365 yazı ve ben

365 yazı ve ben

24 Ekim 2011 Pazartesi

BÜYÜKADA


Ahh sevgili İstanbul.
Yine her zamanki gibi muhteşemdin. Gözlerimi kapattığımda o kadar çok görüntü önümden geçiyor ki hafızalarımdan silinmeden hemen seni yazmam gerektiğini düşündüm. Malum hayat tüm hızıyla devam ederken yeni ve gereksiz ayrıntıların senin anılarını gölgelemesine izin veremezdim.
Benim için her yolculuk bir maceradır. Çünkü küçük kasabamdan dışarıya çıktığımda belgesel tadındaki ekşınların beni beklediğini iyi bilirim. Bu yolculukta da bir çok macera ile karşılaştım. Henüz havaalanına giderken arabada yayılmamın bedelini ,havaalanı girişinde cüzdanımın olmadığının farkına varmamla ödemişimdir sanırım. Kimliğim olmadığı için uçağa binemeyeceğime mi yoksa cüzdanımı ve paramı kaybettiğime mi üzüleceğimi bilemedim o an !
Bu tarz durumlarda genellikle beynim durur ve sadece “EYVAH” kelimesini tekrarlamaya başlarım. Çok şükür yanımdaki kız hemen aracı arayarak cüzdanın orada olduğunu ve hemen getireceğini söylediğinde rahatladım.
Sonuç : uçağa yine koşarak yetiştim…
Hani şu spor yaparken kaç km yaptığını gösteren cihazlardan alsaydım keşke. Çünkü sanırım tatilimin büyük bölümünü yürüyerek geçirmişimdir.  Ben yürüyerek gezmeyi sevenlerdenim. Eğer tatildeysen acele etmen gereken bir durumun olmaması gerek bana göre. Giderken herhangi bir plan yapmamıştım. Sadece bildiğim Pazar günü Avrasya yürüyüşünde olacağımdı ve geri kalan her şeyin spontone gelişmesini planlamıştım. Ve aynen de öyle oldu. Yaşasın spontone hayat. Bir planın yoksa acelen olmaz, beklentin olmaz ve planın gerçekleşmediği zaman da hayal kırıklığı ile gününü kendine zehir etmezsin. Bu nedenle iş dışındaki hayatınızı genellikle spontone yaşamanızı şiddetle tavsiye ederim. (Rüzgar sizi nereye götüreceğini kesinlikle daha iyi bilir)
Uçaktan indiğimde bulmam gereken otobüsü buldum ve kankamın söylediği durakta indim. Fakat aynı durak isminden 2 tane olacağı kimin aklına gelebilirdi ki !! Beni bulmaya çalışırken telefonda sorduğu –etrafında ne görüyorsun- sorusuna – etrafımda yol kenarında duran arabalar ve biriken erkek nüfusunu görüyorum çabuk beni bulll – diye bağırarak cevap vermemi asla unutamayacağım. Saat akşam 10:00’da sahil yolunda elinde valizi ile tek başına duran masum ve korkmuş kız… İşte o benim. Ve önüme duran arabalardan kaçmaya çalışanda benim.  Kendi kendime ekşın istiyordun al sana ekşın diye yağdırıyordum bu arada.
Neyse daha yolculuğumun başında bu kadar adrenalin ve kalp çarpıntısı bana yeter diyerek kendimi kankamın korunaklı ve mutfağında yeni pişirilmiş mantısı olan evine attım.  Gerisini anlatmama gerek yok sanırım. Saatlerce muhabbet tabiikiii J
Cumartesi sabahı kalktığımda o kursta olduğu için güzel bir kahvaltı yaparak hazırlandım. Bu arada dışarısı yeterince soğuk olmasına rağmen salon ve mutfak camları kalktığımda açık olduğu için içeriside en az dışarısı kadar soğuktu. Sevgili kankamın yeni takıntıları başladığı için korkumdan camları kapatamadım bile J O soğukta titreyerek yaptığım kahvaltıyı unutamayacağım J
Bu arada ikimizinde yaş ve psikolojik durum itibariyle takıntılı birer birey olma yolunda gittiğimizi size söyleyerek “evrene” kötü bir mesaj tabii ki yollamayacağım J
Cumartesi günü için sevgili kankam Büyük ada planı yapmış, İyi ki de yapmış. Hafif yağmurlu ve sakin bir günde o güzel adayı da görmüş oldum. Adayı bilenler bilir. Sağ taraftaki muhteşem konakların olduğu yoldan başladık yürümeye. Yol kenarındaki olağanüstü konaklara bakarak yürüdük yağmurun altında.  Gerçi ben genellikle yağmurun altındaydım. Kankam ise şemsiyenin altına girmem için her 5 dk da bir bana laf atıyordu. Ama çok az yağan bir yağmurda şemsiyeyi taşımak yerine yağmurda yürümeyi tercih ederim. Tabii ki makyajım akmadığı sürece …
Bu “uzun” yürüyüşten sonra nihayet meşhur Ay Yorgi yokuşunun başına geldik. Yapmamız gereken aslında çok zor bir şey değildi. Yol boyunca hiç konuşmadan dualar okuyarak dileğimizi dilemek ne kadar zor olabilir ki benim gibi sportif bir kız için !!
Ama hayat beni yine yanılttı işte. O yokuşu nasıl çıktığımı bir ben bir de Allah bilir. Nefesimi belli bir düzeye oturtmaya çalıştıkça vücudumun her bir hücresinin isyan ettiğini resmen hissettim. Hücrelerim bana aynen şu şekilde bağırıyordu “Heyyy kaç yıldır fosur fosur sigara içiyorsun dün gecede biraları götürdün ve şimdi gelmiş bizden bu yokuşu çıkmamızı bekliyorsun”
Evet bu hücrelerim için çok yorucu bir fiziksel aktivite olabilir ama hayatta hep daha zoru vardır işte. Hayatım boyunca ilk defa konuşamama durumunu yaşadım. Evet konuşulmaması gereken bir çok ortamda bulundum. Fakat o ortamlarda bile yarım ağızla kısa cümle ve mimiklerle her zaman yanımdakine derdimi anlatabilmişimdir. Ama bu sefer durum çok farklı. Ortada büyük dileğim var. Ve birde upuzun bir yokuş !! Konuşursam veya onun suratına bakarsam dayanamam diye yokuş boyunca suratına bakamadım korkudan. İnsan çatlayarak ölür mü diye de çok sordum kendime ? Ama yokuşun sonlarına doğru geldiğimde fiziksel gücümün kalmadığı anlarda dileğimi yeniden tekrar ettiğimde ayaklarımın toparlanarak yeniden aynı tempoya çıktığını fark ettim.İşte ben buna mental güç derim.
Yokuş bitip kiliseye girip dileğim için mumları yakarken bir yandan da şükrediyordum. Ve cafede otururken ilk 10 dk da kendime gelemedim. Fakat 15. Dk da hayat normale döndü. Bir keyif sigarası yakıldı, bira yudumlandı ve puslu İstanbul’a uzaktan bakıldı…
Ayrıca belirtmeliyim ki bir sürelik sessizliğin ve konuşmamanın aslında bir nevi meditasyon hali olduğunu fark ettim. Çünkü meditasyon yaptıktan sonra hissettiğim duygunun aynısını hissetmiştim.  Bu arada bu kadar yürüyüş ve yokuşu konuşmadan çıkmamın karşılığında dileğimin kesin olacağına inanıyorum!! (Belki de bu ritüleli yapan herkes benim gibi hissederek kesin dileğinin olacağına inanıyor  ve ona odaklanarak kendileri o dileklerine ulaşıyordur )
Biralarımızı bitirdikten sonra sabırla çıktığımız yokuşu koşarak ve kahkahalar atarak indik. Muhteşem konakların önünde sigara molası verdiğimizde zamanında o evde yaşayan insanların hayatları hakında yorum yaptık. O konağın genç kızının karşıdaki konağın genç delikanlısı ile yaşadığı aşkı canlandırdık gözümüzde. Perili köşkten koşarak kaçtık.
Ada turum biterken, zaman makinasında eskiye gidip dönmüş gibiydim.  Yanağımda o bildik gülümseme ve suratımdaki şaşkın ifade ile artık Kadıköy gecelerine akabilirdik. Bir sote barda 2 muhteşem müzik grubunu dinleyerek sevgili kankamla bakışıp kıkırdayarak doğum günüme girmiş oldum.  29 yaşıma girdiğim o gece kendimi daha farklı hissettim. Sanki çoğu taş artık yerine oturmuş ve ben biraz daha büyümüş ve olgunlaşmış gibiydim.
Ne mutlu bana J
C.Y.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder