365 yazı ve ben

365 yazı ve ben

5 Aralık 2012 Çarşamba

SAF


Farkındayım, Hep bir Yol’dan bahsediyorum. Gitmekte olduğum, yürümeye çalıştığım ve anlamaya çabaladığım bir yolda olduğumu hissediyorum çünkü. Son zamanlarda dışarıdan çok dengesiz ve deli gibi gözükmüşte olabilirim. Belki de delirdim ama haberim yoktur. Bir kitapta okumuştum. Kitabın ana karakteri, Deli kardeşine delirmenin nasıl bir duygu olduğunu sormuştu. Sözde deli olan kardeşi de “ tam olarak bir şey hissetmiyorsun, aslında her şey tam olarak olması gerektiği gibi geliyor da diyebilirim” demişti.  Dediğim gibi belki de hiçbir şey hissetmeden, çaktırmadan delirmişimdir. Olamaz mı?
Bu bloga hayatımın sadece önemli dönemlerinde yazı yazıyorum. Ortalama 1 yıllık bu süreçte toplam 130 adet önemli dönem olmuş benim için.  Belki hepsi çok önemli değildi ama en azından toplam 130 günüm diğer günlerden biraz daha farklı bir duygu hissederek geçmiş. Yani aslında istatistik olarak kötü bir durumdayım. Demek ki bir yıl içinde 235 günüm duygusuzca ve öylesine geçmiş..
Aslında söylemek istediklerimi anlatmayı başarabilecek miyim bilmiyorum. En azından anlatmaya değer olduğuna inanıyorum. Bence günümüzde insanlığın en büyük yanlışı kavram kargaşası yaşamasıdır. Kavramlar, sebepler ve sonuçlar ve ulaşılması gereken ödüller, çekilmesi gereken cezalar gibi kavramlara o kadar çok takılı kalıyoruz ki, tam olarak duygularımızı umursamaz bir hale gelmişiz belki de. Çünkü hayatta öğrenmişiz ki her şeyin bir sonucu ve karşılığı vardır. Manevi değerlerden çok kazanılması gereken bir savaş olarak görüyoruz belki de hayatımızı. Bir yolda yürürken yoldan şikayet ediyor ve ancak ulaşmamız gereken yere ulaştığımızda mutlu olabiliyor veya ulaşamazsak mutsuz olabiliyoruz. Ama önemli olan bölüm ulaşılması gereken bölüm değil içinde olduğumuz ve her gün deneyimleyerek yaşadığımız hayat aslında.
Duygularımızı hiçe sayarak, mantıkla ilerleyen, yüzeysel insanlarız artık belki de. Çünkü zamanında öğrenmişiz ki, duygular bizi altüst ederler sadece. Onları dinlemek, hissetmek sadece bizi yanlış yollara götürür. Duygular insanı zayıflatır ve hatta bazen küçük bile düşürebilir. Çünkü artık yüzeysel bir toplumuz. Seven ve değer veren insanlar var etrafımızda. Bizim de sevdiğimiz ve değer verdiğimiz birileri vardır elbet. Ama sorun şu ki sizi seven bir insan size gülümsemeyi bıraktığında veya sizin doğrularınıza ters düşerse de yine onu sevmeye devam edebilir misiniz? Sizden beklenen hareketi göstermediğiniz zaman da sevmeye devam edeceğine inanıyor musunuz halen ?
Sizin gösterdiğiniz kadar değeri karşı taraftan görmediğiniz zaman sevgi kefelerini hemen ölçüp biçip onun artık sevilmeye değer biri olmadığına kanaat getirmiyor musunuz hemen? Bence bunu hepimiz yapıyoruz. Bize gülümsemeye devam ettikleri sürece insanları sevmeye devam ediyoruz…
Benim anlatmaya çalıştığım sevgi daha farklı aslında. Örnek vermek gerekirse ;Ben bir annenin çocuğuna duymuş olduğu saf sevgiden bahsediyorum aslında, Sen ne yaparsan yap, nasıl davranırsan davran seni sevmeye devam edecek kadar büyük bir sevgiden bahsediyorum. Çünkü bir annenin çocuğuna duyduğu sevgide en büyük faktör çocuğun davranış şekillerinden çok, o çocuğun anneye hissettirdikleridir.
 Yani buzdağının görünmeyen kısmı bizim Hislerimizdir…
C.Y.

20 Kasım 2012 Salı

DURUM RAPORU


Bir süredir iyi değildim. Uzun bir zamandır kendimle ve hayatla savaş içindeydim. Sürekli kavga ediyor, isyan ediyor ve hiçbir şeyi değiştiremediğim için de her şeye küsmüştüm.  Kitap okuyamaz hale gelmiştim mesela, çünkü kafam başka yerlerde olduğu için okuduğum satırları tam olarak anlayamıyordum. Film izlemekten de sıkıldım. Hiçbir film yeterince güzel gelmiyordu. Eskisi kadar makarna bile pişirmez olmuştum. Çünkü ne yaparsam yapayım bir şeyler eksik hissi oluyordu içimde. Bu değil, bu da değil şeklinde sabahları uyanıp akşamları erkenden yatağa gidiyordum. Belki bir sabah uyanınca bu durum değişir ve “işte bu” diyebileceğim bir ampul yanar diye bekledim.
Defalarca bilgisayar başında bomboş bir sayfaya baktım örneğin. Yazmak ve derdimi anlatmak istedim. Ama beynim o kadar gürültülüydü ki tam olarak nerden başlamam gerektiğini bilemediğim için sayfayı kapatmak zorunda kaldım. Birilerinin karşısına geçip yaptığım konuşma repliklerimi defalarca tekrar ettim beynimde. En ince ayrıntısına kadar kurguladım ama sonra “ne gerek var” diyerek onları da rafa kaldırdım. 
Bu sabah bir şey oldu... “Artık kabul et Kaybettin” diyen iç sesime sakin bir şekilde “Evet sanırım Kaybettim” diyerek cevap vermişim. Bunu bilinçsizce yaptığıma eminim. Çünkü uzun zamandır “Kaybetmedim daha” diyerek kafa tutmaya çalışıyordum. Daha bitmedi, henüz değil, elbet bir çıkış yolu bulabilirim diye düşündükçe daha kötü olmuşum meğersem. Bu sabah Kaybetmeyi kabullenişimle sırtımdan büyük bir yük kalkmış gibi oldu. Rahatladım, derin nefes almış gibi hissettim. Ve evet kaybettim…
Evet hayat bizim planladığımız gibi gitmiyor. Pek fazla adil gözüktüğünü de söyleyemem. Garip duygularla ve koca bir mantıkla hayatımızdaki yanlış giden şeyleri biliyor ama hiç bir şeyi değiştiremiyorsak eğer belki de oturup kabul etmek gerekiyor. “Heyy kabul et artık Kaybettin” diyen iç sesime verdiğim “Evet” cevabından sonra “Haklısın, Şimdilik kaybettim ama denemeye devam edeceğim” diyebiliyorsam eğer hala bazı şeyler ölmemiş demektir içimde.
C.Y.


11 Eylül 2012 Salı

TERCİH Mİ !


Yine bir seçim kaosunu geride bırakmış olmanın verdiği huzur duygusu ile yazmaktayım bu satırları. Buhramlı, karışık, hatta karman çorman olan bir zaman dilimini geride bırakmanın verdiği dinginlik var üzerimde. Sanki öyle fırtınalar geçirmişim de şimdi durum eskisi gibi süt liman halini almış. İşte bu durumu seviyorum..
Hayatını, bugününü, yarınını planlamaya ve tüm ayrıntılarına kadar kurmaya bayılan benim gibi bir şahsiyet iseniz eğer, nereden geldiği belli olmayan apansız fırtınalarda büyük yaralar almanız muhtemeldir. Elimden gelseydi eğer tüm doğa olaylarımı kendim yönetmek isterdim. O kadar da takıntılı değilim aslında ama dediğim gibi bunu yapma şansım olsa gerçekten çok isterdim.
Planlanmadan, apansızın, aniden gibi kelimelerin benim hayatımda hiç yeri yoktur aslında. Spontone kelimesini severim ama diğer kelimeler bana biraz uçarı gelmiştir hep. Hiç bir şeyin aniden olma ihtimalinin olmadığına inanırdım. Ta ki bu tarz şeylerin olabildiğini görene kadar.. Daha neler göreceğim şu hayatta kim bilir…
Bu süre boyunca benim kontrolüm dışında zıvanadan çıkmışçasına akan bir nehirde, kenarda bulduğum ilk dala tutunmuş ve bu saçmalıkların bitmesi için sadece dua etmiş gibiyim. Kol kaslarım gerilmiş ve tüm vücudum deli gibi akıp duran suya direnmekten bitap düşmüş sanki. Ah o nehir bir yavaşlasaydı ben her şeyi organize ederdim etmesine de… Neyse,
 Bu dönemlerin bana yeni şeyler öğrettiğinin farkında olacak kadar da mantık doluyum. Yine 1 yıllık kürünü 1 haftada tamamlamış çalışkan öğrenci modunda gülümsüyorum şu anda. Ben kocaman bir soru işareti kafasının tepesinde sürekli bulunan bir kişi olduğum için kendi kendimi yiyip bitirirken, ilahi bir güç gelip tüm planlarımı alt üst ettiğinde,” Hayatta neyi istediğimi tam olarak bilemesem de neyi istemediğimi bildiğimi” fark ettirdi bana.
“Her işte bir Hayır vardır” felsefesini kendime bu kadar adapte etmiş olmama rağmen bu dönemde bu “Hayır” kelimesinin bildiğimiz “Evet’in” tersi olduğuna inanmaya başlamıştım. Hani tüm olaylar ve tüm insanlar apansızın ve aniden dirilmiş Çin askerleri gibi üstünüze gelmeye başlarlar ya böyle, siz de çaresizce gözlerini kaparsınız cenin pozisyonunda. Ben onları görmezsem onlarda beni görmezlerdi değil mi ? Benim kontrolümden çıkmış ve aniden hayatımı altüst etmiş her durumda olduğu gibi beyin fonksiyonlarımda garip arızalar olmaya başlamıştı. Çünkü hayat önüme seçim hakkı sunmuştu bir kere ve demişti ki “Haydi seç bu seçeneklerden birini” Bu seçim anlarını yaşamaktansa askere gitmeyi tercih edebilirim.
Ben soğuk bir şeyler içme fikri ile Buzdolabına yaklaşıp, kapağı açtığımda Cola, Fanta ve Sprite seçeneklerinin olduğunu fark edince mutsuz olabilen biriyim. Bu seçeneklerin dolapta olduklarını hiç plana katmamıştım. Çünkü öğrenilmiş gerçeklik olarak o dolapta hep Cola ve Ice tea bulunur. Ve bende her zaman Cola’yı seçerdim. Şimdi önümde 3 cazip seçenek duruyor. Hangisini seçsem ? Canım Cola istiyor mu? Aslında Fanta’nın tadını da severim ? Ama uzun zamandır Sprite içmedim sanki.. Himm hangisini seçsem acaba derken, dolabın kapağını 10 dk açık tutan bir karakterim. Sonuç olarak jeneratörün olmadığını hatırlamam ile gözümü kapatıp elime geleni alma yolunu seçtim. Sonuç. Fanta idi J
Bu örnekte de belirttiğim üzere seçenekler ve seçimler beni benden alıyor L
Ve en sonunda ne mi yaptım.. Durmayacağını anladığım nehirin kenarında tuttuğum dalı bıraktım… Kendimi akan suyun hızına bıraktım. Ve içgüdüsel olarak esas soruyu sordum. Ve sonuç olarak onu dinledim ve kararımı verdim J Nehirde hızla ilerlemek ne güzelmiş aslında…
Bir sonraki seçimde görüşmek üzere..
Sevgiler,
C.Y.

17 Ağustos 2012 Cuma

HAZIRLIK


Hazır olduğumuzda gelir bir şeyler hayatımıza. Ya da gelmesini istediğimiz şey için hazırlık yaparız. Üniversiteye girebilmek için hazırlanırız, evimize misafir geleceği zaman hazırlık yaparız, dışarı çıkmadan önce hazırlanırız. Çünkü olacağımız yer için hazır olmamız gereklidir. Pijama ile Yılbaşı partisine gidemeyiz, Eve gelen misafirleri pis ve dağınık bir evde ağırlayamayız çünkü.
Bu hazırlanma olayını fiziksel açıdan hepimiz çok güzel uygulayabiliyoruz. Her koşulda her yer için hazırlanabiliyorken, ruhsal olarak, kafamızı ve kalbimizi hazırlamayı unutabiliyoruz belki de bazen. Örneğin bebek için hazırlanmak gereklidir bana göre. Çocukları çok seviyor olman ona hazır olduğun anlamına gelmez. Belki de şu anda binlerce genç, ailesinin kendisine hazırlanmadan dünyaya getirmelerinin cezasını çekiyorlardır. 18 yaşında henüz kendisi bir çocuk olan bir annenin çocuğu için hazır olduğuna inanamıyorum ben. Ben 18 yaşımdaki halimi hatırlıyorum da ben zaten kendim çocuktum. Herhalde o anneler de çocuklarıyla beraber büyüyorlardır.
Ya da bir ilişki için hazır olmak gerekir. Nasıl evini temizlersin gelecek kişiye, ruhunu ve kalbini de temizlemen gerekir yeni gelecek kişiye. Dağınık bir kafa ve paramparça bir kalp ile girilen her ilişki bana göre biraz yanlış temellidir. Ve elbet bir gün son bulacaktır…
Olmak istediğin bir kişi var mı hayatında bilmiyorum ? Ama benim olmak istediğim bir kişi var kafamda. Ve ona ulaşabilmek için de hazırlanıyorum. Nasıl sınava girmeden önce ders çalışıyorum. Bunun için de hazırlanmam gerek çünkü..
Hep aynı şeyleri, dönüp dolaşıp aynı ilişkileri, aynı arkadaşlıkları, aynı problemleri yaşıyorsak eğer o zaman bence bu döngüyü kırmak için hazırlanmamız gerekiyor.
Hep savunduğum bir nokta var şu son günlerde. Kendime uyguladığımda beni şaşırtan bir tablo ortaya çıkmıştır en azından. Hayatta beklediğimiz birçok şey var. Beklediğimiz ilişki için birini hayal ederiz önce. Sonra ondan beklediğimiz özellikleri yazarız yanına. Yakışıklı/güzel olsun, düşünceli olsun, vicdanlı olsun, başarılı olsun, sosyal olsun, anne/baba olabilecek bir yapıda olsun, iyi olsun, gibi gibi bir sürü maddeyi yazarız. Sonra da bakarız listemize. Evet ben tüm bu özelliklere sahip birini İSTİYORUM deriz. Sonrada uzun bir zaman bekleriz, ama nedense Beyaz Atlı Prensin yolu bir türlü bu taraflara uğramaz işte. Karşımıza gelen insanında bize benzer eksikleri olur ve “ben bunu istememiştim ama” deriz çoğu zaman. Belki de formülü değiştirmemiz gerekir bu durumda. O listeye yazdıklarımın kaçı bende var diye düşünmek lazım. Listedeki özelliklerin kenarına içten vereceğimiz cevaplarla bizde olanları ve olmayanları işaretlememiz lazım. Vicdanlı mıyım ? Bazen, genelde evet, ama bazen hayır diyorsak eğer tire çekelim, İyi bir insan mıyım ? İyi birini istiyorsam benimde iyi olmam gerekir. Belki daha iyi olmayı başarabilirim ? diyerek aynayı kendimize çevirdiğimizde ne kadar çok eksiğimiz olduğunun farkına varıyoruz işte.
Aynı şey iş içinde gerekli, iyi bir işte iyi bir konumda olmak istiyoruz ? Ama nedense o konumda çalışabilecek bir yapıya, disipline, bilgi birikimine sahip değiliz!
Yurt dışında yaşamak istiyorsun örneğin. Ama İngilizcen bile yok, Ya da herhangi bir başvuruda bile bulunmamışsın. Nerede yaşamak istediğini hiç düşünmemişsin. Düşünüp bir şehir belirlesen bile o şehir hakkında yaşam şartlarını araştırmamışsın. O şehirdeki ev kiralama sistemini bilmiyorsun, Market sistemini, oturma ve çalışma izinlerini nasıl alacağını bilmiyorsun.
Sadece istiyoruz işte. Onu istiyoruz, bunu istiyoruz. O da olsun bu da olsun, hepsi benim olsun istiyoruz. Ama istediklerimizin karşısına kendimizi koyarak ben bu isteğimin neresindeyim diye düşünmüyoruz.
Hayat sanırım bize benzer olanları karşımıza çıkartıyor. Bizim kapasitemize göre bir iş veriyor. Bizim yaşayabileceğimiz bir şehirde yaşamamızı sağlıyor. Daha iyisinin olmaması belki de bizim ona hazır olmadığımızdandır ?
Beraber olduğunuz kişiye baktığınızda onda sinir olduğunuz bazı huyların aslında sizde de olduğunu görürsünüz. Belki de kendinizde olan bu huylardan dolayı kendinize kızmak yerine karşı tarafa kızmak hep daha kolay olduğu için birlikte yuvarlanıp gitme yöntemini daha çok seviyoruzdur !
Biz istemeye devam edeceğiz, Hayat da“bize benzerlerini” getirmeye devam edecek…
C.Y.

16 Temmuz 2012 Pazartesi

HAYAT


HAYAT, ne güzel bir kelimedir aslında. İnsanın doğum anından ölüm anına kadar nefes aldığı her anın  bir özeti gibidir. Ne çok şey sığar bu 5 harfli kısa kelimenin içine. Binlerce cümle ile anlatamayacağımız durumlara hayat der geçeriz çoğu zaman. Son yıllarda çok kullanır oldum bu kelimeyi. Her kahkahadan, her mutlu andan sonra, ya da her ölümden, her acıdan sonra. Hayat diyip geçiyorum artık. Hayat denen şey uzun bir yol derler. Böyle dendiğinde hep uzun bir patika yol gelir aklıma. Hani şu fotoğraf karelerindeki gibi kırların arasından uzanıp giden ince bir patika yolu gibidir. O fotoğraflara baktığım zaman hep dikkatimi çeken şey,  patika yolda tek başına yürüyen insandır…
Aynen hayattaki gibi, Tek başına çıkarsın bu yola. Etrafında ailen, sevdiklerin vardır elbet. Beraber toplarsın anılarını, ya da beraber ağlarsın acılarında. Uzun bir yol olduğu için midir bilinmez, bir sürü insanla tanışırsın. Bazıları sana dert verir, bazıları da mutluluk. Ama karşımıza çıkmalarının ve belli mesafeleri beraber yürümemizin de bir amacı vardır elbet.  Bazen acı kayıpların olur, ailenden ya da çevrenden birini kaybedersin örneğin…  Ağlayıp zırlasan da ayağa kalkıp yoluna devam etmen gerekir her zaman. Bazen çok sevdiklerinle bir yol ayrımına gelirsin. Sen dersin ki bu yol daha iyi, o da derki hayır bu yol daha iyi, O zaman mecbur sarılıp yollarını ayırırsın. O kendi seçtiği yoldan gider, sende kendi yolundan…
Kimse kimseyi kendi yolundan çeviremeyeceği için, büyürken bir çok yol ayrımıyla tecrübe edilmiştir bu durum. En sevdiklerinin yol ayrımında el sallarken kendini o kadar çok bulmuşsundur ki, artık fazla sorgulamaya da gerek duymazsın belki de. Seçimlerdir hayatımızı belirleyen. Senin seçimlerin ve benim seçimlerimdir ortak gidecek yolumuzu belirleyen. Seçimlerimiz ayrıldığında yolumuzun da aynı olmasını beklemek saçmadır belki de.
Herkesin duruma bakış açısı çok farklıdır. Kimimiz bu yol ayrımlarını birer kayıp olarak görürüz. Kimimizde beraber geçtiğimiz yollardaki anılarımıza bakıp teşekkür ederiz sadece. Önce neden, niçin soruları üşüşür beynimize, yüzlerce cümle ile sorgulamaya çalışırız durumu. Neden o yolu seçtiğini merak ederiz. Mantıklı açıklama ararız. Ve genel olarak ta tam olarak cevabı bulamayız. Sonra da kabul ederiz. Yollarımız, hayatın bize sunduklarıyla ve bizim onları kabullenmemizle alakalı olarak ayrılmaya başlamıştır bir kere. Ne sen yolunu değiştirebilirsin bu saatten sonra, ne de o yeni seçtiği yoldan vazgeçmek ister.
İşte bu yol ayrımında en güzeli. “Hayat” diyip yoluna devam etmektir. Zamana bırakmak en güzelidir hayatta. Ne de olsa zaman her şeyin ilacıdır derler. Güzel anıların cebinde, bir sonraki durağa kadar yürümeye devam. Kim bilir belki başka bir kavşakta yine karşılaşırız.
Olmaz mı ? Bence mümkün…
C.Y.

20 Haziran 2012 Çarşamba

GÜVENLİ LİMANLAR


Hayatta hepimiz güvenli bir liman ararız. Huzurlu bir evimiz olsun isteriz. Fırtınalardan, yağmurlardan korunmak için çatıya ihtiyaç duyarız. Bizi seven ve bizim sevdiğimiz insanların yanımızda olmasını dileriz, sağlıklı olmayı arzularız, garanti bir işyerinde olmayı ve her ay belli bir paranın cebimize girmesini bekleriz, hayatta güven duygusunu bize verebilecek her konu ile ilgili planlama yaparız.
Bugün benim için çok önemli bir şey öğrendim. Belki de hayatımı değiştirecek bir şey bu öğrendiğim. Hayatımın son yıllarında sürekli tekrar ettiğim bir cümle var. Hep istiyorum ki, “keşke bundan 10 yıl sonrasında ki 3 dk’mı görebilseydim” “o zaman her şey çok farklı olurdu”  Bir insan neden sürekli geleceğindeki halini görmek ister ? Tabii ki kendini garantiye almak için ister. Ama öğrendim ki, hayatın garantisi yokmuş. Hiçbir şeyin garantisi yokmuş. Sağlığının, zenginliğinin ve mutluluğunun garantisi yokmuş. Bunu biliyordum bilmesine de insan tam hissetmeden anlamıyor işte. Ben hep güvenli limanlar aradım hayatımda. Hep sebep sonuçlar vardı benim için. Böyle davranırsam sonunda buna ulaşırım. Böyle davranmazsam da sonun da böyle olur gibi kalıplaşmış fikirlerim var benim. Öyle ki ne istediğimi anlayamayacak bir hale gelmişim.
Hayal et: “Şu anda olduğum limanda deniz çok sakin , arada bir fırtınalar falan oluyor aslında, marinadaki yerimde garanti, her sabah ekmeğimi aldığım markette tekneme çok yakın, bu limanda sevdiğim birkaç kişi de var. Bazen güzel anlarımda oluyor aslında ama genel olarak ta can sıkıntısı çekiyorum. Ama güvendeyim. Bu limanın dışındaki dalgalı denizleri görmeye ne gerek var ki, hem buranın doğası da güzel. Dünyanın geri kalanındaki doğa da buna benzer değil midir ki zaten? Ben burada güvendeyim işte. Hayatımın geri kalan kısmını bu güvenli limanda geçirmeliyim…
“Fakat sürekli konuşan o iç sesimi ne yapacağım. Akşamüstüleri teknemin üstünde keyif yaparken baktığım uçsuz bucaksız deniz.. neden her gün o denizin diğer taraflarını merak ediyorum. Neden her gün marina ile sözleşmemi iptal ettirip, marketle ve sevdiklerimle vedalaşıp, demirimi alıp yelkenleri doldurup o denize açılmanın hayalini kurarken buluyorum kendimi ?  Neden denizin öte yakasını merak ediyorum sürekli. Acaba orada ne var ki ? sonra bildik döngü ile kafamı karaya çeviriyorum. Ve dış sesimle diyorum ki, “Ama burada güvendesin !” “Buradan ayrılmakla mantıksız bir hareket etmiş olursun”
İşte bu anlattığım gibi hissediyorum. Güvenli limanlarını terk edemeyen bir denizci gibiyim. İstiyorum ki hayatım garantili olsun, istiyorum ki yarınım belli olsun.
Ama böyle bir dünya yokmuş ? Hayatını garantiye almak gibi bir şansın yokmuş. Bunu fark edince çok şaşırdım. Bu güne kadarki saçma planlarımı ve çırpınmalarımı düşündüm de, sanırım tanrı yukarıdaki yerinden bana epeyce gülmüştür..
Ben en büyük hatayı, ya dünde ya da gelecekte yaşamaya çalışarak yapmışım. Ya dünü sorgulamışım. “acaba şöyle yapsam değiştirebilir miydim, böyle olsa daha mı iyi olurdu” diye, ya da yarınıma bakmışım “böyle yaparsam bu olur mu acaba?” ve böylelikle “yaşamam gereken anların hiç birinde ben yokmuşum aslında. Fiziken orada bulunmuşum belki ama kafam ya geçmişte yada gelecekteymiş.
Sonuca gelirsek eğer, ben bu limandan çok sıkıldım! Bu nedenle marina ile sözleşmemi iptal edip, tanıdıklarımla vedalaşıp demirimi alıp, yelkenlerimi basıp bu güvenli limanları terk ediyorum!
Belki nereye doğru yol alacağım belli değil. Ne yöne gitmem gerektiği hakkında en ufak bir fikrim bile yok. Sadece rüzgarın ve gönlümün götürdüğü yerlere gideceğimi biliyorum. Fırtınalarda olacak elbet, belki yelkenim yırtılır belki de batıp ölürüm. Belki de çok mutlu olurum kim bilir.
Hayat , yaşayıp görmek lazım sadece, kurmadan ve planlamadan…
C.Y.

5 Haziran 2012 Salı

SINAV


Sene bilmem kaç. Ben daha minicik bir kız çocuğuyken ilkokulun ilk gününde okula gittiğim anım geldi aklıma. Sırtımda boyum kadar çantam. Babam peşimde. Sokak köpeği baba ile  av köpeği annenin evladı olan sevgili köpeğim Cesur ile birlikte düşmüştük yollara. Yollar dediğime bakmayın. 10 dk’lık yürüyüş mesafesindeydi okulum. Sizlere her gün 5 km yol yürüyerek ne zor şartlar altında okuduğumu anlatabilmeyi isterdim aslında. Ama o şartları göremedim açıkçası. Belki de bundan dolayı başarısız oldum. 5 km yol yürüyüp okuyan herkes başarılı olmuş çünkü. Böyle bir istatistikte var dünyada !  Neyse okula gittiğim o ilk gün babam tutturdu beni okula bırakacakmış. Başıma bir şey gelirmiş mazallah. Ne gelebilir ki küçük bir kız çocuğunun başına. Ben ışıklardan geçerken önce sağa sonra sola sonra tekrar sağa bakmayı öğrenmiş bir çocuktum. O zamanlarda bu kasabada ışık varmıydı tam hatırlayamıyorum şu anda. Bildiğim tek şey şu anda bende dahil olmak üzere ışıklardan geçerken önce sağ sonra sol ve tekrar sağa bakmak yerine içgüdüsel olarak yola fırlıyoruz ! Neyse ben de “sen gelirsen ben okula falan gitmem “ diye tutturmuştum mahallede. O da ne yapsın. Belli mesafeden beni takip etmişti.. Ne güzel günlermiş J
Okul hayatını çok seven bir çocuk olamadım ben. Ders çalışmayı zorla yapardım. İlk okulda kopya çekmeyi öğrenmiştim mesela. Sonra ortaokuldu  derken liseye geldim. O zamanlar ne kadar uzun bir zamandı benim için okumak. Hele o sözlüler yok muydu. Hocanın gözüne bakmamaya çalışırsın. Göz göze gelirsen seni kaldırır düşüncesiyle. Hah işte tam o göz kaçırma hamlesinde Öğretmen hisseder gibi senin adını söyleyiverir. Hani filmlerde kurşunun silahtan çıkış anı yavaş çekim gösterilir ya bazen. İşte benim de sözlüye kalkış anım çekilmiş olsaydı aynı kalitede bir çekim yapabilirdik. Yazılılardan pek bahsetmek istemiyorum. Ne yapardım. Nasıl bir psikolojide olurdum hatırlamıyorum çünkü. Benim beynim eskide kalmış gereksiz hatıraları silme konusunda usta . Yani İlkokul yıllarıma ait en net aklıma gelen anım. Sınıfın tombul çocuğunun bir kısım kız grubu tarafından çöp kovasına oturtulmasıydı. Ha bu arada anlatmadan geçemeyeceğim. O çöpe oturtulan genç ortaokulda beni kendi çapında rezil etmişti. Nasıl mı ? Ben renk körü olduğum için, resim dersinde 1 sayfalık Türk Bayrağı çizme ve boyama ödevi verilmişti. Bende saflık. Kırmızı boyanın hangisi olduğunu niye ona sorarım ki. Oda vermiş bana kahverengi boyayı. Bende körüm ya anlamadım tabİ. Boyadım boyadım. Sonra öğretmenim herkesinkini sınıfa gösterdiği için sıra bana gelmişti. Benim resmim gösterildiğinde sınıfta hafif bir şok ile beraber kıkırdama sesleri duyulmaya başladı tabiî ki. O zamanki Öğretmenimi sevgi ile anıyorum. Ki bu bölümü belirtmem gerek ben nadir öğretmenimi sevgi ile anarım ! O gün sınıfta herkesin önünde rezil olan ben’i harika bir beyaz yalan ile kurtarmıştı. Ve demişti ki “ Çocuklar ben de bir zamanlar renk körüydüm. Ama sonra geçti ve resim öğretmeni bile oldum “ Yalanın bu kadar güzeli olabilir mi ama. Bu kadar pembesi bu kadar beyazı sevilmez mi ama ? Gerçi ben sonraki yıllarda ha geçti ha geçecek şekilde dolaşmıştım. “Bir gün gelecek ve ben o renkleri göreceğim. Nayır nolamaz  ngörüyorumm” demeyi hayal etmiş olsam da hayat işte J
Ben aslında başka bir şey anlatacaktım. Ama konu buralara gelmiş L
Diyordum ki. Ben yıllarımı şu sınavlar sözlüler bitse de kurtulsam hayaliyle geçirmişim. Lise de bitsin. Ohh üniversite de bitsin hayat daha güzel olacak demişim hep kendime. Off söylemeden geçemeyeceğim. Ben öyle zor şartlarda falan üniversitede okumadım. Neden mi ? Çünkü Ben Beden Eğitimi Ve spor mezunuyum. Okulun nasıl geçtin diye soranlara “ ki henüz kimse bu soruyu sormadı L “ çember ve parende atarak geçtim demeyi çok istiyorum. .. Neyse konuya geri dönelim. Dedim ya hep o günlerin bitmesini hayal etmiştim. Bir gün bir öğretmenin beni sorguya pardon sözlüye çekemeyeceği o mutlu günlerin gelmesini düşlemiştim. Ama hayat işte. Şu an iş güç çalışıyorum. Okullar bitti şu sözlüler, yazılılar bitmedi gitti hayatımdan. Eski sözlüler daha bir kolay geliyor gözüme şu anda. Bir de o zamanlar biliyorsun sözlünün geleceği yeri. Gözünü kaçırma hareketini yapabileceğin bir muhatabın var en azından. Ama artık sözlünün ne taraftan kimden geleceğini bilemiyorum işte.
Özlediğim okul yıllarım J Keşke bize ilkokulun ilk gününde mert bir şekilde hayatın kocaman bir okul olduğunu ve bu sınavların hiçbir zaman bitmeyeceğini söyleyen bir Öğretmenimiz olsaydı. ( Belki de söylemişlerdir bilemiyorum. Dediğim gibi hatırlayamıyorum ! )
C.Y.

28 Mart 2012 Çarşamba

MERHABA !


Bu merhabanın bir anlamı var benim için. Uzun bir ayrılıktan sonra sevdiğin bir dostunu görürsün. Önce gülümsersin ve ardından kocaman sarılırsın ya ! İşte bu merhaba o merhaba anlamında. Dostumu özlemişim gibi. Bir süredir anlatacaklarım biriktiği için onunla muhabbet etmeyi sabırsızlıkla bekliyormuş gibi.. Bu nedenle merhaba…
Bir süredir ne kendi bloguma nede başkalarının bloglarına bakmadım. Blogumu kapatmamın saçmalığından bahsettiğim zamanlarda oldu aslında. “Neden” kapattığımın altındaki acı ezikliğin farkına varıyorum dün ve bugündür. Aslında kapattığım bir internet ekranı değildi belki de, İnsanlara kendini kapatmakla blogu kapatmak aynı şeydi benim için. Bir deve kuşu gibi kafanızı kuma gömmek istediğiniz bir anınız oldumu bilmiyorum. Ama olduysa eğer beni daha iyi anlıyorsunuzdur. Kısaca bir süreliğine kafamı kuma gömdüm.
Şimdi araştırdım ki ! Deve kuşları zaten korktukları zaman kafalarını kuma gömmüyorlarmış ? Aslında deve kuşu ve ben ancak bu kadar birbirimize benzeyebilirdik. Deve Kuşu korktuğu zaman yapmadığı bir hareketle yıllardır anılıyormuş meğersem !!!
Aslında kendimden beklenmeyen hareketler sergilediğimin farkındayım. Mesela çok sinirlendiğim için bu blogu kapatmak ve sonrada hiçbir zaman açmamak tam olarak benden beklenen bir davranıştı. Ya da sigarayı bırakıp! 3 gün sonra kenarda köşede gizli gizli 1 2 fırt çekmeye çalışmakta,  tam olarak benden beklenen bir davranış… Bu nedenledir ki insanlar benim sigarayı bıraktığıma bir türlü inanmıyorlar. Belki de haklılardır. Önceki davranış modellerindeki alışkanlıklara dayanarak bundan emin olabiliyorlar. Mesela abim suratıma sigara üflerken benim ondan bir sigara isteyeceğimden o kadar emindi ki! Ama hayat işte. Arada bir şaşırtmayı seviyor insanı..
Bir süredir yazmadığım için yazmaya da “utanır” olmuşum sanki. Bu yazdıklarımdan “yanlış anlamlar” çıkarmı acaba ! İnsanlar benim kelimelerimden beni “yanlış anlarlarmı” acaba gibi saçma düşünceleri sanal ortamda bile yaşıyorsam eğer. Günlük hayattaki ruh durumumu siz tahmin edin artık !
Aslında genel olarak keyfim yerinde. Bazı saçma sapan kurgular dışında güzel günler geçiriyorum. Sağlıklı bir göbek yapma yolundayım mesela ! Sağlıklı ve şişman olduğum zaman belki hayatım daha farklı olur J Dünya üstünde ne kadar lezzetli tatlar var böyle.. Genellikle kilolu bayanlar daha şen olurlar. Böyle kocaman kahkahalar atarlar ya hani, belki bende öyle olurum J
C.Y.

12 Mart 2012 Pazartesi

YEMEK TARIFI !


Hani böyle aslında çok fazla konuşmak istersin. Ama ağzından o ilk kelimeler çıkamadığı için bir türlü konuşmaya başlayamazsın, Ya da kafandan yüzlerce fikir geçer ama hiç birini dile getirmezsin. Ya da oturup yapmak istediğin bir şeyler vardır. Mesela oturup ağlamak , yazmak, okumak,izlemek veya konuşmak istersin. Ama hiçbir şey yapmazsın ya,, O durumdayım. Nedenini bilmiyorum ama bu haldeyim işte. En son yazımda bahsettiğim gibi sigarayı bıraktım. Bıraktım ama ! Geçen gece 3 , dün 2 bugün de 1 olarak toplam 6 sigara içtiğimi söylemezsem kendimi suçlu hissedeceğim…Yalan söyleyecek halim yok.
Yani Çarşamba öğleden sonradan beri 6 tane içtim. İçtikten sonrada çok pişman oldum. Kendimi suçlu hissettim. Sürekli “Ne gerek vardı” Ne oldu yani içtinde” gibi cümlelerle beynimi yemekle meşgulüm anlayacağın. Hadi içtin bari tadını çıkar. Oda olmuyor. Bir de geçen gün rüyamda 1 tane içmiştim. Onu saymıyoruz değil mi ? Sabah kalkınca kendimi suçlu hissetmiştim. Eyvah gerçekten içmiş olabilir miyim acaba diye baya düşündüm yatakta. Manyaklık parayla değil ki ! Bedava olunca da bol bol kullanıyorum işte. Belki bir irade sorunum vardır. Bilemiyorum. Ama bir sorunum olduğu çok belli.
Bu  arada isyan etmek istiyorum. Ama hiç halim yok açıkçası. Neden, niçin sorularını soracak durumda değilim. Kimseyle konuşup halimi anlatacak durumumda yok. Çünkü halimde bir farklılık yok. Her zamanki halim işte. Eksik şekilde yaşamaya devam ediyorum.. Kocaman bir eksiklik var gibi. Tek isteğim bu günle ilgili mesela. İş çıkışı hemen pijamalarımı giyip, koltuğa uzanıp şu evlilik programını açmak.. Boş boş ekrana bakacağım yine. Arada mutfağa gidip lavaş arası kaşar yemeğimi yapacağım. Ve “bu günde doydum”! Diyerek şükredeceğim. Her gün aynı şeyleri yemekten de çok sıkıldım.
Böyle eve girdiğimde mutfaktan en sevdiğim yemeklerin kokularının yayılmasını hayal ediyorum! Ama bu sadece hayal benim için. Çünkü mutfakta benden başkası yok. Bende de o kabiliyet yok. Lavaş arası kaşarı gözümde büyütüp mutlu olmaya çalışıyorum işte. Napiim. Başka bir şansım var mı ? Yok. Sanki çok mutlu bir hayatım varmış gibi bide sigarayı bıraktım. Çok gerekliymiş gibi.. Birde babam mutlu mutlu beni arayıp sigara raporu almıyor mu L Çok üzülüyorum.. Bak şu an ağlamak geçti içimden. Ama vazgeçtim. Ne gerek var ki ağlamaya ! Ağlasam ne değişecek. Belki akşam ağlarım. İşim gücüm yok nasılsa.
Ortada bir gariplik var aslında. Benimle alakalı bir gariplik. Hani bir cihazın yapımında teknik bir arıza vardır. Ve o cihaz dönem dönem bozulur. Bende öyleyim. Cihazlarda durum daha farklı tabi, imalat hatası olunca hemen piyasadan toplatabiliyorlar. Ama bende durum aynı şekilde işlemiyor işte J Hani Yalan Dünya’da Orçun’un babası Orçun için diyor ya “ Biz bunu yapamadık, olmadı bu” diye. Hah işte sanki bende tam olmamışım gibi J Manyağım demiştim değil mi ? Bak tam 2 dakika önce ağlamak üzere burnum karıncalanmıştı. Ve 2 dk sonrada gülüyorum.  Napiim ben böyleyim işte.
Hiç unutmuyorum ! Bir akşam çok mutsuzdum. Nedenini bilmiyorum ama çok pis ağlayasım vardı falan. Dedim dişlerimi fırçalayayım, makyajımı temizleyeyim, sonra yatmadan önce terasa çıkıp ağlar , sonrada yatarım diye planlamıştım! Yapmam gerekenleri yapıp terasa çıktım. Evet ağlamak için hazırım. Hadi başlayalım dedim. Ama oda ne ! Mahallede düğün mü var, Arka fonda çökertme çalarken ben nasıl ağlayacağım şimdi ? Dedim… Ve terasta 2-3 kere çökertme figürü ile yöresel düğün dansımı yapıp aşağıya inip yattım J Ağlamak için çıktığım terasta 2 çökertme oynayıp, kendi halime güle güle aşağı inmem nasıl bir rahatsızlık belirtisi acaba ? Bilen varsa lütfen söylesin.
Saçma bir yazı oldu farkındayım. Belki konuşmak istiyorumdur. Ama ağzımı açacak halim olmadığı için yazıyorumdur. Kim bilir ?
Şu sigarayı bir çırpıda bırakıveren insanlar. Nasıl garip geliyorsunuz şu an bana anlatamam. Bende aslında başarılıyım. Çokta kötü sayılmam. En azından tiryakiliğim kayboldu. Bu arada dün bir kitaptan bazı bölümler okudum. Bazı çalışmam gereken konular var. Konuların ne olduğunu söyleyemem. Çünkü çok saçma J
Bu blogta eğer yemek tarifleri verseydim nasıl olurdu diye düşündüm şimdi J Epey güldüğümü belirtebilirim. O zaman ilk tarif ile işe başlamak istiyorum. Lavaşı paketinden çıkartıp hafif ısıttığınız tost makinesinin içine açık bir şekilde yerleştirin. Düzgün bir şekilde kestiğiniz kaşarları ortasına dizin ve rulo haline getirin. Ve tost makinasının kapağını kapatıp 4-5 dk pişmesini bekleyin. 5 dk içinde etrafından kaşarların eridiği geleneksel C.Y. yemeğiniz hazır oldu işte J Şimdi 4 parçaya bölüp afiyetle yiyebilirsiniz…
Yarın ki tarifim de Noodle olacak. Aslında yarına kadar sizi bekletmek istemem. Hazır işimde yok. Anlatayım o zaman.. Marketlerde satılan küçük paketler var. Tanesi 900 kuruş. Ama her markette olmayabilir. Paketi açıp kaynar suyun içine atın soslarını da atın. 3 dk kaynayınca yemeğiniz hazır.
Bu arada ben bu beslenme şekliyle sigarayı bıraksam ne işe yarar. Şu yediklerime bir bakın L Bir günde mantı tarifi vermek isterim. Derken yemek blogu maceramda böylelikle sona erdi J
Afiyet olsun !!
C.Y.

8 Mart 2012 Perşembe

SONUNDA


Mutlu bir haberi vermekten dolayı gurur duyuyorum. Evet aslında bunu çok daha önceden yapmış olmam gerekiyordu ama yapamamıştım L Kısmet bugüneymiş demek ki. Hani ev bakmaya gidersiniz. Ama alma gibi bir planınız yoktur aslında. Durumunuz falanda yoktur da öylesine bakmaya gidersiniz. Sonra bir bakmışsınız eller sıkılmış ve siz evi almışsınızdır. Artık geri dönüşü yoktur. Hangi arada aldınız o evi ? Bu kadar borcun altına nasıl girdiniz anlam veremezsiniz ya işte bende aynen öyleydim dün. Hastaneye gittim. Sigara bırakmak için nasıl bir uygulama yaptıklarını öğrenmek için. Yani sigara bırakmak için değil de formülünü öğrenip dönmekti amacım. Ama nasıl oldu bilmiyorum. Ama şu anda sigaram yok ! Dün öğle saatlerinde otlandığım son sigaradan sonra hiç sigara içmedim ! Gerçekten çok şaşkınım. Planım böyle değildi ondan şaşkınım. Bırakmayı hemen düşünmemiştim. Ama böyle oldu. Bir anda ! anlam veremeden oldu bittiye geldi gibi sanki. Bu aşk için bir veda konuşması bile yapamadım. Son bir kez bile sarılamadım sanki. Ve ondan apar topar ayrılıverdim…
Kötü mü oldu ? Hayır . Niye bilmiyorum ama kendimi çok mutlu hissediyorum. Akşam aklıma geldiği zamanlar onu beynimden atmanın bu kadar kolay olacağını düşünmemiştim. Ama oldu. Cebimde param var ve ben hala gidip sigara almadım? Sigara içmiyor olmaktan dolayı mutluyum. Böyle bir özgüven mi geldi desem, yoksa bir güç mü geldi desem bilemiyorum. Ama sigaraya bağımlı olarak yaşamanın bana bir özgüven sorunu yaşattığını anladım diyebilirim.
Bugün güneşli, sıcak ve mutlu bir kadınlar gününü kutluyoruz. Kadınlar günü çok saçma aslında. Her gün bizim günümüz değil mi de 1 günü bize veriyorlar ? Erkekler günü niye yok ? gibi saçma geyiklere girmiyorum.
Sigara bırakma olayına dönersek eğer. Doktor nikotin pastili verdi. 20 gün bunu kullan sonra gel bakalım dedi ? Günde 15 taneye kadar alma şansım varmış. Ama ben dün 1 bugünde sabahtan 1 tane aldım. Tadı kötü olduğu için fazla almayı da düşünmüyorum açıkçası. Kilo almayı bile göze aldım. Ne olur ki yani. Hafif balık etli olurum en kötü J
Sigarayı bırakmayı herkes farklı sebepten yapar. Kimi maddi yükten dolayı, kimi toplum baskısından, kimi de sağlığı için yapar. Ama herkesin bir ana sebebi vardır. Benim 1. Sebebim de özgüven eksikliğimi gidermekmiş. Sağlık ve maddiyat sonraki maddeler yani. Bir insanın içten içe bir şeye bağımlı olup onu bırakamamasını bilmesi ne kötüdür bilir misiniz siz ? İşte ben bunu biliyordum. Ta ki bu güne kadar. Dünyada bağımlı olduğum tek şeyi bırakmak ne güzelmiş böyle… Evet şimdi diyorsunuz “sen böyle konuşuyorsun da daha dur bu günler kritik günler “falan.. Hiç önemli değil. Ben inanıyorum kendime ! Önemli olanda bu değil mi ki zaten.
Bundan sonraki hayatımı dumansız olarak geçireceğim için mutluyum. Ofise gelip bana 2. Sınıf vatandaş olarak bakan siz sigara içmeyen kişiler. Bende sizdenim artık J Doktora göre 6 ay sonra hiç sigara içmemiş gibi olacakmış vücudum. İç organlarım, akciğerim, karaciğerim. Artık sizi bu işgenceyi yaşamaktan kurtardım.
Keşke daha güzel haberler verebilsem. Ama verebileceğim en güzel haber şimdilik bu !
Tüm hemcinslerimin kadınlar günü kutlu olsun. Gönlümüzden tüm geçenler gerçek olsun lütfen J
C.Y.

28 Şubat 2012 Salı

2012


Sanırsam bilim dünyasında çığır açacak bir yeniliği buldum. Şu pınar beyaz reklamlarındaki beyin gibi bağırmak istiyorum “Ben buldumm ben buldumm” diye.. Bulduğum şeye gelirsek eğer. Sevgili insanlık. Belki buna hazır değiliz ama sanırsam alışmak zorundayız. Bu şekilde bir eğitim bize verilmedi zamanında ama biz insanlık olarak bu anlaşma şeklini de çözmemiz gerekiyor.
Çok heyecan verici bir olayı açıklamaktan gurur duyuyorum. Sanırsam artık Telepati Yöntemi ile anlaşmaya başladık. Evet biraz saçma gelebilir. Dediğim gibi buna alışık olmadığımız için verdiğiniz gülümseme tepkisi çok normal. Ama 2012 kehanetleri başladı bir kere. Geri dönüşü yoksa eğer o zaman bizim bu telepati anlaşma yöntemi üzerinde çalışmamız gerek. Şimdi diyeceksiniz belki nereden çıktı şimdi bu diye ?  O zaman dün ve bugün başıma gelen 1 kaç örnekle sizlere durumu açıklayayım.
Dün iş yerimde otururken aklımdan “Off basının uçak biletleri de hala gelemedi” düşüncesi geçiyordu ki,, Outlook’ta pıtır pıtır düşen uçak bileti maillerini gördüm ! Waay dedim önce ne güzel bak düşündüm oldu diye, Sonra öğleden sonra sevgili kankamı ne kadar çok özlediğimi düşündüm. Dırırırım Kankam beni arıyor ! Normalde pazartesileri pek aramaz J Oha dedim ama hala telepatik anlaştığımıza inanmıyorum. Sonra akşam işten çıktım bahçe kapısını açarken “Babama akşam Turist filmini izleyelim” demeyi düşündüm.! Evin kapısını açtım, Karşımda duran babam “Akşam Turist filmini izleyelim mi? “ demedimi. Allahım galiba sana geliyorum dedim J İşte o an fark ettim ki artık telepatik olarak anlaşabilmeye başlamışız. Bu konuya dikkat çektiğiniz zaman örnekler üst üste geliyor. Örneğin akşam arkadaşıma anlatmam gereken bir konu vardı, ama anlatmak için oyunumun bitmesini bekliyordum kii msj geldi ! Bu sabah işe gelirken yolda “Off kahvemiz bitti amaa” diye düşünürken telefonum çaldı. Arkadaşım “Kahve ve süttozundan başka ne almamız gerek” dedi. Oha demek istiyorum. Kısaca bu anlaşma şeklinden biraz tırsıyorum da..
Hep diyorum. Ama kimse bana inanmıyor. Bakın 2012 diyorum, Maya kehanetleri diyorum. Bir etrafınıza bakınız. İzmir bu kış 2 kere kar aldı. İstanbul dersek artık Ankaralı gibi oldular. “Off yine mi kar eziyeti” cümlesini kullanıyorlar artık. Nerede o eski kar görünce facebookta kar fotosu koyan İstanbullular. Artık karı kırk yılda bir yağan güzel bir şey olarak değil, toplumsal eziyet olarak görmeye başladılar. Eee telepatik olarak anlaşmaya da başladık. Ki çoğumuz henüz farkına da varamadık belki.
Ben hissediyorum. 2012’de faklı bir çağa giriş yapacağız. Geçen gün izlediğim eski bir filmde “Gelecek dünyada” kullanılacak bilgisayar şeklindeki saatleri görmüştüm. Dün akşam haberlerde bu saatin yapıldığını gördüğümde Evet dedim kendi kendime, Dünyanın sonu gelmeyecek belki ama, bu çağ bitecek ve çok faklı bir çağ gelecek.Bu çağda teorilerime göre Kayıp şehir Atlantis modeli bir şey olacak. Çok ileri ! Teknolojiye sahip, klonlama yönteminde başarılı, beyinlerde çip olan ve her şeyin akıllı! Olacağı bir hayat bizi bekliyor. Evler ve iş yerleri akıllı olmaya başladı bile!
Ha bu durum iyi mi kötü mü bilemiyorum ? Kayıp şehir Atlantis’in kendilerini nasıl kaybettiklerini düşünürsek eğer, sanırım doğanın dengesinde de değişiklikler olacak. Belki de daha akıllı, daha sistematik bir dünya bizi bekliyor. Ama daha yalnız bir insanlık olacağından hiç şüphem yok açıkçası. Şu çıkan I phone 4 s cihazlarda bir sistem var. Konuşabiliyorsun sistemle. Diyorsun ki etrafımdaki güzel restaurantları bul. O da hemen buluyor. Haaa eğer soruş şeklinde küfür içeriği varsa kadından fırça falan da yiyebiliyorsun. Bu durumda hepimiz bir gün belki akıllı! Cihazlarımızla muhabbet edeceğiz. Ve eski günleri özlemle anacağız J
C.Y.

27 Şubat 2012 Pazartesi

YAZMAK !


Şikayetim var !! Çok şikayetçiyim… Bana garip gelen şeyler belki size de garip gelebilir. Belki de gelmeyebilir bilemiyorum.. Öncelikle şundan bahsetmek istiyorum. İnsanlar konuşa konuşa,  hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşırlar. Yani insanlık olarak bizler konuşarak anlaşabilen varlıklarız. Muhabbet etmek çok doğal bir şeydir. Yeni tanıştığınız biriyle veya daha önceden tanıştığınız biriyle muhabbet etmek en doğal davranış şeklidir.
Ama günümüzde konuşmak öyle bir yere çekiliyor ki ! ki ben zaten konuşkan biri değilimdir. Ama muhabbet etmekten soğuyorum kardeşim. Niye mi soğuyorum. Çünkü korkuyorum!! Neden mi korkuyorum. Çünkü muhabbet edeceğim kişinin arkamdan ne laflar edeceğini az çok kestirebiliyorum! Neden mi korkuyorum. Ben muhabbet edersem çevremin hangi lafları sarf edeceğini bildiğim için korkuyorum.
Şu garip  erkekler ve garip bayanlar .. Evet size sesleniyorum. Bir karşı cins sizinle muhabbet ediyorsa eğer bu onun insanca anlaşma şeklinden dolayıdır. Belki muhabbetiniz karşı cinse keyifli gelmiştir. Ondan sizinle muhabbet ediyordur. Belki de sizin gibi biriyle daha önce hiç karşılaşmadığı için siz ona garip gelmişsinizdir. Ve sizin neden böyle garip olduğunuzu çözmeye çalışıyordur. Gibi gibi bu listeyi uzatabilirim. İlla hemen sizinle konuşan karşı cinsin size asıldığı fikrini nereden çıkarıyorsunuz kardeşim !! Bu nasıl bir ego’dur ve bu nasıl bir kafadır anlayamıyorum. Hani şu geyikler vardır bir de  “Off bana asılıyor yaww” “Yedi beni ayol yediii”  ! Belki de asılmıyor kardeşim. Senin herkese asılabiliten olduğu için kalkıp niye hemen herkesin sana asıldığı fikrine varıyorsun.
Ne oldu yani , ayak üstü konuşurken sana evlilik teflimi etti ? Yada “çıkalım sevgilim” repliklerini mi kurdu ?Bu replikleri kurduysa eğer bile bunu etrafına ballandıra ballandıra anlatmaman gerekli bana göre.  Bu nedenle şu garip replikleri erkekler ve bayanlar kullanmasak artık. Daha insancıl davransak karşımızdaki insanlara örneğin “yazmak” kelimesini “yemek” “götürmek” gibi garip kelimeleri kullanmasak keşke. Ne güzel olur değil mi ?
İnsanı, bu tarz insancıklar! Birileriyle muhabbet etmekten soğuturlar. Valla soğuyorum ben açıkçası. Ben biriyle tanışıcam. Muhabbeti hoşuma gidicek, belki onun yaşadığı hayat tarzı benim hayalimdeki hayat tarzı ve ondan orada yaşama koşulları ile ilgili bilgi alıcam ! mesela diyorum yani. Ve bundan dolayı da hararetli şekilde muhabbet edicem. Arada komik replikler olucak gülücem falan. Ama sonra diyorum ki “ ne gerek var” Çünkü karşı taraf beni yanlış anlayabilir, arkadaşlarım benim ona “yazdığımı “ düşünebilir gibi durumlardan dolayı da konuşmuyorum bitiyor işte. Ben bilmiyor muyum muhabbet etmeyi , ben insan ilişkisi kurmayı bilmiyor muyum ? Ama maalesef erkeklerden ve bayanlardan duyduğum garip yorumlardan dolayı konuşamayan anti sosyal biri oldum çıktım sayelerinde kardeşim…
Genellemeye vurduğumuz zaman maalesef bu tarz kişiler çoğunlukta kardeşim. Dedikodu mekanizması o kadar güzel bir sisteme oturtulmuş ki, Bu sistemlemeyi farklı dallar için kullanabilsek ne kadar başarılı bir millet oluruz kim bilir !
Kısaca tekrar diyorum. İnsansak eğer konuşa konuşa anlaşmalıyız. Bu nedenle birileri birileriyle konuşuyorsa eğer bu o kişinin karşı cinse “asıldığı” anlamına gelmez.. Hem asılsa bile  ki bu normal bir durumdur. Bundan size ne be kardeşim. Ben bu tarz kişiler için bir genelleme yapmayı çok istiyordum. Ama vazgeçtim bak şimdi…
İnsan doğası gereği her bayan ve her erkek beğenilmek ister. Beğenilme durumunu ben hiç istemiyorum ayol diyen yoktur zaten. Diyorsa da yalan söylüyordur. Elbette ki herkesin içinde böyle bir ihtiyaç vardır. Benim de var içimde böyle bir ihtiyaç. Benim şikayetçi olduğum taraf çok farklı. Şikayetçi olduğum bölüm insanların beğenilme ve beğenme arzularını garip sokak replikleri ile o insanın basit olarak lanse edilmesine karşıyım.
Belki ben de yapıyorumdur bu şikayet ettiğim şeyleri... bilemiyorum :)
Bırakın herkes rahat olsun J
C.Y.

24 Şubat 2012 Cuma

MOLA


Ne mutlu bir gün böyle !! Şu halk arasındaki tabiriyle göklerden düşen Cemre var ya ! Ne güzel bir şey o mecazi düşen varlık. 1 -2 günde güneş nasıl bu kadar fazla ısıtmaya başlıyor acaba, Güneş’te düşünebilen bir varlık mı ki? Belli günler gelince “evet zamanı  geldi, hemen dünyaya cemremi atmalı ve daha çok ısı yaymalıyım” falan gibi düşünceler geçiyor mudur acaba ? İlk cemreyi attıktan sonra atması gereken diğerleri için bir yerlere ateşten çentik atıyor mudur acaba ? Cemre atma gününü kaçırmamak için ? Artık nasıl bir açı değişimi oluyorsa güneşte, dünyadan epey hissedildiği çok belli.
İlk düşen Cemre yüzünden mi, güneşin sıcaklığı yüzünden mi, yoksa gezegenlerin konumu yüzünden mi bilmiyorum. Ama şu anda dünyada her ne oluyorsa bunun bana yaradığını söyleyebilirim. Şu an, tam olarak şu saniye, Ne geçmişi düşünüyorum, ne geleceği düşünüyorum. Sadece kemiklerimin daha çok B vitamini alması için mayışıyorum.
Belki de kafamdaki tüm soru işaretlerinin cevaplarını bulduğum içindir. Belki de düşüncelerim berraklaşmıştır. Belki de olayları çözme ve kabul etme aşamasını yeniden başarıyla tamamlayabildiğim içindir. Yine bir fırtına ve ardından çıkan güneş gibisi var mıdır bu dünyada. Aldığın kararların sağlamasını yapıp sonuçtan emin olmak kadar güven duygusu veren başka bir şey var mıdır insanı rahatlatan.
Bu nedenle bugünü mutlu gün ! İlan ediyorum. Herkesin mutlu cuması hayırlı olsun ? Hani şu kola reklamlarında, Cuma akşamı mesaisini bitiren çalışan kesimin evlerine gidip hafta sonuna mutlu başlangıç yaptıkları Cuma akşamı var ya , işte bizde bugün bunu yapalım. En azından bunu deneyelim. Bu hafta sonu, maddi sorunları, gelecek kaygılarını, koşuşturma hallerini, yanlış ilişkileri ve geçmiş acıları düşünmek yerine deniz kenarında oturup boş boş manzaraya bakalım mesela , Cumartesi gecesi sevdiklerimizle  toplaşıp keyifle kadeh kaldıralım (tekila olmasın ama L ) Bu akşamki Yalan Dünya bölümünde fazladan kıkırdayabiliriz mesela ?
Diyet yapanlar ! Bugün ödül olarak kocaman bir pizza yesinler, Benim için yapabilirler bunu.Lütfeen J Bu hafta sonu evini temizlemek zorunda olanlar! Gerek yok, her hafta zaten kirleniyor o ev, temizlesen de temizlemesen de , bırak 1 haftasonu örümcekler bayram etsinler, 2 gün fazladan yaşasın garibanlarJ
Ütüler, bulaşıklar, hepsi dağ gibi olup kaynaşsınlar birlikte. Her ne yapılması “gerekiyorsa” Bu hafta sonu “gerekmesin” bir hafta sonu da o parkeler silinmesin kardeşim. Parke düşünebilen bir varlık değil ki ? “Bak sennn tembele bakk, niye hala beni temizlemiyor bu kadın” diye arkandan dedikodu yapmayacaktır bence.. Örneğin bu hafta sonu hiç haber izlemeyelim. Ne o öyle cinayetler, kazalar,cinayetler… Sen izlesen de izlemesen de dünyanın bir yerinde olmaya devam edecekler nasılsa. Bırak o haberler bu hafta sonu senin içini şişirmesin. Onun yerine daha çok müzik dinleyebiliriz mesela. Mutfakta yemek yaparken dans edebiliriz belki de, Sevgilisi olanlar ! Benim yok ondan size bir akıl veremiyorum… Ha çok istiyorsanız eğer benim için bir kere sevgilinize kocaman sarılabilirsiniz !  Politikayı çok sevenler, 1 güncük “Ne olacak bu devletin hali” cümlesini kurmayın lütfen, Boş ver pazartesi zaten her şey aynı şekliyle kaldığı yerden devam edecek.
Tüm sorunlar, tüm mutsuzluklar genel olarak hep varlar zaten. Kısa bir tatil yapsak, Bir molaya ihtiyacımız yok mu ? İstanbul’da yaşayanlar, Benim için bu hafta sonu Büyükada’ya gidebilirler, Yokuşta başlayıp tepeye kadar hiç konuşmadan dileklerini dileyip çıkabilirler, tepeye çıktığınızda bira da benden olsun J Parkeleri, camları temizlemek yerine o manzaradan bakmak daha zevki değil mi ama ?
Kısaca bugün ile başlayan bu hafta sonunu “Mutlu Haftasonu” ilan ediyorum.
Hepimize iyi eğlenceler J
C.Y.

23 Şubat 2012 Perşembe

DOGUM GUNU MU ?


Bugün çok sevdiğim birinin doğum günü ! Çok sevdiğim kelimesinin üstüne basmak istiyorum! Çünkü ben herkesi severim aslında. Uyuzdur mesela ama severim, öyledir aslında ama napalım der yine severim. Çok kızarım 3 gün sonra yine severim. Çünkü herkes iyidir aslında hayatta, ve herkes duruma göre de kötüdür bana göreJ
Bilenler bilirler, benim kalbimin bir sağ kapakçığı vardır. Benim için o kadar özeldir ki, o sağ kapakçık olmadan hep eksik olur gibi hissederim. Ve onun varlığından dolayı da şükrederim hep ! Bundan 1 kaç yıl öncesine kadar kalbimin sağ kapakçığı bana yetip de artıyordu aslında. Ta ki o fiziksel olarak uzaklara gidene kadar. Bu nedenle bir karar vermiştim. Sosyal olmaya karar vermiştim. Ama sosyallikten kastımın ne olduğunu Allah çok iyi biliyordu. Bu nedenle de karşıma belli kişiler çıkardı. Eleme yöntemiyle içlerinden birkaç tanesini seçtim. İşte o birkaç taneden birinin kıvırcık olanın ama aslında genel olarak düz olanın bugün doğum günü. Bundan birkaç yıl öncesine kadar birilerini bu kadar sevebileceğimi hiç düşünmezdim. Ama düşünmediklerimiz gelir ya hep başımıza, bu da böyle oldu işte…
Hani hep diyorum ya , duvarlar, duvarlar... Bu duvarlarımı örmemin de kendime göre bazı sebepleri vardır. Kendimi koruma içgüdüsü içinde olduğum içinde olabilir. Bu nedenle beni tanıyanlar beni sadece yüzeysel olarak bilirler, Benim onların öğrenmesini istediğim kadarını bilirler. Belki biraz gıcık, uyuz gibi kelimelerle anılırım dışarıdan. Ama sorun değil benim için J
Bir örnek vermek istiyorum. Ne alaka demeyiniz. Benim alaka kavramım da böyle ne yapayım..
Sörf yapanlar bilirler. Sörfte başlangıç kuralları vardır. Önce sörfün üstüne çıkarsın, dengeni bulursun ve yelkenini kaldırırsın, rüzgarın yönüne göre yelkenini ayarlarsın ve ilerlemeye başlarsın. Bu bölümü yapmak için çokta usta olmaya gerek yoktur, birazcık çalışma ile tin tin gidebilen bir sörfün üstünde kendinizi bulabilirsiniz. Ama sörfte altın bir kural vardır. Bu kuralda çok ince bir çizgidedir. Ya tüm korkularını yenip en kötüyü düşünerek kendini serbest ve rahat bir şekilde geriye doğru bırakırsın. Ya da bir türlü bırakamazsın. Profesyonel sörfçü ile amatör sörfçü arasındaki ince çizgi işte tam olarak budur. Korkularınla yüzleşip vücudunu geriye bıraktığın zaman ! Sörfünle alacağın açı ve denge unsuruyla yelkenin daha çok rüzgarla dolar ve sen tabiri caizse “Uçarsın” İşte o zaman gerçekten sörf yapmış olursun. Rüzgarı ve hızı hissedersin. Ya da korktuğun için kendini arkaya hiçbir zaman bırakamazsın ve tin tin şeklinde düşe kalka yavaş yavaş sörf yapmaya çalışırsın ! Ki buda zevkten çok ızdırap verir insana artı gereksiz kas ağrısıda yanında hediyesidir!
İşte bana göre dostluk ve arkadaşlık arasında da böyle ince bir çizgi vardır. Bu ince çizgiyi geçebilirsen dost olursun, geçemezsen de arkadaş olursun.  
Off aslında saçma bir yazı oldu farkındayım. Çünkü itiraf etmek gerekirse kafam başka yerlerde şu anda. Bu nedenle de ortaya karışık bir yazı çıkıyor işte. Ne yapayım.Sertar Ortaç’tan “Kafamda deli sorular” şarkısıyla dans mı edeyim yani ? Bu yazıyı okuduğun zaman biraz garip gelebilir. Ama sen benim ne demek istediğimi anlayan biri olduğun için kendimi kasmaktan vazgeçiyorum. Hayır korkuyorum birazdan Yemek tarifine falan geçmekten. ***Hani kuru fasülyeyi yapmadan önce 1 gün suda bekletmelisin, eğer bekletmezsen kuru fasülye pişmez pişemez, İşte bu aramızdaki güzel bağda öyle bir şey, ya gaz yapar hayatında,  yada yapmaz*** gibi örnekler verebilitem çok yüksek şu anda. Bu nedenle bugüne kadarki korumaya çalıştığım “çizgimi” bozmamam lazım. Sen beni anladın zaten. Kuru fasülyeye gelirse. Çok ta saçma bir örnek olmadı aslında “dermişim”
Neyse diyorum ki. Doğum günün kutlu olsun. Büyüyoruz galiba biraz, Ama olsun büyümenin avare ve komik gençlik yıllarından daha güzel olduğunu hissediyorum. En azından keyif alma sürecimiz büyüdükçe artıyor ondan eminim yani. İyi ki ben birkaç yıl önce bir karar almışım, ve iyi ki sende benim karşıma çıkmışsın J 
Kısaca I love you kıvırcık J
C.Y.
Not//: Tüm internet araştırmalarımda toplamda 1 adet 31. Yaş pastası bulabildim. O pastayı da hiç beğenmedim. Anladığım kadarı ile insanlar 30 dan sonrasında pasta yaptırmıyorlar. Niye 30 yazıyor diye sorma yani J

GECMIS GELECEKTIR


Son birkaç günümü kukuman kuşu gibi düşünerek geçirdim. Düşündüm düşündüm, kendimle kavga ettim, bazı şeyleri sorguladım, bazı şeylerimi çöpe attım. Çocukluğumun güzel anıları aklıma geldi bazen, Gözüme makyaj malzemesi yerine uhu sürdüğüm için gözlerimin yapıştığı an aklıma geldi ! gülümsedim, Yada abimi deli edip odama kapandığımda onun beni odada sıkıştırma hayallerini, ben camdan 1. Kata inip annemin arkasına saklanarak suya düşürdüğümü hatırladım. Ne yapıp eder hep ben haklı çıkardım ! Ya da çocukken abimle izlediğimiz vampirli korku filminden sonra benden 5 yaş büyük olmasına rağmen onu nasıl yatağına yatırıp üstünü örttüğümü hatırladım. Beni şaka yoluyla boğmak suretiyle neredeyse öldürmek üzere olduğu deli anımız gözümde canlandı, Gülümsedim…
Uzun zamandır hiç aklıma getirmediğim kötü anılarımı da çıkardım ortaya. Aslında hepsi kendiliğinden geldi desem daha doğru olur… Yediğim kazıkları hatırladım birer birer. Sevgili kız arkadaşlarımın bana özenle attıkları kazıklar aklıma geldi. Ya da başıma gelen kötü anlar. Hepsini unuttuğumu sanmıştım aslında. Artık izleri kalmamıştır diye düşünmüştüm. Ama hepsi aslında ne kadar canlı bir şekilde duruyormuş beynimin gerekli yerlerinde! Sonra ailemi düşündüm. Beni yetiştiren annemi ve babamı, hafızamda kalanları çeyizim gibi açtım birer birer, 11 yaşımda babamın beni ilk defa daldırış anı geldi aklıma,13 yaşımdayken çalıştığım dalış teknesinde denize düşme anım geldi, Ailece yaptığımız tenis turnuvaları geldi mesela aklıma. Ben babamla , abimde annemle ortak olurduk. Ve her zaman galip gelen taraf benim tarafım olurdu. Teniste kasaba şampiyonu olduğum maç aklıma geldi, babamın heyecandan kortun etrafını arşınlanması gözüme geldi. Annemle yaptığımız mutfak anılarıma da baktım. “Kaç tepsi börek istersin” sorusuna “8 tepsi” cevabını geyik olarak versem de bana 8 tepsi börek yapan annemi hatırladım. Şömine başında toplanan sıcak, samimi ve kavgasız bir aileye sahip olduğumu hatırladım…Gülümsedim..
Sonra babamın iş hayatı aklıma geldi mesela ! Küçük bir çocuk olarak babamın iş yerinden güvenlik görevlileriyle dışarıya atılmaya çalıştığım an aklıma geldi. Babamın sicilini korumak için ne kadar soğukkanlı ve başarılı bir hamle ile gidip müdüre odasında yumruk vurmamak için nasıl sabrettiğini hatırladım. Koskoca müdürün ! Annemler 1 yıllığına İngiltere’ye gittiklerinde bana “senin annen artık başka çocuk edindi ve orada ona bakacak, seni unutacak burada” dediği an aklıma geldi. Küçücük bir çocuk olarak anneme telefonda “Başka bir çocuk bulmuşsun “ dediğimi hatırladım..Babamın 1 yıllık sürgün sürecini hatırladım mesela, Köpeğimiz o kadar hisliydi ki babamın dava kararıyla temelli geri geldiği gün resmen hissetmiş gibi çıldırmıştı evde. Müjdeli haberi ilk o bize bildirmişti. Yıllarca kendisine selam verilmeyen bir iş yerinde çalıştığı günler aklıma geldi. Babamın nasıl karakterli bir kişi olduğu aklıma geldi kısaca. Yılların sonunda tüm çekilen zor günlerin ardından hak ettiği yeri nasıl bulduğunu gördüm ve görmeye devam ediyorum.
Oturdum tüm geçmişimi bir bir gözümün önüne getirdim. Bu güne nasıl geldiğimi görmek istedim çünkü. Çünkü geçmişim beni oluşturanlardı. Ailem ve arkadaşlarımdı beni şekillendiren faktörler.  Şu araba reklamlarındaki söz var ya hani ! “Sizi farklı kılan Karakterinizdir” sözü hani. Çok etkilenmiştim bu sözden. Çünkü insanın karakteridir hayattaki yerini belirleyen. Eğer karakteriniz sağlamsa, mayanız tutmuşsa bir kere ! O zaman büyük fırtınalardan korkmamak gerekli hayatta. Ben geçmiş hayatımda benimsediğim bazı davranış şekillerinin farkına vardım. Üniversite hayatımda bana kazık atan kıza hiçbir şey yapmadım mesela! Ama onun kendi hayatını sonra nasıl mahvettiğini izledim. Ben buna sebep olmadım hiçbir zaman, Bana yapılanları bende başkalarına yapmalıyım gibi bir mantığa sahip olmadım. Çünkü biliyordum ki “Hayatta herkes herkesi çok iyi biliyor” Bugün bilmiyor olabilir belki, ben karakterimi koruduğum takdirde elbet yarın bilecektir. Bazı kişilerde bilmeyeceklerdir elbette ! Gözlük camlarını temizlemedikleri sürece hayatı puslu görmeye devam edeceklerdir bundan önce olduğu gibi ve bundan sonra olacağı gibi !
Hep dediğim gibi, “Hayatta ne edersen onu bulursun”  Bu cümleyi defalarca duyup yinede “etmeye” devam ediyorsan bulduklarından da yakınmayacaksın derim ben. Bu nedenle bu vesile ile ; Benim temelimi kendi düzgün karakterleri sayesinde doğru atan sevgili babama çok teşekkür ediyorum. Ve şu an hayatta olmayan sevgili Anneme de çok büyük bir minnet duyuyorum. Belki fiziken aramızda yoksun ama ! O senin bakışların, adalet duygun, olaylara karşı bakış açın ve her türlü zor duruma soğukkanlı bir şekilde çözüm bulma huyların varya  ! İşte onlar benimle devam ediyor…Hiç merak etme sen…
Kısaca çok teşekkür ediyorum…
C.Y.


17 Şubat 2012 Cuma

NOTR


Nötr durumda olmanın ne demek olduğunu hepimiz biliriz. Biliriz ki hayatımızın bazı dönemlerinde nötr duruma geçeriz. Bu dönemlerde ne yüksek sesle kahkaha atarız ne de haykırarak ağlarız. Sanki bazı duygularımız kanın vücuttan çekilmesi gibi çekilivermiştir içimizden. Bazı duyguların eksikliği aslında rahatlık verir insana. Ama sonunda şiddetli bir fırtınanın geleceğini biliyorsanız eğer biraz gerginlikte yapabilir vücutta. Evet dün ve bugün tamamiyle nötr durumdayım. 2 günlük bu durum ne zaman değişir hiçbir fikrim yok. Ama şimdilik tadını çıkarmaya çalışıyorum.
Kısaca dünyaya boş gözlerle ve boş bir kalple bakıyorum. Kocaman bir sıfır’ın kenarında gibi hissediyorum kendimi. Duygu durumu sürekli değişen benim bile duygu durumumda herhangi bir değişiklik olmuyor son 2 gündür. Ne heyecanlanıyorum, ne üzülüyorum, ne seviniyorum. Sadece yaşıyorum işte. Kalkıp rutin günlerimi yaşıyorum sadece. Benim gibi bir kişilikseniz eğer, ve kendinizi bu şekilde tanıyıp kabul ettiyseniz bu durumunuz biraz garip ama bir o kadar da hoş gelebiliyor insana.
Ben hayatı coşku ile yaşamayı seven bir varlığımdır. Ne kadar bu coşkuları yaşadığımı çoğu kişi fark etmese de ben coşkuyu çok severim hayatımda. Hayatımda iniş çıkışların olması beni ayakta tutandır. Çok büyük bir mutluluğu sonra üzülmemek için yaşamaktan vaz geçecek bir kişi değilimdir ben. Elim acıyacak diye taşın altına koymaktan vazgeçmem ben. Çünkü bana göre yaşıyorsak eğer, gerçekten yaşamak lazım hayatı. Öyle kenarından aman bana bi zarar gelmesin diye bazı duygulara kendimi kapatıp sadece seyretmeyi sevmem ben. Aşık oluyorsam eğer sonundaki göz yaşlarını da kabul etmişimdir her zaman. Yaşadıklarım benim yanıma kar kalanlardır çünkü.
Son 2 gündür işte bu coşku eksikliğini çekiyorum hayatımda. Çok sevdiğim dizi başladığında bile arkamı dönüp başka bir şeyle ilgilenebilecek kadar garibim yani. Hani yemeği tadarsın ve “bunda bir şey eksik” dersin. Düşünüp bir sürü ihtimali sunarsın. Şu eksik, belki şu da eksik diye. İşte bende de hayat coşkusu eksik.
Ama olsun. Bugünlerde geçecek elbet. Benim iç dünyam bu kadar sakinliği elbet kaldıramayacaktır. Ve sonunda isyan bayrağını çekerek eski formuna geri gelecektir elbette. Ben hayatın en çok hangi özelliğini seviyorum biliyor musun? Bilmiyorsun tabii saçma bir soru oldu J
Ben hayatın “değişebilirliğini “seviyorum. Kendini yenilemesini seviyorum. Hayatımızın şekli değişmese bile (ki benim uzun yıllardır herhangi bir şekil değişikliği yaşadığım falan yok)  bizim hayatı yaşama şeklimiz değişiyor. Her gün aynı şeyleri yapan insanların her gününün birbirinden farklı olmasının başka nasıl bir açıklaması olabilir ki ? Kısaca bekliyorum. Her zamanki gibi bekliyorum yine. Kanepeye uzanmış, yanımda kahvem, üstümde battaniyem boş gözlerle tv ekranına bakıyorum. Ama elbet bir gün değişecek.
Gün gelecek benim gözlerim yeniden parlayacak. Yanağımdaki gamzem yine çok gülmekten dolayı çukurlaşacak. Yine mutluluktan dolayı dünyanın rengi toz pembeye dönecek. Bir sabah kalktığımda heyecanla yataktan kalkıp en sevdiğim parça eşliğinde giyineceğim belki. Sonra yine koşarak işe gideceğim. Belki hayatım değişmeyecek ama benim onu algılama şeklim yeniden değişecek.
C.Y.