365 yazı ve ben

365 yazı ve ben

26 Eylül 2016 Pazartesi

KAOSUN YARATICI ETKİSİ AŞKINA!




İçimdeki "dişi" ses, içimdeki "eril" sesin ağzına sıçtı biraz önce (pardon küfürsüz anlatılamayacak bir durumdu)

Tanıştırayım sağ omzumdaki ses benim "dişi" sesim, kendisinin pembe tütü eteği vardır, bacak bacak üstüne atar ve hep elleri zarifçe hareket eder konuşurken, genellikle takılara, parfümlere, ayakkabılara falan ilgi duyar, her gördüğü güzel şeyde heyecanla "waow ne güzell" der kısık sesiyle. Sonra böyle bazen karşısında bir erkek belirir ve der ki " hadi onu sevelim, lütfeen sevelim onu" ama yine kısık sesle der.  Kendisi benim/bizim dişi sesimdir. Sanat eserine baktığımda ruhunu algılayabilen, güzel bir müzik çaldığında gözünü kapatıp dilediği yere gidebilen, makarna pişiriliyorsa, içine sevgimi katmamı söyleyen cılız ve tatlı sesimdir.
Ve şimdi de sizleri "Eril" sesimle tanıştırayım. Tatatataaa! 
Bu eril sesim, omzumun sol tarafında oturur, oturur diyemem aslında, çünkü kendisi genellikle ayakta takılmayı ve sağ el belinde sol el ve işaret parmağı sürekli hararetli bir şekilde olan olayın ne kadar, saçma, ne kadar aptalca, ne kadar ezikçe olduğuyla ilgili bağırmakla meşguldür. Kafanızda canlandı mı? Altında kot pantolonu, üstünde salaş bir tshirtü var dememe gerek yok, saçlarda genelde kendi halinde ve bolca dağınık.

Şimdi 2 sesimle tanıştığınız için çok dengedeyim. Çünkü 33 yıllık hayatımda içerde sürekli kavga eden bu iki kişiyle yaşadım. Onları herkesden, öncelikle de kendimden gizlemeye çalıştım.
Ama buraya kadarmış brütüs!  Oyun bitti ve sahne perdesi bir anda açıldı.
Eril ve dişil tarafım, bir anda tüm seyircilerin ortasında kalıverdi.
Dişil tarafım önce bir şaşırsa da hemen eteğini ve saçını düzeltip, suratına bir gülümseme kondurdu,  "ne kadar heyecanlı, bence bu anı kutlamalıyız" dedi, eril tarafım ise sinirden kudurdu, kulaklarından çıkan dumanı, gözlerinden fışkıran öfke ve nefreti farkettiniz mi?
Ben içimde her gün onla uğraşıyorum. Kötüdür ama o da bir canlı sonuçta, çokta şeetmemek lazım.
Bundan 3 saat önce, kanepeye uzanmış, hayat ne kadar boktan (başka türlü anlatılamaz) derken, boş gözlerle evin camlarından bulutlara ve karanlığa geçmek üzere olan gökyüzüne bakıyordum.
Ve ağlıyordum tabii ki!  Soldaki erilim beni ufak bir kız çocuğu gibi azarlıyordu yine, her zaman yaptığı gibi!
Diyordu ki!  Başaramadın, hiç bir bok yapamadın bu hayatta, ki zaten yapamicaksında, hayatın böyle ufak mutluluk zannettiğin şeylerle ve bolca ağlamakla geçicek, çünkü sen güzel şeyleri haketmiyorsun!!
Ve o an bişey oldu!!
Enteresan bir şeydi olan. Uzun zamandır kendisini dinlemediğim için sesi kısılan, elinde törpüsüyle sağ omzumda bacak bacak üstünde oturan "dişil" sesim, bir anda elindeki törpüyü yere atarak ayağa fırladı!
Ve soldaki erile bağırmadan, yine kendi tarzını koruyarak öyle bir nutuk çekti ki ben ve soldaki erilim ağzımız açık kaldık resmen.
Dedi ki " hey sen ortadaki Ceren ve onun solundaki pantolonlu ses, çok pardon ama çok salaksınız, hayatınız boyunca yanlış tarafa baktığınızın ve bu yüzdende sevgiden giderek uzaklaştığınızın farkına bile varamıyorsunuz. Sen ortadaki Ceren, bana hayatında en çok sevdiğin, en tam olduğun şeyi/varlığı veya erkeği söyle, hadi çabuk söyle düşünme!!  Dedi ve ben anlamsız bir şekilde sol sesime baktım, ama o çoktan paçaları sıvayıp, boynu bükük odasına çekilmişti bile.
Sonra dişi ses dedi ki " o öyledir, ama biliyosun, gel sarılalım. Hayatta her şey sevmekle -senin zannettiğin sevgi değil ama - başlar dedi.
Ve bana sarıldı.
Tanıştırayım o bana sarılan, sağ taraftaki etekli "dişil sesim, kendisi benim" özüm" "ruhum" olur.
Biraz önce kaçanı tanıtmama gerek var mı? O da benim "eril" tarafım ve "egomdur" beni ileriye taşımakla görevli olsa da ipleri komple eline aldığı için bu haldeyiz.
Şimdi iki tarafın birbiriyle barışmasını rica ediyorum, lütfen "beni geçin" ve birbirinize sarılın olur mu?
Sarılırsanız ben "hayatımı gerçekleştirebileceğim" kavgaya devam ederseniz ben tam olamayacağım hiçbir zaman.
Teşekkür ederim.
Olaya siz ikinizi sevmekle başlıyorum. Sonra kendimi, sonra etrafımı ve sonra hayatı sevebileyim diye.
Not: fotoğraftaki çizimler bana aittir. Yeni tanıştığım "Fantastik" Ayşegül adlı kızın bir dişil-eril terapisi çalışmasında ortaya çıkmıştır. İki çizim arasında 15 dk zaman geçmiştir. Biri benim eril(erkek-zihin) tarafım, diğeri de benim (dişil-kalp) tarafımdır. Hangisinin hangi resim olduğunu sanırım söylememe gerek yok!

Sevgiler,
Ceren

2 Nisan 2016 Cumartesi

PEMBE PANJURLU EV HİKAYESİ



Evrenin harika bir planlaması olduğunu hepimiz adımız gibi biliyoruz aslında. Bu bildiğimiz bilgiyi bazen unutuyoruz, bazen  isyan etme hakkımızı kullanıyoruz, bazen düşmek ve üzülmek istiyoruz, aslında en doğal olanın bu olduğunu içgüdüsel olarak biliyoruz.
Güneş-yağmur örneği gibi hayat, hep güneşli ve hep yağmurlu olamaz hiç bir zaman, hep sevgi dolu,hep neşeli, hep kederli olamayacağı gibi.
Bugün yine evrenin harika planlamasını gördüğüm güzel bir gün, sabah her günkü gibi bir sabahtı halbuki, yatağın aynı yanından kalkıp, aynı adım sayısıyla aynı kahve makinasına aynı duygularla basmıştım, aynı bardağı aynı rafından alıp, aynı adım sayısıyla koltuğun aynı köşesine aynı açıda uzanmıştım. Her günkü sıradan, rutin belli şeyler işte.
Geçen günlerde ev sahibimin pek sevdiğim evimi satmasından dolayı büyük bir üzüntü duymuştum! Bu evin, minicik alanın benim hayatımdaki önemini o haberi aldığımda daha iyi anladım sanırım. Bir çok emlakçı farklı zamanlarda gelip benim yaşam alanımı hiç tanımadığım insanlara gösterirlerken bile takmamaya çalışıp üzülmüşüm demekki!  İçimden gelen kişilere bakıp “hayır tabii ki bu evi benden almicaksınız” diyip durmuşum.
Ta ki o son gelen entel gözlüklü genç delikanlının babasına evimi satın aldıracağını öğrendiğim ana kadar…
Çok insani bir duyguydu üzülmem. Köpekler nasıl alanlarını çiş yaparak işaretlerler ve “hey burası benim” derler, bende öyle yapmışım “hey burası benim, 32 yıl sonra bulduğum en değerli alanım, korunaklı bölgem” demişim işte.
Sonra üzülmeme rağmen hayatın devam etmesi gerektiğini düşündüm ve elbet bir hayrı vardır cümlemi tekrar ettim.
Evdeki eşyalara baktım (eşyalarımıza bağlandığımız gerçekmiş!  İlk defa yaşıyorum bu duyguyu)
Bir kahve makinası, ayakkabılık, ufak bir lambaya bile böyle hisler beslememiz ne komik dimi aslında, evet itiraf etmek lazımki insanlık komik bir durum bazı zamanlarda…
Neyse işte, bir cumartesi sabahı aynı şekilde ama diğerlerinden farklı devam edecek bir güne uyandım. Evde sakince bişeyler yaptığımda içimden bir ses “heyy şu eşyalarını satabildiğin, reklamlardaki aplikasyona bi baksanaaa” dedi. O sesi hep severim ama bazen dinlemek istemediğimde olur.
O siteyi yükledim, 4 parça eşyayı koydum, sadece meraktan?  Ne olabilir ki acaba?  5 haziranda evi boşaltmamı imzalatan yeni ev sahibime kızarak sitede gördüklerime hayret ederek ve gelen “ pazarlık varmı, takas varmı” msjlarıyla hafif tırssamda programı silmedim.
Sonra ne oldu biliyomusunuz?  Bir msj  “merhabalar” ile başlayan, olumlu enerjinin telefonun ekranından bana geçebildiği  msjları okudum hayretler içinde kalarak.
“5 haziranda ben ve ev arkadaşım eve taşınıcaz, hiç bir şey almadık henüz,  sizdeki bu ürünleri ve varsa başka ürünleri de almak isteriz!!!!”
Hikaye gibi değil mi?  Güzel bir klasik müziğin melodisindeki gibi yerli yerinde olma hissi değil mi?  
Hikaye ağustos ayında apartmanın önünde duran taksiden inen mutlu kızımızın elini kolunu sallayıp eve girmesi ve her şey hazır olan evde ilk kahvesini içmesiyle başlamıştı, hikayenin 2. Bölümünde ise apartmanın önüne gelen taksiye valizleriyle binen kıvırcık saçlı kızımız diye devam edecek gibi gözüküyor sayın seyirciler :)
Eşyaları satan-eşyalara ihtiyacı olan 2 tarafın tam olarak 5 haziran tarihinde birbirleriyle el sıkışmasıyla evrenin harika planlamasına yine şahit olacağız.
Eşya dediğimiz şeyde enerjinin akışına vesile olan bir madde değilmi ki sonuçta?  
Her sabah aynı yatağın aynı tarafından kalkıp aynı adım sayısıyla gittiğimiz koltuğun aynı köşesine aynı biçimde uzansakta!  Hayat her gün yeniden doğmaya devam edecek.
Bazen ağlasak, bazen gülsekte hayat bildiğini yapmaya ve bizi hayrete düşürmeye devam edecek, melodisini duymak istemesekte bize bağırmaya, bizi sevmeye ve bizi ittirmeye devam edecek.
Bu evi ve bu evde yaşadığım birbirinden farklı tüm duyguları seviyorum, iyisi ve kötüsüyle, bu bir bitiş değil sevgili evim,  sadece enerjinin yer değiştirmesi kuralı gereği olan bir durum.
Başka sabahlarda başka adım sayısıyla başka bir koltuğun başka bir açısında uzanmamı ve başka duygular hissetmemi isteyen bir evrenin planı sadece.
Son 2 ayımda bana yine garip duygular vererek geçirmemi sağlayacağın için ve ben yerimi değiştirmeye yanaşmasamda benim ayağa kalkıp değişmemi sağladığın için yine teşekkür ederim.  
Ve öyle oldu!  Amin.

1 Mart 2016 Salı

KENDİME NOT -2




9 aydır yazmamışım...

Kendi telefonuma hızlıca yazdığım bazı şeyler dışında benim için en önemli alanım olan bu bloğu 9 aydır ziyaret etmemişim. ..Oysaki bu bloğu dönem dönem bakıp kendimi dışardan gözlemlemek için açmıştım zamanında. Duygu değişimlerim ve hayatımdaki kendimce ekşınları kayıt altına almak istemiştim.

Ama kendimi unutmuşum belli ki… o yüzden öncelikle kendimden özür dilemek istiyorum…

Daha önce hiç yaşamadığım bir dönemin içinde olmam kendimi unutmama bir bahane mi bilmiyorum ama bence hayattaki hiçbir şey insanın kendini unutmasına bahane olmamalı.
Bu dönemde o kadar çok şey oldu ki hayatımda, “nerden başlasam, nasıl anlatsam” şarkı sözündeki karakter gibi hissettim bi an kendimi.

Ama kısaca tarif edeyim. 200 km ye yakın hızla giden bir motorun üstünde önümdeki arkadaşıma sarılmışım, kafamda kask yok ! ve içimden korksamda ne kadar güzel bir şey olduğunu hissediyorum. Arada kafamı sağa-sola kısa bir anlık çevirdiğimde, ağzımın kontrolsüzce açıldığını, suratımdaki her bir hücrenin fütursuzca hareket ettiğini, gözlerimden deli gibi yaşlar aktığını söyleyebilirim.

Bodrum’dayken o kadar çok boş vaktim vardı ki, sürekli düşünürdüm. Mutluluk-mutsuzluk, acı-sevinç, hüzün-coşku diye uzanırdı bu listem. Her şeyi bir etiket ve kalıba oturtmak istiyordum sanırım.

Şimdiyle ilgili yazılabilecek sayfalarca detay var aslında. Sürekli değişen ruh halleri, sürekli öğrenilen yeni şeyler, sürekli kendini bir parça ileri taşıma hareketi, sürekli bir zihin yoğunluğu, ara ara yaşanan garip aydınlanmalar gibi gibi.

Aslında İstanbul’da bir nevi Yoga yapıyorum desem  ? (saçma gelicek belki ama sanki öyle bir şey) Yoga yaparken hissettiğim dinginlik-kargaşaya dönüştü ama her şey zıttıyla varolur derler ya öyle hissediyorum. Bir hareketi ilk başta yapamazsın, sonra da yapamazsın, biraz kasların ağrır, ama bir gün bir bakmışsın o hareketi hiç düşünmeden yapıyorsun !

İşte bende İstanbul’da bunu deneyimliyorum. Yapamam diye düşündüğüm şeylerle ilgili kendimi esnetmeye çalışıyorum. Bir gün yaparım-yapmam sorun değil, önemli olan yapabilitemi görmek sanırım. O kas ne kadar esneyebilir ?  Ben ne kadar esneyebilirim ?

KENDİME NOT : benim bloğumdaki en sevdiğim yazımdı. O yüzden en sevdiğim 2. KENDİME NOTU yazma vaktim geldi sanırım.

KENDİME NOT :

Kendini sakın bir daha unutma, sevgi enerjisinin farkında ol, tv kapalı modda hayatına devam et, yan masadaki insanlarla anlık sohbetler etmeyi unutma-onlar sana en büyük cümleleri hatırlatanlar- herkese bir şey söyle ! çöpçüye “kolay gelsin” de- kapıcıya “günaydın” de- yol veren birine” teşekkür” et- sabah gördüğün kedilere “çok tatlısın” de, hafta sonlarını en verimli şekilde değerlendir, her gün birilerine bir şey yaz veya bir şey gönder- onları düşündüğünü bilsinler- dedikodulardan uzak kalma-sadece iş diye kendini hırpalama- bazen en güzel sunumun çok yazılı değil güzel niyetle yazılan sunum olduğunu unutma- aileni aramayı unutma-seni arayanlara geri dönmeyi unutma- birileriyle sadece İş için bir şeyler istemek için iletişim kurma- arada seni mutlu eden bir fotoğrafı paylaş mesela ve sadece de ki “güzel bir gün dilerim” bir şey beklemeden de iletişim kurmayı pratik yap- her gördüğün insana güzel bir söz söylemek üzere bak-ceketin/ saçın / parfümün ne güzelmiş de! gülümsemeyi unutma, hayattaki tüm etkileşimlerimizin bir alış-veriş olduğunu hep hatırla, toplantılardaki insanların-insan – olduklarını unutma- evde cam açık otur- kuaföre gitmeyi unutma- herkese değerli olduğunu hissettir-sabahları uyandığında aynaya bak ve ne güzel bir gün de- alarm melodini sevmeye çalış- snowboard da dönüşlerde korkudan car car konuşan zihnini müzikle sustur- kız arkadaşlarına zaman ayır- içki içmek mutlu ediyorsa devam et-ama artık sigarayı bırakma zamanın gelmedi mi sence ? su sorunları yaşamana rağmen evini sevmeye devam et-bolca hayal kur- 1 sene sonra bugün nerde napıyosun sorusunu kendine sormayı unutma- hayatın güzel bir deneyim olduğunu hatırla-bilmediğin bir şeyle ilgili stres yaptığında aslında içsel olarak bildiğini ama hatırlamak için dışsal bazı faktörlere ihtiyacın olduğunu unutma-ritüellerini değiştir-sabah gittiğin yolları değiştir- hep aynı mekanlarda oturma- kendine ve ruhuna zaman ayır- güzel bir albüm açıp 1 saat dinleme iznini kendine ver- daha çok sev- ama’larını kaldır- hayatının sorumluluğunu yüzde yüz al- güneşli havalarda kendine 2 dk ver ve yüzünü güneşe çevirip sakince otur- olanları bazen değiştiremiceğimizi unutma- geceki hislerini boşver-her sabah hissettiğin yeni duygulara odaklan- kendini ve böylelikle herkesi daha çok sev…

Ölmeden 1 dk önce “ne güzeldi” diyebileceğin bir hayat yaşa !

Ve öyle oldu.

AMİN.

Ceren Yıldız