365 yazı ve ben

365 yazı ve ben

28 Kasım 2011 Pazartesi

POFFF


 “Güzelliğine güvenme bir sivilce yeter” derlerdi sanırım. Bu lafı neden söylediklerini çok iyi anladım. Gerçekten bir sivilce tüm güzelliğini ve hayat sevincini götürebiliyormuş demek ki. Kaç gündür tek derdim sivilcem. Onu umursamamaya çalışsam da aklımdan çıkmıyor bir türlü.
Tıp ve teknoloji bu kadar ilerlemişken alt tarafı bir sivilceye nasıl hala çözüm bulamıyorlar anlayamıyorum. Sözde sivilce kremi olarak geçen kremde etrafıma bulaşmaktan başka hiçbir işe yaramıyor doğrusu. Sanırım ben takan biriyim. Taktım mı bir kere vazgeçemiyorum düşünmekten. Dün sivilce bunalımım yüzünden odamda boş gözlerle dolanırken Tanrı’dan sivilcemi yok etmesini diledim. Ama pazarlık yapmaktan da kendimi alamadım. “Tanrım ilk dileğim şu sivilceyi yok etmenizdir. Bu işten kurtulduktan sonra diğer dileklerime geri dönebiliriz” dedimJ
Aslında itiraf etmem gerekirse bunalımımın tek sebebi sivilcem değil. Belki sivilcem bunalıma girdikten sonra bile çıkmış olabilir. Benim derdim başka kısacası. O kadar büyük bir derdim var ki çözemiyorum ve işin içinden bir türlü çıkamıyorum.
Tam olarak derdim. “Ortalama sorunumun olması” Ortalama sorunu tam ifade olmayabilir belki ama derdimi ifade edebiliyor en azından. Girmiş olduğum tenis turnuvasında tam bir hezimete uğradım. Bir önceki maçımda çok daha iyi bir kadınla oynamış ve gerçekten güzel bir tenis ortaya koymuştum. Fakat bu maçta sanki tenise yeni başlamış biriyle aynı seviyedeydim. Elbette ki top yuvarlaktır. Ve bazen kazanır bazen kaybedersin. Ve oyunun her zaman aynı olmaz ama bir oynadığın oyunla diğeri arasında hiç mi benzerlik olmaz be kardeşim.
Bir oyunda en iyi seviyedeyken diğer oyunda nasıl başlangıç seviyesine düşebilirsin ki ? Dün akşam izlediğim Federer-Tsonga maçında da gördüğüm gibi. Spor İstikrar meselesidir. Tsonga servis, güç, kondisyon açısından iyi taraf olmasına karşın maçı istikrar sahibi ve soğukkanlı Federer aldı. Federer’in tüm rekorları kırmasının sebebi de bu istikrarı. Karşısında kim olursa olsu standart oyunuyla sonuna kadar mücadele ediyor. Ve soğukkanlılığıyla adını tarihe yazmış oluyor işte.
Bu akşam çiftler maçım var. Artık karnımda kelebekler uçuşmuyor. Yenilmeye alıştığım içinde kelebekler kaçmış olabilir aslında. Kısacası heyecan yok. Ama derdim maç yaparken zevk alamamak. Babam maçlardan sonra hep aynı cümleyi kurar. “Bu oyundan çok zevk aldım” Yani tüm tenisçilere soruyorum. Bana işkence gibi gelen bu aktivitenin neresinden zevk alıyorsunuz ki. İnsan maçın en önemli sayısını atarken kendi kendine “Benim burada ne işim var beaa” dermi hiç ?
“Niye bu topun peşinden koşmak zorundayım””Bu stresi çekmek için bir de üstüne para veriyorum” “Şimdi daha mutlu ve huzurlu olabileceğim bir koltukta oturmak varken niye bu kortta çığlık çığlığa bağrınıyorum” işte ben maç yaparken kafamdan bu cümleler geçiyor.
Hayatım boyunca hiçbir turnuva maçından zevk alamadım. Turnuva dışında oynadığım tenisten zevk alabiliyorum. Ama işin içine  “yenilme“ve “elenme” kelimeleri girince benim için işkence vakti de başlıyor kısacası.
Bu akşam çiftler maçımda benimle oynayacak partnerim bu teklifi ben iyi oynuyorken yapmıştı. Son maçımı izlemediği için bu akşam onunda başını yakacağımdan henüz habersiz J
Bu akşam farklı bir şey deneyeyim o zaman. Bu maçtan zevk almaya çalışayım. Kaybettiğim toplardan sonra kahkaha atsam nasıl gözükürüm acaba ?
Kısacası esas sorunum şu ki.” Tenis oynayabiliyorum” diyerek kendimi iyi hissetmek yerine. “Salak gibi tenis oynuyorum” demeyi tercih ediyorum!!
C.Y.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder