Hepimiz bugüne gelebilmek için sırtımızda tonlarca kilo biriktirdik. Sırtımızda kocaman bir çuvalla yavaş ve emin adımlarla yürümeye çalışıyoruz. Çünkü yeterince ağır olan yükümüze yeni bir yük daha eklemek istemiyoruz artık. Bu nedenle bastığımız yerlere dikkat ediyoruz. Yükümüzü sıkıca tutuyoruz dengemizi bozmasın diye. İnsanlarla mesafeli ve garantili ilişkiler yaşamaya çalışıyoruz. Duvarlarımızı ördük ne de olsa. Bu kadar kalın duvarlardan hala bir zarar gelir mi diye düşünüyoruz arada. Sonra içimizi rahatlatmak için “yok duvarlarım çok kalın” “artık bana zarar gelemez” diyoruz. “Artık o eski insan değiliz” diyoruz. “Artık bambaşka biri var çünkü ortada”…
“Artık güçlü olduk” diyoruz. Güç bizim elimize geçti bir kere. Bundan sonra benim devrim başladı diyoruz. Sonra bir bank görüp yorgunluğumuzu hatırlıyoruz. Ve yükümüzü kenara bırakıp karşıdaki manzaraya bakıp iç çekiyoruz. Ne güzelmiş kısa bir süreliğine de olsa yüklerinden kurtulmak. Sonra Karşımıza birisi çıkıyor. Onunla yüklerimiz olmadan muhabbet ederken. Bir anda eski yaşadıklarımız ve “öğrendiklerimiz” aklımıza geliyor. Ve çaktırmadan bankın kenarından birkaç “eski” şeyi çıkartıp karşıdaki insana veriyoruz. İçimizden de “oh be bu yükten kurtuldum en azından” diyoruz. Çünkü biz inkar etsek te bugüne kadar “bize yapılan her şeyi bizde başkalarına yapmaya çalışıyoruz” içten içe. Bu sefer öğrendik çünkü. Ondan önce bizim hareket edip ondan “güçlü” olduğumuzu ispat etmemiz gerekiyor ne de olsa.
Çünkü yaşanmışlıklarımız güç savaşına dönmüş bir kere. Eskiden sana yapılanlara karşı herhangi bir şey yapamadığın için bundan sonra savaşacağına söz veriyorsun kendi kendine. Artık bizimde silahlarımız var, bizde bu savaşın içindeyiz diyoruz.
Mutluluğun güçlü olmakla başlayacağına inanıyoruz belki de, ağlamanın, duygusallığın, daha çok sevmenin, değer vermenin ve özen göstermenin zayıflık işareti olduğunu kodluyoruz içten içe. Sevgini gösterdiğin zaman yenilirsin imajımız var çünkü kafamızda. Bundan öncekilere gösterdik de ne oldu. Hep yenilen biz olmadık mı diye konuşan bir EGO’yu besliyoruz sadece. Ve bazen öyle bir gün geliyor ki eski yaşanmış kötü tecrübeler yüzünden karşıdaki iyiyi göremez oluyoruz. Karşıdaki insanın iyi tarafları yerine kötü taraflarını görmeye ve buna karşılık vermeye beynimizi programlamamışmıydık zamanında…
Sonra da başlıyoruz şikayete.Ve öyle bir konuşma geçiyor ki içimizde sonunda bizi haklı çıkarması gereken tüm ince cümleleri kullanıyoruz kendimize. “Hep bu yükler yüzünden” , “bu yükler olmasa ben bunları yapmazdım” “biliyorum ki herkes bana aynı şeyleri yaşatacak” “bu nedenle de benim hazır olarak beklemem de ne sakınca var ki ? “ “ben sadece kendimi koruyorum” “benim bu işte hiç suçum yok” “belki benimde biraz suçum vardır ama yine de ben haklıyım” gibi güzel ve motive edici cümlelerle kendimizi kandırmaya devam ediyoruz belkide…
Ve sonunda“sevgi””aşk””heyecan” “bağımlılık” gibi duyguları tamamiyle birbiriyle karıştırmaya başlayan bir insan ortaya çıkartıyoruz. Sevmediklerimize “değer” verirken , sevdiklerimizi hırpalıyoruz. Bizi heyecanlandıran kişilere aşık olduğumuzu zannediyoruz. Bağımlı olduğumuz kişiyi sevdiğimizi düşünüyoruz. Gibi karmakarışık bir hayata hoş geldik işte…
Peki biz nerede hata yaptık ? Güçlü olduk ama yine ortada bir karışıklık var. Hani güçlü olunca yara almayacaktık. Yara almamak uğruna “yaşamamayı” seçmemişmiydik zamanında.
Belki artık GÜÇLÜ olmaya ve GÜÇLÜ gözükmeye çalışmaktan vazgeçme zamanımız gelmiştir. Belki etrafa ördüğümüz duvarlarımızı yıkmanın zamanı gelmiştir. Belki beynimizdeki ve kalbimizde örümcek ağlarını temizleme zamanımız gelmiştir.Belki de gerçekten hissederek yaşayabilmek uğruna tüm gardımızı indirmenin zamanı gelmiştir…
C.Y.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder