğunluğu, ara ara yaşanan garip aydınlanmalar gibi gibi.

Aslında İstanbul’da bir nevi Yoga yapıyorum desem  ? (saçma gelicek belki ama sanki öyle bir şey) Yoga yaparken hissettiğim dinginlik-kargaşaya dönüştü ama her şey zıttıyla varolur derler ya öyle hissediyorum. Bir hareketi ilk başta yapamazsın, sonra da yapamazsın, biraz kasların ağrır, ama bir gün bir bakmışsın o hareketi hiç düşünmeden yapıyorsun !

İşte bende İstanbul’da bunu deneyimliyorum. Yapamam diye düşündüğüm şeylerle ilgili kendimi esnetmeye çalışıyorum. Bir gün yaparım-yapmam sorun değil, önemli olan yapabilitemi görmek sanırım. O kas ne kadar esneyebilir ?  Ben ne kadar esneyebilirim ?

KENDİME NOT : benim bloğumdaki en sevdiğim yazımdı. O yüzden en sevdiğim 2. KENDİME NOTU yazma vaktim geldi sanırım.

KENDİME NOT :

Kendini sakın bir daha unutma, sevgi enerjisinin farkında ol, tv kapalı modda hayatına devam et, yan masadaki insanlarla anlık sohbetler etmeyi unutma-onlar sana en büyük cümleleri hatırlatanlar- herkese bir şey söyle ! çöpçüye “kolay gelsin” de- kapıcıya “günaydın” de- yol veren birine” teşekkür” et- sabah gördüğün kedilere “çok tatlısın” de, hafta sonlarını en verimli şekilde değerlendir, her gün birilerine bir şey yaz veya bir şey gönder- onları düşündüğünü bilsinler- dedikodulardan uzak kalma-sadece iş diye kendini hırpalama- bazen en güzel sunumun çok yazılı değil güzel niyetle yazılan sunum olduğunu unutma- aileni aramayı unutma-seni arayanlara geri dönmeyi unutma- birileriyle sadece İş için bir şeyler istemek için iletişim kurma- arada seni mutlu eden bir fotoğrafı paylaş mesela ve sadece de ki “güzel bir gün dilerim” bir şey beklemeden de iletişim kurmayı pratik yap- her gördüğün insana güzel bir söz söylemek üzere bak-ceketin/ saçın / parfümün ne güzelmiş de! gülümsemeyi unutma, hayattaki tüm etkileşimlerimizin bir alış-veriş olduğunu hep hatırla, toplantılardaki insanların-insan – olduklarını unutma- evde cam açık otur- kuaföre gitmeyi unutma- herkese değerli olduğunu hissettir-sabahları uyandığında aynaya bak ve ne güzel bir gün de- alarm melodini sevmeye çalış- snowboard da dönüşlerde korkudan car car konuşan zihnini müzikle sustur- kız arkadaşlarına zaman ayır- içki içmek mutlu ediyorsa devam et-ama artık sigarayı bırakma zamanın gelmedi mi sence ? su sorunları yaşamana rağmen evini sevmeye devam et-bolca hayal kur- 1 sene sonra bugün nerde napıyosun sorusunu kendine sormayı unutma- hayatın güzel bir deneyim olduğunu hatırla-bilmediğin bir şeyle ilgili stres yaptığında aslında içsel olarak bildiğini ama hatırlamak için dışsal bazı faktörlere ihtiyacın olduğunu unutma-ritüellerini değiştir-sabah gittiğin yolları değiştir- hep aynı mekanlarda oturma- kendine ve ruhuna zaman ayır- güzel bir albüm açıp 1 saat dinleme iznini kendine ver- daha çok sev- ama’larını kaldır- hayatının sorumluluğunu yüzde yüz al- güneşli havalarda kendine 2 dk ver ve yüzünü güneşe çevirip sakince otur- olanları bazen değiştiremiceğimizi unutma- geceki hislerini boşver-her sabah hissettiğin yeni duygulara odaklan- kendini ve böylelikle herkesi daha çok sev…

Ölmeden 1 dk önce “ne güzeldi” diyebileceğin bir hayat yaşa !

Ve öyle oldu.

AMİN.

Ceren Yıldız


17 Mayıs 2015 Pazar

Dünyanın işleyiş biçimi budur !


Dünyanın işleyiş biçimi budur !

"İnsanoğlu, en çok bilinmeyeni yaşadığı zamanda canlıdır çünkü orası her şeyin mümkün olduğu yerdir. Kendini dünyaya açarsın ve dünya da kendini sana açmaya başlar..."
Ne müthiş bir cümle dimi !

Enteresan bir dünden sonra enteresan bir bugün geçirdim. Bloğa yazdığım yazılar, benim hayatımın çok enteresan dönemlerimdeki hislerim aslında. Yazıyorum, çünkü bu hisleri bir zaman sonra geriye dönüp hatırlamak istiyorum.
Bu kitabı , Hayatta ilk aşkım olan  babamın, emekliliği onuruna verilen bir gecede yaptığı kısa konuşmasında "bir kitap okuyorum, "Ermiş sörfçü ve patron" herkese tavsiye ediyorum. İnsanlara sevgi verin" diyerek yaptığı bir konuşmasından duydum. (Bu tarz kitapları genelde ben bulur sonra babama verirdim, hayat işte :) her an değişiyor)
Koşarak kitap alındı, başlamaya niyet edildi ve ilk sayfalarında ne güzel bir kitap diyip sonra bir kenara bırakıp hayat koşturması denen şeye geri dönüldü. Ta ki bugün yeniden koşturmayı bırakıp durduğum bir günde yeniden kitabı elime alıp kanepeye yayılana kadar.
Dün bir yerde 18 nisan yeni ayının hayatımızdaki yenilikleriyle ilgili bir yazı okumuş ve acayip heyecanlanmıştım. Yazıda diyordu ki, bu günlerinizi doğaya bakarak ve kendinize dönerek geçirin, ve bulmayı beklediğiniz cevapları bulmayı dileyin, o cevap bir yerden size gelecektir!"
Kitabı, ben yazsam aynen bu cümlelerle yazabilirim hissiyle okuyorum. Çok sevdiğim bir çok insan var bu hayatta, o yüzden siz çok sevdiklerim lütfen bu kitabı okuyunuz :)
Kitap o kadar etkilediki, her sayfasını, her cümlesini sosyal medyadan tek tek paylaşmak istedim. Sonra telefonu sakince kenara bırakıp okumaya devam ettim.

Ve bir anda, aniden bir şey oldu ! Zaten hayatta her şey bir anda olur, iyi de kötü de bir anda pat diye oluverir hep...

Okuduğum cümleyi tam hatırlatamıyorum, çünkü o sırada ben orda değildim sanki, nerde miydim ? Bodrum'da bir akşamüstü babamla beraber teknenin kıçında oturuyorduk. Benim elimde ses kayıt cihazı, babam bana o keyifli hayat hikayesini ve bir çok anısından birini anlatıyordu. Nasıl keyifliydim, nasıl mutluydum anlatamam. Müthiş bir hisle geleceğe gittim ve geri geldim resmen. Bu anlattığım aslında 1 dakikalık bişeydi sanırım, ama etkisi hayatımın geri kalan kısmını şimdiden değiştirdi bile...

Sonra kitabı kapattım ve kenara koydum, derin bir nefes alıp Belgin'e dönüp dedim ki "Belgin belki bu yazı biraz Bodrum'da geçirebilirim. Çünkü içimden bir his hep hayal ettiğim ve bir türlü başlamaya fırsat bulamadığım dileğimi bir an önce tamamlamam gerektiğini söyledi" ve hatta dedim ki sende gel :) kalbine ve kafasına tohumu attım, belki o da gelir.
Kaç gündür soru soruyordum kendime, en çok neyi hayal ediyosun Ceren diye? Az da olsa bazı cevaplar aldım ama hiçbiri "hah işte bu" dedirtmemişti bana.
Ama bugün "hah işte bu" dedim. Sanırım hayatın dilini yavaş yavaş anlamaya başlıyorum, daha çok şey olsada anlayacak, her yeni şey beni ilk günkü gibi heyecanlandırabiliyor. Hayatın müthiş planlamasını her gördüğümde yeniden farkediyor olma hissine bayılıyorum.

Son 5 yıldır içimden hep kitap yazmayı geçirmiş olduğumu hatırladım ve hatta kendi kendime "düşünsene, sen öldün ve ölümünden 100 yıl sonra bir insan kitaplıktaki bir kitaba uzanıp okumaya başlıyor, senin hislerin ve senin cümlelerinle hayatında ufakta olsa bir şey değişiyor, değişmese de olur, kitabı okurken gülümsese bile yeter aslında" diyip gülümsediğimi de hatırladım. Bir gün yapılacaklar listesine yazıldığı ve bir kenara koyulduğunu farkettim. Ve kafamda babamın kitabını yazma fikrinide "ama nasıl olur nerden başlarım, neyi nasıl yazarım" gibi sorularımdan dolayı bir zaman sonra tekrar gündeme gelmek üzere aynen rafa kaldırıldığımı farkettim.

Bugün o hissettiğim duyguda, ortaya çıkan müthiş bir kitap vardı, bir anda taşlar yerine oturdu, mesela, kitabı kızının ağzından şeklinde yazacağımı hissettim, kitabın içinde bolca sevgi, anı, emek ve bir çok duygu olduğunu hissettim, bir kayıt cihazı almam gerektiğini ve bir an önce o teknenin kıçında ilk anıya başlamamızı ve ardından ne mutlu hayatlar yaşadığımızı düşünüp kadeh kaldırmamız gerektiğini hissettim, ve annemin bu manzarayı bir yerlerden izleyip bizimle gurur duyup herzamanki o güzel gülüşüyle bize gülümsediğini hissettim.

Kısaca brütüs çok mutluyum, yarınımı bilmediğim için çok mutluyum, hayatımın sonsuz olasılıklara açık olmasından dolayı çok mutluyum...
Sizleri seviyorum.

Hepimiz her anımızı çok mutlu yaşayalım emi, bir gün hayatımızın son anında hayatımız gözümüzün önünden bir film şeridi gibi geçerken o bildik gülümsememizle sırıtıp "çok güzel bir hayattı, çok ama çok teşekkür ederim" diyelim.

Amin.

Ceren Yıldız

17 Nisan 2015 Cuma

İSTANBUL...

Tam olarak 2 ay 10 gündür buradayım…
Ve ne hissediyorum biliyor musun brütüs.. çok mutluyum, daha önce hiç olmadığım kadar mutluyum hemde.
Kasabalı kızın hikayesini az çok bilirsiniz, sabah uyanır, belli ritüelleri vardır, aynı şeyleri yaşadığı bilmem kaç sene geçmiştir, artık o kadar emindir ki, iş çıkışı yola koyulduğunda karşıdan karşıya geçerken, karşı kaldırımda kimleri göreceğini bile bilir. Her sabah selam verdikleri aynıdır, her akşam selam verdiklerinin aynı olduğu gibi…
Ve hayatı boyunca bir sinyal bekler durur, sonunda bulur, tüm cesaretiyle adımını atar ve devam eder. Bu onun için o kadar zordur ki aslında. Yapamamaktan, başarısız olmaktan korktuğu defalarca anla baş başa kalır ve başı yukarda devam eder.(ki aslında başarması gereken bir şeyde yoktur) ve sonunda kendini bir şehirde bulur. Elinde biri büyük 2 bavulla, bir dostuna sığınmış ve zamanla evin belli alanını kendine kütüphane yapacak kadar benimsemiş bir halde…
Diye bir hikaye anlatmaktı amacım. Ama ben bir başkasının ağzından hiçbir şeyi anlatamamış biri olarak direk birinci ağza geri dönmek istiyorum.. ki en güzeli de bence bu.
Bu yazının arka fonunda güzel müzik, sakinlik ve mutluluk var. Her gün bir çok kez yaşadığım duygu karmaşasını buraya tek tek dökmeyi çok isterdim. Çünkü hepsi çok özel ve hepsi birbirinden güzel duygular. Ama buna yerim ve zamanım yok o yüzden kısa bir özet  geçme niyetindeyim. Çünkü burada hayat tam olarak anda yaşanan bir şey.
Öncelikle; en çok neyi özlüyorsun dersen, en çok özlediğim dostlarım ki onlarla da zaten bağlantıdayım. Deniz, kum, güneş , sakin hayatı hiç özlemiyor musun dersen, hayır özlemiyorum, çok garip ama, metroda sıkışıp kaldığımda daha mutluyum bile diyebilirim.
Burada neler öğrendim dersek.; o kitaplarda defalarca okuduğum cümleleri tek tek yaşıyorum mesela, her sabah yeni ve bilinmeyen bir güne uyanıyorum, yanımda duran ve bir daha hiç görmeyeceğim insanların hayat hikayelerine ortak oluyorum, hiç tanımadığım ve bir daha görmeyeceğime emin olduğum birine, dostuma anlattığımdan daha dürüstçe kendimi anlatıyorum, birine teşekkür ettiğimde suratındaki değişimi görüyorum, hepimizin sadece insan olduğumuzu ama ne kadar çok ego biriktirdiğimizi fark ediyorum, ve çok egonun hayattan keyif almayı ne kadar engellediğini fark ediyorum, sokaktaki dilencinin, çıplak ayaklı Suriyeli çocuğun, saçları 1 aydır yıkanmayan 15 yaşındaki kızın, nişantaşındaki kış günü ispadril giyen şeker arkadaşımızın ve hepimizin aslında ne kadar aynı olduğumuzu görüyorum.
İnsan enerjisinin ne kadar müthiş bir şey olduğunu görüyorum, ayağında çorabı olmayan bir kızın bakışındaki mutluluğu ve altında en lüks arabası olmasına rağmen birinin ne kadar mutsuz olduğunu görüyorum.
Kalbim kapalı benim diye dolaştığım günlerde, kalbinin bir o kadar açık olduğu bir insan görüyorum ki bu konuya yeniden dönücemJ  İstanbul kötü diyenlerden sonra, eldivenimi düşürdüğüm bir gün istiklal caddesinde peşimden koşup eldivenimi bana yetiştiren insan görüyorum, metronun kapanmasını engelleyecek kadar kalabalık bir anında kapıya dayanmışken, benim kendimi rahat hissetmem için arkasını dönen erkekler görüyorum, bazen tam olarak nereye gitmem gerektiğini bilmediğim anlarda, direk olmam gereken yerlerde olduğumu görüyorum
Geldiğimden sonraki 16 ! üstüne basıyorum on altı gün boyunca güneş görmemiş olmayı deneyimledim. Her  gün güneşi gören biri için güneşin ne önemi olabilir di ki ? ama önemliymiş, 16 gün saydım, güneşi görmeden geçen 16 günün sonunda taksim meydanda kahvemi alıp, metro çıkışında yüzümü güneşe çevirip teşekkür ettim… 32 yıl boyunca güneşi görmüş biri olarak…

Kısacası; Kontrol mekanizması fazlasıyla gelişmiş ve hayatını sürekli A-B- C planlarıyla hazırlamış biri olarak tam olarak olduğu şekliyle yaşayan ve bundan ciddi anlamda keyif alan birine dönüştüm ve dönüşüyorum, mesela aşkın ne kadar değerli olduğunu, kalıpların, egonun bu güzel duygunun ne kadar önüne geçtiğini ve hayatta aslından her şeyden ne kadar çok korktuğumun farkına varıyorum. İnsanın üzülmemek adına nasıl kendini tüm güzelliklere kapattığını görüp hayret ediyorum.

Bu yazının başında kapanış için acayip cümlelerim vardı kafamda, hepsi uçup gitti desem inanır mısın ? bence inan J
Çünkü öğrendim ki hayatta 2 + 2  tam olarak 4 etmeyebilirmiş, bazen içine bir sevgi, aşk girermiş ve sen matematiği yeniden öğrenebilirmişsin, her gün her şeyi yeniden öğrendiğin gibi…
Hayat bu, sadece olduğu gibi yaşamak lazımmış, ha bir de ! sevgi hayattaki her kapıyı açıyormuş…

Bol bol sevin emi,

Ceren Yıldız




17 Aralık 2014 Çarşamba

YENİ HAYAT !


Hani böyle bir his vardır.  Yerine çivilenmiş gibi hissedersin. Vücudun ağırlaşır, beynin yavaşlar, hayatın sakin ve dingin akışında her gün bir diğerine benzermişçesine geçip gidiyormuş ve zaman hızla akıp geçiyormuş gibi hissedersin. Uyursun, uyanırsın, uyursun ve yine uyanırsın...

Sonra bir gün denizin ortasında 25 knot kuzeyden esen buzz gibi bir rüzgarla beraber kendini ufak bir botun içinde bulursun.  Bulutlara falan bakarsın, gözlüğün kenarından giren soğuk hava yüzünden, gözlerini kurumamak için ekstra sıvı çıkarmaya çalışırken bulursun. Göğsünün tam ortasında geçmeyen nezlenin izlerinin üstüne birde üşüme hissi gelir. Ellerin, kulakların, burnun ve hatta gözlerin bile üşür. Öyle çok üşürsün ki bir anda tepeden bir aydınlanma iner. Ve kafanda kocaman bir ampul yanar “Napıyosun Ceren? ” diyen kocaman bir soru işareti gelir ve kalbinin, zihninin, hayatının tam orta yerine konuverir bir anda.

İşte bu benim aydınlanma anımdır. (22.11.2014) Bazen çok üşümenin insan hayatı üstünde ekstrem değişiklikler yaratabileceği tarafımdan test edilip onaylanmıştır. Bu soru işaretinin hayatımın tam göbeğine oturmasıyla birlikte birçok şey değişmeye başladı. Mesela bu değişimlerden en büyüğü benim için, kendime “ne istiyorsun Ceren?” sorusunu defalarca sormama rağmen hiçbir cevap alamamış olmaktı. Çok enteresan dimi?, hepimiz biliriz zannederiz ne istediğimizi ! öyle emindim ki kendimden, bunca yıl sormamışım bile ne istediğimi, insan ne istediğini bilmez mi hiç ayol ! ama o iş öyle değilmiş be şekerim.. Ne istemediklerimi bir bir sıralamışım son yıllarda. Bunu bunu istemiyorum. Ee tamamda ne istiyosun peki ? ık, mık, himm, yani , bilmem diyen bir iç ses ile karşılaşmak beni epey bir şaşırttı.

Ve o günden beri ne istediğimi bulmak için bir karar verdim. Defalarca sordum, Bazılarında gözlerim yaşardı, içimden ağlamaya benzer bir his geldi, burnum bile sızladı, resmen cevap vermek istemeyen bir kız çocuğu vardı karşımda, şimdi anlıyorum ki öyle cesaretsiz kalmış ki uzun yıllardır ağzını açmaya korkmuş demek ki ! Sonra bir anda içimden bağıran bir ses duydum.”Ben İstanbul’da yaşamak istiyorum” dedi. Dedim ki ona “Yavrum bak burada güvendesin, arkadaşların, dostların, güzel akşamların, güzel bir işin ve keyifli kahkahaların var, yapma etme emi şekerim” o da dedi ki “olmaz ben İstanbul’da yaşamak istiyorum ve hayatımı komple baştan yaratmak istiyorum” bende dedim ki “koca istanbul’da iş , ev, ulaşım, para, zaman ? bunları nasıl çözmeyi düşünüyosun acaba” diye ona kızdım. O da çok kararlı bir şekilde “Ben yaparım, en kötü kaybedecek hiç bir şeyim yok ki ?” dedi.  Böyle kararlı bir sesin karşısında ben bile duramam brütüs…
Sonra içime harika bir şey düştü. Doğum gibi hayal edin, Yavaş yavaş, adım adım, bazen sancılı, uykusuz, mide bulantıları, kafa karışıklıları, bir çok olumsuz dış ses ve bir çok derdiyle beraber olan cinsten, ama bazen de dünyanın en mutlu insanıymışsın hissi, dağın en tepesine çıkıp ellerini kaldırıp içinden “işte bu” diye bağırmak gelen cinsten.. Bazen geceleri uyuyamıyorum mesela, ya da mide bulantılarımla koşturuyorum, bir sürü negatif ses dolanıyor kafamda nasıl olacak, ne olacak, olacak mı diyip duran, sonra kocaman bir gülümseme oturtuyorum suratıma ve öğrendiğim taktikleri bugüne kullanmam gerekiyormuş hissiyle biraz nefes alıp veriyorum. Kalp ritmim sakinleşiyor, beynim sakinleşiyor ve içten gelen “merak etme ceren, her şey olması gerektiği şekilde muhteşem bir şekilde oluyor” cevabıyla uykuya dalıyorum. Bazen de heyecandan ve mutluluktan uykum kaçıyor. Alıyorum elime defterimi gecenin 12 sinde yatağımda yazıp, çiziyorum. Sanki hayatımda ilk defa bir başlangıç yapıyormuşum gibi.

Bu süreç o kadar güzel bir süreç ki ve o kadar garip ki benim için, kelimeler, cümleler kifayetsiz kalır aslında, duygular anlatılamaz çünkü, anlatmaya çalıştıkça büyüleri kaçar. O yüzden sadece yaşamam ve hissetmem gerekiyor bu süreci…

Bu süreç dediğim kolay birşey değil ha ! kocaman bir alışkanlık var, kök salmış bir ağaç gibi, kökleri baya uzun zamandan beri toprakta yol almış sonuçta, ha diyince paçaları toplayıp gidemiyor insan. Mental olarak hazır olmadan gidemiyor yani..

Gelelim fasulyenin faydalarına… Bu süreçte aldığım kararın sabahında sevgili babam, benim aldığım karara ilk başta üzülsün mü sevinsin mi bilemese de arkamdaki en büyük destekçim oldu, Kararın sabahında koşarak ofise gelip heyecanla sabah kahvemizi içerken suratına bakıp“ben buna karar verdim” diye çekine çekine söylediğim 8 yıllık karşı komşum, dostum, “Hiç durma, yap” dedin ya Allah sana ne istiyorsan 3 katını versin emi, sonra öğle yemeği dostlarım, her gün koşturarak yanınıza gelip bu iş nasıl olur diye kafanızı çok ütülesem de beni seviyorsunuz ve heyecanımı paylaşıyorsunuz biliyorum, öğle yemeği dostları diyip geçtiğime bakmayın, o grupta acayip bir enerji var çünkü, biri en büyük hocam olur ki o kendini iyi bilir, diğeri hep bir adım yanımda olur, saçı kısa aklı uzundur..Bir sarışın var onla kavga da etsek bir yerlerdedir aslında, atsan atılmaz satsan satılmaz cinsten ( seni sevmesen uğraşmam bile haberin ola sarışın) , öteki gözlüklü desen yedek beyin gibi benim için. Sonra pizzacım var, sonra ofisin kedi sever amcası var sonra istanbul’daki güzel dostlarım, evine çökeceğim güzel kadın. az kaldı çökmeme biliyorsun, “sen gel, ev senin” dedin ya daha ne isterim ki, sonra diğer sarışın, kayınpederinin ciddi sağlık sorunlarıyla uğraşırken arada beni de düşünüp bana güzel fikirler verdin ya, kalbin kadar güzel olsun hayatın… Sonra Bebeksoş var, mesela izmirdeki dostlarım var, Facebooktan arada dürtüp eee nasıl gidiyo diyen kıvırcık, “saçını çekerim senin” dememin sevgi sözcükleri olduğunu elbet biliyorsun.. ki aklıma bir sürü bir sürü insan geliyor aslında. O kadar çok insan biriktirmişim ki, o kadar güzel sesler havalarda uçuştu ki anlatamam. Liste çok uzun. Zamanında kalbimi sizlere açtığım için ne iyi yapmışım. Kısaca yine hepinize çok çok  teşekkür ediyorum. Hayatıma kattıklarınız için o kadar mesudum ki anlatamam.

Yeni hayatımda görüşmek üzere...

Hepimize Bol bol sevgi, aşk, değişim, mucize, yolculuk, kahkaha, eğlence, başarı, para, bol sağlık, dostluk ve gönlümüzden geçen her şeyin patır patır  gerçek olacağı muhteşem bir 2015 olsun emi.  

Çok pis hissediyorum olacak brütüs J

AMİN.

Ceren Yıldız



19 Ağustos 2014 Salı

MERHABA BRÜTÜS


Bundan ortalama 4 yıl önce kendimi ve hayatımla ilgili bir çok şeyi değiştirmek üzere bir yola başlamıştım. Beni bilirsin yolları pek severim.  Baktım ki hayat böyle çekilmeyecek ve ben de daha çok gencim, dedim en güzeli değişime direnmeden “ben böyleyim” cümlesini hayatımdan çıkartabilmek için paçaları sıvayıp gerekli çalışmalara bir güzel başlayayım.

Tabii ki her bayanın yaptığı gibi hemen koşarak gerekli kişisel kitapları alındı. Hepsi üst üste okunarak kitaplarda yazan tüm felsefeler bir güzel öğrenildi. Özümsenmeye çalışıldı falan. Sonra sanal alemdeki özlü sözler ah o özlü sözler ne kadar özlüler değil mi ? insana hiç ulaşamayacağı kayıp şehir Atlantis’ten mektuplar gönderir gibilerdi. Onları okursun ve içine bir duygu dolar hemen elin paylaş butonuna gider ve evet gerekli ders alınmış gerekli konu özümsenmiştir… Ah canım… Mutluluğun formülü aslında ne kadar da basitmiş te biz bunu nasıl görememişiz… (der içimizdeki o ses) (ki tanıştırayım kendisi aslında Ego’dur)

Sonra bir bakmışız kendimizi 1512. Mahjong oyunundaki taşları birbirleriyle eşleştirme hareketini bilinçsizce yapmaya çalışırken, kafada sürekli konuşup duran o saçma ses aslında hiçbir yere gitmemiş. Hatta eski performansından daha güzel bir şekilde car car konuşmaya devam ediyor haspam !  Sonra kendini bir anda küçük ve şımarık bir kız çocuğu olarak karyolanın altına girmiş ve içten içe ağlarken buluvermişsin. Ee hani nereye gitti tüm o sayfalarca okunmuş güzel cümleler, peki ya o sanal özlü sözler, hiç mi anlamı yoktu tüm bunların brütüs .

Sonra bir şey olur… “-hayat beni neden yoruyorsun- şarkısı ile Serdar Ortaç’a bağlamaya hiç gerek yok be cnm. Olur öyle şeyler, Ayağa kalk ve devam et” diyen ! çok cılız bir ses duyarsın… Bu ses gerçek miydi, yoksa sen mi uydurdun bilemezsin bile, ama o diğer sesten başka bir ses olduğunu hissedersin. Ve dersin ki böyle bir ses te var demek ki…( o sesin geldiği son nokta ile ilgili bir şey paylaşmadan geçemeyeceğim. –Fırtınalı bir günde ben ve özgüvenim kendime göre büyük yelkenimle karşıki  adaya doğru bir güzel gitmiş ve dönüş hamlesinden sonra düşmem ve rüzgarın beni sürüklemesi yüzünden uzun uğraşlarım sonunda kendimi yan kıyılara çok yaklaşmış bir halde bulmuştum. Kollarımda güç kalmamış ve neredeyse ağlamak üzereydim. Çıktım boardun üstüne ağlasam mı yoksa denemeye devam mı etsem kararsızlığı içinde kalmış bir haldeyken kendimi mental olarak hırpalamaya çoktan başlamışım meğersem. İşte o hırpalamadan sonra dedim ki içimden “madem bu işi istediğin düzeyde yapamayacaksın, bırak o zaman uğraşma yeter artık yeaaa” diyen çirkef sese karşı o ses “ sörfünde çok umrundaydı be canım, zırlamayı kes ve devam et” dedi… Ben de dumur olarak gülmeye başladım. Biraz delice bir görüntü olabilir. Ama o ses sayesinde pes edip ağlayıp zırlayıp bu işten vazgeçmek yerine boardda ayağa kalktım, ve içimden dedim ki “yapabilirsin Ceren”… yapabildiğimi söylememe gerek yok sanırım :P (Hello bu konuşanda Egomdu tanıştırayım)

Zihnin yüceliği ve çalışma şeklinden bahsetmeyi isterdim aslında ama çok uzun bir yazı olacağı için şimdilik hiç gerek yok.  Şimdilik kişisel gelişim kitapları dozumu çok aza indirdim. Onun yerine kendimi daha farklı şeylere yönlendirdim. Mesela spontane yolculuklara çıkmak gibi, ya da sörfe daha çok vakit ayırmak gibi, ya da yoga yapmak gibi…Ki bu Yoga yapmak çok kısa bir cümleymiş gibi gözüküyor olabilir ama bildiğin günlerce yazılabilecek bir konu bu. Nefes almak ve nefes vermenin bendeki etkilerini anlatamam, ayrıca insanlara daha dikkatli bakıyorum, doğaya daha dikkat kesiliyorum, içimde hiç olmadığı kadar büyük bir merak duygusu var. Otobüste , yolda yanımda oturan ve anlık olarak tanıştığım veya bir daha hiç görmeyeceğim insanlara bakıyorum. Onların hayatlarını anlamaya çalışıyorum. Onlarla muhabbet etmek bile bende bir şeyleri değiştirebiliyormuş mesela en son bunu fark ettim..

Son olarak ta en küçük bir olumsuzlukta sürekli konuşmaya başlayan o ses ile ilgili bir yöntem geliştirdim. O konuşmaya başladığında onun konuşuyor olduğunu fark etmem bile o nun içindeki şevki söndürüyor. Yani eskiden tüm gün bilinçsizce onu dinlerken artık bazı durumlarda beni ziyarete geldiğinde “oo hoş geldin be canım” “seni tanıyorum artık daha önce bu konuyu konuşmuştuk, seni seviyorum ve benim ilerlemem için hayatımda olduğunu biliyorum. Ama şimdi değil canım, hadi cnm” diye bir cümle kurduğumda o sesin uzaklaştığını söylersem bana deli dermisiniz bilmiyorum.

Kısaca sevgili brütüs, hayat 2+2= 4 denebilecek keskin çizgi ve formülleri olan bir yer değilmiş. Hayatı çözmeye çalışıp özümsemek yerine yaşamak gerekiyormuş çoşkuyla, çocuklar gibi her gördüğüne merakla bakıp “ama çook güzel” diyerek gördüklerinden dolayı şükranlarını sunman gerekiyormuş. Evrenle ve içindeki tüm canlılarla yaptığın muhteşem bir alış-veriş varmış mesela,

Aslında hayatta hiçbir şey tesadüf değilmiş ki aslında tesadüfleri de Tanrı yaratmış.

Olan her şeyin bir sebebi varmış ve her şey olması gerektiği şekilde muhteşemmiş.

Evrenin müthiş planlamasını gördüğün zaman kendi küçük planlarına gülüp geçmek lazım mış…

Dün dükkanda gördüğüm bir kadının da dediği gibi.

Sevgi ile…

Ceren Yıldız



30 Nisan 2014 Çarşamba

SABIR


İnsanın pişmesi gerek galiba, yemek gibi, önce çiğ çiğ doğranıp , yağda hafif pembeleşene kadar çevrilerek sotelenmesi, ardından başka sosların üstüne katılarak 200 derecelik fırına atılması gerekir sanırsam. Üstüne hafif kaşar koyup 40 dakika kadar bu ateşte sabırla beklemesi gerek, beklemesi gerek ki, zamanı dolduktan sonra dumanı tüten ve çok iştah açıcı bir kokuyla etrafını cezp edebilsin. Pişme süresi vardır insanın sanırsam. Hadi ben çok acıktım diyip fırından erken çıkarmamalı insan, az pişmiş, hafif çiğ ve garip bir tatla karşılaşmamak için. Üstündeki kaşarların bile bir erime süresi varken bu acele ne diye sormak lazım kendine. Beklemek, sabırla beklemek gerek sanırsam.

Bu yüzdendir galiba 10 dakikada olan makarna dışında hiçbir yemeği yapmayı istememem. Beklemeye tahammülüm yok galiba . Fırına koyduğum yemeği beklemektense aç kalmayı tercih etmemin sebebi bu sanırım. Aç yattığım gecelerin sebebini buldum sonunda.

Sabırsızım galiba. İstiyorum ki bişeyler olsun, hemen olsun, şimdi olsun, olacaksa olsun, olmayacaksa beni oyalamasın istiyorum. Ne istediğime gelince o da tam bir muallak sanırsam, sabah uyanıp uçaktan atlamayı istiyorum, öğleden sonra acaba çocuk mu doğurmayı istiyorum ? diye kendi kendime kalıyorum. Akşama da çocuk bakmanın zor olduğu fikrine kapılıp, en güzeli yorganı üstüme çekip uyuyayım diyorum.

İşte bu benim hayatım. Benim bitmek bilmeyen döngüm. Hep mi böyleydim. Yoksa belli bir süreden beri mi böyleyim tam hatırlayamıyorum bile. Eskileri sandıklara kapatıp deponun en köşesine koymamla meşhurumdur. Ta ki sandığın anahtarı bir gün elime geçip her şeyi yeniden ve yeniden açana kadar.

Herkes mi böyle, yoksa bu evrende sadece bende mi bunlar var emin değilim. Bir dönem tekamül hissiyle, evrene yüzde yüz güvenerek içimden çok derin bir şekilde diyorum ki, “her şey olması gerektiği gibi muhteşem”  inanarak, canı gönülden diyorum. Tekrar ettiğimde beynim inanıyor ve gerçekten bir süre boyunca huşu içinde dünyaya bakıyorum. Sabah uyandığımda “güneş ne güzel bi şey ya” ,”müzikler ne güzel”, “hey şu manzaranın güzelliğine bak” diyerek her gördüğüm şeye huzurla bakıyorum. Sonra bir gün geliyor, saçı Halil Sezai modeli kestirip “isyaaaan” parçasının ana karakteri olarak klip çekimlerime başlıyorum..

Şimdiye gelirsek eğer …Olayın içindeyim. Tam ortasındayım. Hislerimi tam olarak hissedebildiğim yerdeyim. Aynı zamanda olayın dışından uzaktan bir köşeden de kendime bakabiliyorum. Ve görüyorum aslında her şeyi, nedenleri. tam olarak gördükten sonra görmek istemediğim için belki de olayın içine geri giriyorum. Soru soruyorum içimden ve sorduğum soruya bir cevap geliyor, bir videodan, bir cümleden, ya da bir şarkının sözlerinden tekrar tekrar bana sesini duyurmaya çalışan bir evrenle mücadele içindeyim.  Çok net görüyorum görmesine de inanmıyorum işte. Tam olarak inanabildiğim güne kadar da bu döngüm devam edecek galiba. Muhteşem planlamasıyla hayatımı çok güzel bir yöne doğru akıtan ve beni bu yöne hazırlamak için gerekli, insan, durum ve olayları benim önüme koyan muhteşem sistemli koca bir evrensel düzenin karşısındayım şu anda. Deli gibi akan ve akınca yolunu bulacak olan bir nehirdeyim, ama nehrin kenarındaki dala tutunup akıntıya karşı isyan ediyorum. Biliyorum ki tek yapmam gereken avuçlarımı açıp kendimi suya teslim etmek. Ama bunu istemiyorum. Bu birkaç gün istemiyorum.

Küçük bir çocuk gibi yatağıma yattım, yorganı üstüme çektim ve ağlayarak, “küstüm, oynamıyorum” mızmızlanmalarımı yapıyorum. Evrenin planlarını hiçe sayarak, yorganın altında deve kuşu misali tüm hayattan kopabileceğimi ve bir şeylerin değişmesinin bu şekilde olabileceği hissine kapıldım. Yazarken bile görüyorum halimi, yapmam gerekeni, ama dediğim gibi, küstüm ve artık oynamıyorum modundayım brütüs..

Hayat, biz istesekte istemesek te bize öğretmeye devam ediyor olacak. Ben kafamı kuma gömsemde, ağlayıp zırlayıp isyan etsem de , hayat bana öğretecek, sabretmeyi öğretecek belki de, bir yazıda okuduğum ve çok etkilendiğim sabrın tüm lütfunu, huzurla bekleyebileceğim güne kadar bana öğretmeye devam edecek, Öğrenene kadar inatla sabretmem gereken zamanlar, olaylar, insanlar göndermeye devam edecek. Ve “bir gün”, yorganımı atıp yataktan kızarmış gözlerle dünyaya bakıp derin bir nefes alarak, bana gönderdiği tüm olumsuz şeyler için bile şükredeceğim.

Ama o gün henüz bugün değil...

Sevgilerimle,

Ceren Yıldız

insan sessizce içinde büyüyecek birşeyi beklediğinde, gerçek kendine dönecektir. dönmek, varmaktır. olmaktır... ve bir gün bir kıvılcım tutuşacaktır, ben olduğun seni tutuşturacak, alev alev yakacaktır. işte o zaman tamamen yanacak, bambaşka biri olarak yeniden doğacaksın. benliğin paramparça olacaktır. yeniden tanışacağın o asıl sen herşeyin doğrusunu bilendir. törenleri, kutlamaları ve hayatın gerçek tadını o bilir.

zihnini açık tut. hamile bir kadın gibi bekle. acele etme. beklemek oturup beklemek değildir. inci tanesini yaratmaya girişmiş istiridye ol bak ya da bir ağaç dik ve bekle. sabırla, sakince ama heyecanla bekle. akıllı ol, okullu ol, sabır ol sabriye ol. bırak doğa kendi işini yapsın, sen de kendi işini. şafak sökerken getirdiği gizeme inan. ve kendi şarkını öğren. kendini söyle."

ekşi sözlük/sabır