Ortalama 2 ay önce girdim bu “blog dünyasına”, birkaç yıl önce de 1 gecelik bir denemem olmuştu aslında. Keşke daha önce tanışsaydım dediğiniz durumlar vardır ya hani. Bende aynen öyle hissediyorum şu günlerde. Eskiden iş dışındaki zamanlarımı sosyal paylaşım sitelerinde onun bunun resimlerine, paylaştıklarına bakarak ve daha çokta oyun oynayarak geçirirdim. Böyle geçip gitmiş günlerime bakınca üzülüyorum şimdi.
Sosyal paylaşım sitesi olan Facebook’a baktığımda sanki ortada bir şov hayatı var gibi görüyorum. Sanki ortada bir mizansen var ve bizde her gün bunu oynuyoruz gibi geliyor artık. Oradaki tüm arkadaşlarım ve ben de dahil mutlu, tüm resimlerinde gülen suratlar var ortada. Sürekli eğlenen orada burada yemekler yiyen, arkadaşlarıyla güzel manzaralı yerlerde bulunan, sosyal insan topluluğunu izliyoruz. Bu kadar mutlu bir hayatı izlemek keyifli aslında ama tam olarak gerçek gelmiyor bana. Çünkü kimse hüznünden, acısından bahsetmiyor, kimse henüz ağlarken çekilmiş bir resmini koymadı en azından…En azından ben o sitedeki kadar mutlu değilim...
Oysaki blog dünyasında tanıştığım insanlar var. Hiç tanımadığım ve büyük ihtimalle hiç tanışmayacağım kişilerin hayatlarını okuyorum bu sayfalarda. Bir kişinin yaşadığı bunalımları hissediyorum, bir gün kızının varlığından şükrederken diğer gün onunla gelen zorlukları anlatıyor örneğin. Çocuğunun hastalığından dolayı duyduğu endişeyi paylaşıyorum onunla, ya da diğer bir kişinin yurt dışındaki yalnız hayatını okuyorum. Kitaplara gömülüp, soru işaretlerini kitaplarda bulmaya çalışmasını görüyorum. Bir de o kitaplardaki en etkilendiği bölümleri yazıyor ya, benim de soru işaretlerime cevap oluyor aslında. Bazen de garip yazılar okuyorum. Belli ki yazanın kafası epey bir karışmış, yazmış yazmış ve sonuna da bir not eklemiş. “Bu yazıyı anlamaya çalışmayın” diye. Burada tanımadığım ama tanımaya başladığım insanların gerçek hayatlarını izliyorum kısacası. Bazen mutlular, bazen şikayetçiler, bazen umutları var, bazen de tüm dünyanın derdini sırtlarında hissediyorlar derken hep beraber yaşayıp gidiyoruz işte…
Bloglarda yazan insanlar tamamiyle kendileri için yazıyorlar ! Kendi kendilerine anlatmak istedikleri, paylaşmak istedikleri bir şeyler var çünkü. Bir nevi kendi dünyalarını yaratmışlar ve orada kendi kendilerine muhabbet ediyorlar gibi. Çünkü kendi sordukları sorulara kendilerinin cevap vermesinin başka bir açıklaması olamaz bence…
Bu blogtaki her bir İNSAN gibi bende ücretsiz terapi görüyorum son 2 aydır. Okuduklarım ve gördüklerimden dolayı benim gibi hisseden başkalarının olduğunu da görüyorum. Terapiye gidip doktora derdimi anlatacağıma bu satırlara yazıyorum tüm dertlerimi. Ne de olsa doktorda dinliyor, bu sitede dinliyor beni. Benim ilaca veya tavsiyeye çok ihtiyacım yok şu günlerde. Tavsiyeler havalarda uçuşuyor çünkü. Herhangi bir sorunum olduğunda belirtileri ve tedavi yöntemleri de elimin altında. İlaç kullanmam gereken bir düzeye de gelmediğim için. Sadece kafamdan geçen fazla cümleleri birilerine anlatma ihtiyacım var sadece. Bunu da konuşarak tam olarak istediğim şekilde yapamadığım için yazıyorum işte.
Kısaca durum böyle… Dün akşam yatağımda uyumaya çalışırken 70’li rakamlara ulaştığım için, “bir gün 365 yazı biterse ben ne yaparım?” sorusunu sordum kendime. Ve bu ihtimal beni üzdü açıkçası. Her güzel şey gibi, 365 yazınında çabucak bitmemesini diliyorum…
C.Y.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder