365 yazı ve ben

365 yazı ve ben

18 Kasım 2011 Cuma

ÖYLESİNE


Günaydın,
Bu yazılarımı evde akşam saatlerinde yazabilecek donanıma sahip olsaydım şu anda 40. değil 140. yazımı yazıyor olabileceğimden eminim. Ama kendi kendime söz verdim. O hiçbir şeyi yüklenmemiş salak bilgisayarla bir daha yazı yazmayacağıma L (Yeni aldığı bilgisayarına program yükletmek yerine kullanmamayı tercih eden kişi; işte o benim…)
Benim beyin ve duygu fonksiyonlarım akşamüstü 5 gibi çalışmaya başlıyor nedense. Gündüz vakitlerini pek fazla verimli geçiremiyorum.
En son yazdığım “Mutluluk” yazısını okudum. Ne mutluymuşum beaa J şu anda sadece uyuşmuş hissediyorum kendimi. Herhangi bir duygu taşımıyor gibiyim. Uyku ve gerçek arasında olduğum içinde böyle hissediyor olabilirim aslında. Ne mutlu ne mutsuzum. Tam ortada boş boş ekrana bakıyorum.  Şu an da çok önemli bir olay olsa bile şaşırıp suratımda mimik yapacak bile halim yok açıkçası. Ağzımdan aaa ünlem ifadesi de çıkmayacaktır. Sadece donuk gözlerle olayın olduğu yere bomboş bakabilirim…
Bitki gibi yani.. Böyle dallarımı koyvermişim kenarlara, taşımaktan yorulduğum için mi yoksa güneşin sıcaklığından uyuştuğum için mi bilmiyorum. Siesta yapar gibi J
Bu yazıyı yazmamın sebebi sonunda ne yazacağımı bulmak içindir. Şu anda nötr bir durumda olduğum için, yazı yazarken de bazı duygularım ortaya çıktığı için, yazının sonunda pozitif veya negatif bir ruh haline bürüneceğim. Ve bürüneceğim ruh halim öğleden sonraki yazacağım 2. yazıma kadarki ruh halim olarak devam edecektir…
Başladığı işi “ilk defa” bitirecek biri olarak ! ben geri kalan 325 yazıyı nasıl yazacağımı kurmaya başladım yine. Şu anda eski günlerdeki gibi spider solaiter oyunumu açmış derin düşüncelere dalmış olabilirdim. Ben oyun oynarken kağıtlara odaklanan biri değilim sanırım. Çünkü o sırada kimlerle kavga ediyorum kimbilir. Bu nedenle kaç yıldır her gün saatlerce oynadığım oyunu sadece günde 3 kere açabiliyorum.( Bu 3 kerede düşünmekten vazgeçip dilek dilediğim anlarda oluyor. Malum o dileğin olabilmesi için o kartların açılması gerekiyor ve ben buna odaklanarak ne olursa olsun o kağıtları açabiliyorum)
Eee yazıyorum ama bir duygu gelmiyor ?
O zaman bir şey anlatayım. (Malum ofiste yalnızım konuşacak kimsem yok L)
Teniste mental eğitim ile ilgili bazı alıştırmalar okumuştum. Önemli bir turnuvaya 15 gün kala eteklerim tutuşmuş ve uzuuun zamandır tenis oynamaya ara vermiş biri olarak sihirli bir değneği kendime değdirtip turnuvayı kazanmayı planlamıştım !! (Şimdi bakınca ne kadar umut dolu biriyim hala J ) Fakat tenisin daha çok mental bir spor olduğunu bildiğim için psikolojik güç elde edebilmem için eksiklerimi bulmak ve bunun üzerine alıştırmalar yapmam gerekiyordu. Kısacası maç heyecanımı gidermem gerekiyordu. Çünkü ne zaman turnuvaya girsem kortta tüm vücudum titremeye ve kalp atışlarım normalden daha fazla atmaya başlıyordu. Fiziksel olarak turnuva dışında olan ben ile o korttaki kişi çok farklı olabiliyordu.
 “Hayatınızdaki en mutlu anınızı bulup heyecanlandığınız an bu anı düşünerek vücudunuza bu kodu göndererek rahatlama pratiği yapmalısınız diyordu.”okuduğum kitapta,,,
Buraya kadar her şey süper. Fakat hayatımın en mutlu anını bulamadım !! Düşündüm, düşündüm ve yine düşündüm fakat o anın hangisi olabileceğine bir türlü karar veremedim. Sonrada içlerinden bir tanesini seçmem gerektiğini düşünerek imgelememi tanımladım.
-17 Temmuz bilmem kaç yılında sevgili kankamla Gökova’da gece 3’te denize girerek, suyun altına yüzerken gözlerimi açarak dolunayın muhteşem görüntüsünün gözüktüğü anı aklıma getirdim.-
Bu durumda; ya hayatımda çok mutlu anım var ve ben bunlardan hangisinin en mutlu an olduğuna karar veremedim. Yada çok fazla mutlu anım yok en mutlusu da bu herhalde demiştim…
(Bu arada imgelemem hiçbir işe yaramamış ve kortta yine kendimi ıslak kedi yavrusu gibi hissetmiştim… Ama sonraki turnuvalara katılmaktan vazgeçmeyerek turnuva heyecanının daha çok turnuvaya girerek çözüleceğini bulmuş oldum J bu mutlu anda bana kar kaldı işte..)
Yazımın sonunda da gözüktüğü gibi gülümsüyorum…
C.Y.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder