365 yazı ve ben

365 yazı ve ben

14 Ekim 2011 Cuma

İSTANBUL


Offf kırk yılda bir İstanbul’a gidiyorum. Ve tüm haftasonu için yağmur ve fırtına veriyor. Yani burada günlük güneşlik bir yaz havası varken bu duruma inanmak istemiyorum açıkçası.
İstanbul’a ihtiyacım var. Islak ve çamurluda olsa onu görmem lazım. Kaosuna, gürültüsüne, keşmekeşine ve o tablo gibi manzaralarına ihtiyacım var. Karşıya geçebilmek için birkaç araç değiştirerek saatlerce yolda olmaya, kapkaça karşı çantamı sıkıca tutmaya, bilmediğim bir mekandan içeri adım atmaya, tanımadığım insanların suratlarına bakmaya,  boğazdan geçen gemilerin büyüklüklerine ve çokluklarına şaşırmaya ve eve dönüş çilesini çekmeye ihtiyacım var.
İstanbul’un çöpünü bile özledim galiba.
Bir anda kızdırıp biranda mutlu eden bir sevgili gibi.
Bu sabah yataktan zınk diye kalkmamın ve çantamı hazırlamam esnasındaki şarkı mırıldanmamın ve ofise koşarak ve mutlu gelmemin sebebidir. Sanki yeni sevgili gibi heyecan vericidir. Çok fazla plan kurmadım onunla ilgili, her şeyin spontone gelişmesinden yanayım. O beni nereye sürükleyeceğini ve ne göstereceğini bilir zaten…
İnsan huzurlu ve güneşli bir kasabada yaşıyorsa, ulaşım derdi, hayat stresi yoksa, gördüğü her 10 kişiden 8’ine aşinaysa İstanbul gibi bir kaosa koşarak gider. Yollarda tanınmıyor olmanın verdiği heyecanla yürür.  Beyoğlu’ndaki insan selinden başı döner. Oturduğu masadan tüm hayatı boyunca gördüğü insan sayısının bilmem kaç katını bir anda görüyorsa ben buna ekşın derim.
Elbette ki 4 günlük İstanbul maceramdan sonra, benim gibi her kasabalının yaptığı şekilde kendimi yeniden köyüme atma isteğiyle yanıp tutuşacağım. Ama yenilenmiş ve şükreder bir halde olacağımdan eminim. Gözümde tüm manzaralarım. Ve yanağımda o mutlu ifade ile evime gelerek sakin hayatıma devam edeceğim.
Keşmekeşi derin bir nefesle içime çektikten sonra Gökova’ya gönül rahatlığı ile yelken açabilirim artık J
C.Y.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder