365 yazı ve ben

365 yazı ve ben

8 Aralık 2011 Perşembe

HATLAR KARIŞTI


Bugün genel olarak güzel bir gün. Sakin, sessiz, güneşli ve pozitif bir hava var etrafta. Tüm erkekler büyük derbiden bahsediyorlar. İnternette laf savaşları dün geceden beri keyifli şekilde devam ediyor. Öğle yemeğine gittiğimde üzgün surat ifademe üzülen garson bana Fenerbahçeli misiniz diye sorduğunda ona asıl derdimin ne olduğunu anlatamadım bile…
Kızlarda akşamki dizinin havasındalar sanki hala. En azından ben öyleyim. Biri şu prensesi öldürsün yoksa artık bu diziyi izleyemeyeceğim. Hele birde koca dudaklarıyla “bean aşık oluyore” demiyor mu. saçlarından sürükleyesi geliyor insanın. Saçma sapan belki ama Hürrem’in dün akşamki bölümde sevdiği adamın başka bir kadınla beraber olmasından dolayı yaşadığı acıyı tüm bayanlar gibi bende fazlasıyla hissettim. İnsanın sevdiği adamı başka bir kadınla paylaşmasının ne kadar zor bir durum olduğunu gördüm dizide. Ve bu durumu engellemek için yapabileceği hiçbir şeyin olmadığını da.
“””””””Topkapı sarayını gezdiğimde gerçekten çok etkilenmiştim. Fakat Harem bölümünde bu kadar garip hissedeceğimi hiç düşünmemiştim.
Haremin soğuk mermerlerle döşenmiş uzun girişinden, odalardan, avludan, kapalı kepenklerden, içerideki soğuk havadan, devasal 2 altın işlemeli aynadan neden bu kadar etkilendim bilmiyorum. Ama haremde dolaşırken zevk almadığımı belirtebilirim. Tüylerimi diken diken eden garip, ürpertici ve korkutucu bir his yaşamıştım. Mekanların enerjisi olduğuna inanan bir insanımdır. Bir odanın içindeki mutluluğu veya acıyı sadece koklayarak anlayabiliyoruz bence. Odadaki mobilyalar, ve eşyalara bakmaya da hiç gerek yok bunun için. Bazı yerlere gittiğimde lüks içinde olsa bile oranın “soğuk” olduğu izlenimini edinmemim başka bir açıklaması olamaz sanırım.
Birde en az eşyası olan bir eve girdiğinizde ortamın “sıcak” olduğunu hissedebilirsiniz. Ben hissedebiliyorum kısacası. Bu nedenle de görkemiyle, ihtişamıyla ve duvardaki çinilerine rağmen içerideki korkutucu havayı hissedebilmiştim.
Haremi gezerken kafamdan şu cümleler geçiyordu. “Kim bilir şu anda üstüne bastığım mermerin üstünden kaç genç kızın cansız bedeni geçmiştir” “Kim bilir ne gözyaşlarıyla yıkanmıştır bu avlu” , “ne entrikaları duymuştur bu duvarlar” “Bu şöminelerde kim bilir hangi gizli yazılar yakılmıştı” Odaların dili olsa da konuşsa keşke. Nasıl bir hayat olduğunu oralarda. Hırsları uğruna nasıl canlara kıyıldığını ve  bir çok kadının “özgürlüğün” ne demek olduğunu bilmeden yaşayıp öldüğü bir hayatı…”””””
----Çok etkileyici bir yazı yazmayı istiyordum. Ama etraftaki seslerden dolayı kulaklarımı tıkasam bile hiçbir şey yazamıyorum. Bir tarafta sürekli “oraya gidelim” “buraya gidelim” diyerek plan yapan bir sarışın var. Öteki tarafta elindeki telefonundan birbirinden çok ama çok acayip parçalar çalarak bunalımdan , göbek havasına geçecek kadar geniş bir yelpazeyle dj lik yapan bir varlık var…
Ve ikisi de sürekli konuşuyorlar. Konuştukları konuları en başından buraya yazsaydım daha iyi bir yazı olacağından hiç şüphem yok. Bir de arada bana dönüp kusura bakma yeaa bu kadar konuşmaya sen yazabiliyormusun diye sormuyorlarmı. Yarım ağızla evet dediğimdeyse konuşmalar yetmiyormuş gibi İbrahim Tatlıses’ten bir parça gönderiyor bana…
Böylede afişe ederim J
C.Y.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder