365 yazı ve ben

365 yazı ve ben

31 Ekim 2011 Pazartesi

DİLEDİM GİTTİ !


20. yazımı yazmak için son 2,30 saattir uğraşıyorum. Defalarca sildim ve yeniden yazdım ve yeniden sildim. Karşımda beyaz boş bir sayfa, ama ben bunu dolduramıyorum.
Önce hayallerimle ilgili yazayım dedim. Artık eskisi kadar hayal kurmadığımın farkına vardım. Sonra dileklerimi yazayım dedim. O zamanda net bir şey bulamadım. Sıkıldım. Oyun oynadım arada. En sevdiğim oyunu ve oyunu defalarca oynamama rağmen hala günde 3 kere açabildiğimi yazayım dedim, buda olmadı. Eski günlerle ilgili olsun yazım dedim, eskiye dair mail adresimi karıştırdım. 2008 yılından bu güne kadar yazdıklarımı okudum. Okuduklarım kafamı karıştırdı.
Evet hala ne yazsam diye düşünüyorum. Ne yazmam gerektiği ile ilgili karar vermekte sıkıntı çekiyorum. Her kararda olduğu gibi...
Hiç unutmuyorum. Bir yaz akşamı terasta yatağımı hazırlamış ve uykuya hazırlanırken, Yıldızların altında uykum kaçıverdi işte. Sonra yine isyan durumuna geçtim. Neden benim dileklerim olmuyor diye. Bunca şey diliyorum. Ve hayatımda hiçbir değişiklik olmadan zaman su gibi geçip gidiyor diye isyan ediyorum. Kalkıp gökyüzündeki en büyük yıldıza bakarak ona şikayet ediyorum. Evet “niye benim dileklerim olmuyor”. “Hani evrenden ne istersek oluyordu” diye. Ama nasıl kaptırdım kendimi. Bir ara sanki gerçekten Tanrı ile konuşuyormuşum gibi hissettim. Sonra korktum yatağıma geri döndüm. Sonra bir anda içimden bir sesle canlandırma yaptım.
Evet ben Tanrı’yım… ! Ve bana istediğin dileği söyle. Tek bir dilek tut ve ben onu gerçeğe çevireyim dedi. Sanırım bu iç ses o kadar gerçekçiydi ki bir anda paniğe kapıldım. Düşündüm, ama bir yandan da yanlış düşünmemeye çalışıyordum. Boğazımın düğümlendiğini hissettim. Ne kötü…
Yapmam gereken aslında çok kolaydı. Sadece istediğim dileği söylemek. O kadar eminim ki o dileği söylediğimde gerçek olacağından. Ama bu seferde ya yanlış dileği diliyorsam diye kurmaya başladım.
O sırada beynim aynen şu şekilde çalışıyordu. Evet evlenmek istiyorum, evet çocuğumda olsun istiyorum. Ama aslında evlenip bir erkeğe ve bir çocuğa bakmakla yükümlü olmak istemiyorum. Yani aslında dünyayı gezmek istiyorum. Ama bir yandan da bir ailem olsun istiyorum. Ama bu seferde acaba ailem benim ayak bağım olur mu ? Ya yanlış evlilik yaparsam ve hayatım zehir olursa, peki ya şimdi evlenemeyip hayatım boyunca evlenemezsem… vs. vs. vs. Beynimin vıdı vıdı konuşmasından rahatsız olup korktum. Ve Tanrı’ya dileğimi bugün dilemek istemediğimi belirttim. Ve bu belirtmeden sonra da hiç bir şey düşünmemeye konsantre oldum, Ve tabii ki biran önce uyumayı diledim.
Bu anım aklıma gelince hep aynı şeyi düşünüyorum. Bir gün Alaaddin’in sihirli lambasını bulsam, ve onu ovuştursam ve sorsa 3 dileğin nedir diye. Kesin o sırada ona cevap veremezdim. (Pardon bu lambayı hiç ovuşturmamış saysak, gelecekte tekrar kullanabilir miyim acaba J
Şuan fark ediyorum ki en büyük dileğim, doğru dileği seçebilmek olurdu sanırım.
Madem öyle,
O zaman diliyorum :
1-      Dünyada görmek istediğim tüm yerleri ölmeden gezmek istiyorum.(Kısa süreliğine değil ama, ara sokaklarına bakabilecek kadar olsun)
2-      Hımm, Benim için doğru kişi gelip beni bulsun (Artık aramaktan vazgeçtim )
3-      Son dileğim de bana  “bolca akıl fikir ver “ J

C.Y.

DURUM RAPORU


Kitaba başlayalı 4 gün oldu. Sanırım bitmesini istemediğimden ara ara okumaya çalışıyorum. Kitapta yazılanları uygulayabilmek için fazla mesai veriyorum gibi, Malum yapmam gereken ev ödevlerim var. Örneğin “EGO”m konuşmaya başladığı zaman, hemen yaptığım işi bir kenara bırakmam ve “Ego”mla konuşup onu olumlu şekilde ikna etmem gerekiyor. Evet buraya kadar her şey kolay gözüküyor. Ama sırf bu nedenle sanırım akıllı olan egom bir süreliğine sessiz kalmayı tercih ediyor.
Çünkü kaç gündür yemek yiyip, tenis izleyip, uyumakla geçiriyorum günlerimi. Kısacası deli gibi konuşan iç sesim, sanırım başındaki tehlikeyi sezmiş olacak ki bu aralar benimle konuşmuyor. Zeki şey! Biliyor tabi o konuşmaya başlayınca benim onu kandırmak için olumlu konuşacağımı, bu nedenle galiba benim en zayıf anımı yakalayabilmek için pusuda bekliyor.
Aslında ara ara konuşuyor. Örneğin her şeyini temizlediğim eski sevgili ile ilgili…  Ama o zamanlarda kendi kendime “evet şuan derin nefes alıyorsun ve o telefonu elinden bırakıyorsun” veya “evet yine derin bir nefes çekip hemen onun profilinden çıkıyorsun” gibi telkinlerle sakinleşebiliyorum.
Bu iş bana göre sigarayı bırakmak gibi. Ahh kaç kere denedim. Önceki birkaç denemem aslında ben istemeden sırf ailem istiyor diye bırakmaya çalışmamdan olduğu için bunu başaramamam çok normaldi. Ama son denememde bu sigarayı bırakabilirsem hayatımda hiçbir şeye bağımlı olmayacağıma inandığım için başarıya çok yaklaşmıştım. Ta ki galiba “bağımlı değilim zaten . o zaman birkaç tane içmemde bir sakınca yok” diyene kadar. Bir bakmışım yine elimde sigara, yine çantamda paket!   
Böylelikle sigarayı bırakma olayını şimdilik rafa kaldırdım. Ne de olsa onunda bir zamanı vardır diye umuyorum.
Egom hadi konuş benimle, Konuş ki negatif fikirlerini pozitife çevireyim. Sen konuşmazsan ben bunu tek başıma yapamayacağım çünkü. Bu sessizlik halinden aslında memnunum. İçeride konuşan birinin olmaması güzel bir duyguymuş. Bir şey izlerken kafamda başka bir şeyi düşünmeme halini sevdim. Ama seni tanıyorum ve lütfen çık dışarı…Çünkü konuşmaya başladığın zaman ben bu kitabı bitirmiş ve bu ödevleri uygulamayı unutmuş olabilirim…
Şu malum istekler bölümüne gelince. Yine odağım kaydı galiba. Ahh bu fallar. Geçen gün tanımadığım bir kadına fal baktırdım.  Ve falıma bakan kadın “O ayakkabıyı bul ve al artık” dediğinden itibaren söylediklerinin hepsinin gerçek olduğuna inandım. Vee bu aralar gitmem gereken bir düğün bekliyorum. Malum o kişi ile düğünde tanıştırılacağım için gelecek tüm düğün davetlerine açığım. Ve elbette ki tanışacağım kişiye soracağım bir soru var. “ Merhaba isminiz nedir ? “ “İsmim Ahmet “ derse olmaz. Hemen içinde “U “ harfi olan diğer kişi ile tanışmam lazım. Acaba düğünün davetli listesini ele geçirmem işimi kolaylaştırır mı ? J
Zamanında para verip yıldızname baktırdığım kadının bana baktığı falda yeşil renkli bir ortamda 6 kişi ile beraber –saat 17:00 -22:00- arasında tanışacağım kişiden bahsetmişti. Ve sevgili “Ben” tanıştığım kişi ile 4 kişilik bir ortamda olduğum için garsonları da sayarak toplam sayıyı 6’ya ulaştırmıştım.  Masalarda sanki yeşile benziyordu J
İşte insan fallara nasıl ayak uydurur bir örnek J
Neyse sorun yok. Sakinim, sessizim, huzurluyum. İsminde “U” harfi olan kişi, sana sesleniyorum. Gelirsen güzel olur ama gelmezsen de benim için sorun yok açıkçası J
C.Y.





28 Ekim 2011 Cuma

KODLAR


Malum, dün “Evrenden torpilim var” adlı kitaba başlayacağım için ne kadar heyecanlı olduğumu belirtmiştim. Aslında heyecanlandığım kadar da var sanki( yada benim böyle bir kitaba ihtiyacım varmış. Okuduğumuz kitapların bize göre iyi veya kötü olması o kitaba ihtiyacımızın olup olmamasıyla ilgilidir bence…)
Koşarak eve gitmemin sonucunda nihayet kitaba başladım. TV’deki tenis maçının sesini kısarak salonda kitabın ilk satırlarını okumaya başladığımda kendimi iyi hissettiğimi itiraf edebilirim.(Malum artık anahtar benim elimde) Aslında bildiğimiz şeyleri yazıyordu. Defalarca her yerde okuduğumuz bilgiler vardı içinde.  Benim mantığıma ve fikirlerime uygun olarak ilerliyordu. Örneğin hayatta başımıza gelen her olayın sorumlusu bizizdir diye düşünürdüm hep. Bu kitapta da buna değinilmiş. Sen bu hayatı seçtiğin için şu anda bu hayatı yaşıyorsun. Seçimler ve sonuçları yani. Kitapta ilerlerken olumsuz gizli düşüncelerimizin hayatlarımızdaki etkisine fazlasıyla değinilmiş. Yani ben kendimi seviyorum. Ama aslında “Gizli düşüncemde” kendimi tam olarak sevmiyorum. Bu nedenle enerjim aslında kendimi sevmemi değil gizli düşüncemi kale alıyormuş. Ve bu gizli düşüncelerin 0-10 yaş aralığımızdaki çocukluk döneminde oturmuş olduğunu belirtmiş…
Evet bu bölümde baya bir takıldım. 0-10 yaş arası bilinçsizce yaşadığım bir çocukluk döneminin etkilerini mi yaşıyorum yani ben hala ?
İşte bu bölümde takıldığım için kitabı kenara bırakarak tenis maçını izlemek üzere TV nin sesini açtım. Ama bir yandan da sürekli çocukluk anılarımı hatırlamaya çalışıyordum. Kitaba göre çocukluk anılarımızda bazı etkileyici olayları hatırlarız. Hatırladığımız bu etkili olaylar bizim hayatımdaki keskin çizgilerdir aslında diyordu. Ben de bu nedenle tüm “dürüstlüğümle” hatırladığım anılarımı düşünmeye başladım.
Evet saçma sapan, ama aklıma gelenlerin sinirden mideme ağrı yapmasını engelleyemedim işte. Artık büyüdüğüme göre çocukluk hatıralarımı anlatarak onlardan kurtulabilirim belki.
Kaç yaşında olduğumu hatırlamıyorum. İlkokulda safça duygularımla bir çocuktan hoşlanmıştım. Galiba bizim sınıftaki kişiden. Ve o kişi için kendi kendime bazı şeyler yazmıştım. (Ah yazmaz olaydım) Okul defterimin arasında sakladığım bu yazının sınıfta o çocuğun hoşlandığı kızın eline geçeceğini nerden bilebilirdim ki.. Evet olan olmuştu işte defterimin arasından nasıl olduysa o yazı düşmüş ve o kızın eline geçmişti. O kız ve sınıftaki hiç kimse olay ile ilgili konuşmamış olmalarına rağmen ben bu durumdan çok etkilenmiş olduğumu yeni yeni anlıyorum. Ve o günden bu yana da belki de ilişkilerimde sorunlar yaşıyorum. Belki de insanlara, arkadaşlarıma ve beraber olduğum kişiye sevgimi ifade edemiyorum. Çünkü zamanında beynime “sevgini ifade edersen rezil olursun” kodlaması oturmuş demek ki. Bu anıyı uzun yıllardır açılmamak üzere bir yerlere öyle güzel saklayıp güzelce kilitlemişken bu kadar kolay ortaya çıkabileceğini hiç düşünmemiştim. Kimbilir bu şekilde kilitlediğim daha ne kadar çok olay vardır hayatımda…
İnsanın küçükken yaşadığı bu olayın ne kadar sinir bozucu olduğunu bilemezsiniz.Düşündükçe mideme ağrılar girdi. Ve kendime her zamanki gibi “ne salaksın” dedim durdum…
Çocukluğumdan gelen bir kötü kodlamayı buldum. Ama bunu nasıl değiştireceğimi umarım kitapta yazmayı unutmamıştır J
Bu kitaba devam ettiğim sürece içimdeki gizli kalmış her şeyi açmaya kararlıyım. Kitabın özelliğinden midir, yoksa benim artık bunlardan kurtulma vaktim geldiğinden midir bilinmez böyle hissediyorum.
Bazen yumurta çeker canım, Normalde çok fazla tüketmem. Ama bazı zamanlarda o kadar çok canım ister ki bu duruma şaşarım. Çünkü vücudumun o yumurtaya ihtiyacı vardır. İşte aynen benim hayatımın da bu gereksiz yükleri artık atmaya ihtiyacı var sanırsam…
C.Y.

27 Ekim 2011 Perşembe

TORPİLİM VAR


Evett,
Şuan önümde “Evrenden Torpilim var” adlı meşhur kitap bulunuyor. Son zamanlarda sık sık etrafımdaki kişilerden duyduğum bu kitabı aslında almayı planlamış fakat bir türlü ev-ofis zincirimi kıramamıştım işte. (Aslında siyah pantolon ve spor ayakkabıya da ihtiyacım var) Ama ben alışveriş yapmasını sevemedim gitti. İnternetteki sitelere bakayım dedim onda bile sıkıldım. Keşke biri benim tam hayalimdeki parçaları bulup bana getiriverse. (Evet galiba tembelim)
Açıkçası bu kitaba bakış açım biraz farklı. Çünkü kendisi hakkında o kadar mucizevi şeyler duydum ki! Sanırım hayatımın geri kalanını derin mutluluk ve isteklerimi gerçekleştirerek geçireceğim J
Hatta bugün çarşıya gidip ihtiyaçlarımı almak konusundaki planımı bile bu kitap yüzünden iptal ettim. Ne de olsa bu kitabı okuduktan sonra o pantolon ve ayakkabı gelip beni bulacaktır J
Sevgili “Evren”’in uzun zamandır dilini öğrenmeye çalışıyorken bana bir anda onun kullanma kılavuzu gelmiş gibi anlayacağınız. Evet bugün büyük gün. Bu kitap bittiği zaman eski ben olmayacağıma göre eski “ben”in son saçma yazılarını okuyorsunuz belki de… (Okuyormusunuz onu da bilmiyorum gerçi)
Farkettiğiniz üzere can sıkıntısı çekiyorum. Tam 2 saatimi web sitemize bir evrağı, kaymadan koymaya çalışarak geçirdim. Fakat onun kaymasını engelleyemeden kendim kaydım galiba.  Bir de ortaya atılmış bir minimum bayrak ölçüsü var. Bana göre minimum ölçü ile sana göre minimum ölçü değişeceği için hala tam olarak yazmam gereken değeri bulamadım. Gördüğünüz gibi benim işim ıvır zıvır şeyler üzerinde saatlerimi harcamaktan ibaret galiba. (Bu arada o bölüme minimum bayrak ölçüsü yazılması gerek diyen kişi de minimum bayrak ölçüsünün değerini bilmiyor.  Ne karışık ama J
Bu nedenledir ki bende tüm işlerimi kenara attım gitti. Protesto ediyor ve çalışmıyorum.
Kitabı okuduktan sonra elbette ki fikirlerimi paylaşacağım. Ama acaba işe yarayacak mıdır? Aslında galiba işe yarayabilir. Yani kaç gündür bu kitabı almayı düşündüğüm için belki de bu kitap bana hediye olarak gelivermiştir. Ahh kaç zamandır hayal ettiğim diğerleri neden gelmiyor acaba bu kadar kolayca. Ama elbette ki ben her seferinde biraz faklı dilekler diliyorsam Evren de orta yolu bulup bana tam olarak o dileğimi göndermiyordur belki de.
Aslında itiraf etmek gerekirse benim evrenden istediğim tek bir şey var. Sadece ne istediğimi bulabilmeyi istiyorum. Aynı zamanda 2 farklı şeyi sevip istediğim için aslında ikisini de tam olarak seçemiyorum ve dilek olarak nitelendirdiğim şeylerde olmuyor işte. Çünkü benim hayatımdaki dilekler madde üzerine değil. Yani örneğin şöyle renkte böyle vitesli böyle konforlu diye belirtebileceğim şu marka arabayı istemiyorum. Bu tarz madde dilekleri daha kolay herhalde. Çünkü nokta atışı ile evrene ne istediğimi tam olarak anlatabiliyorum. Ama benim evrenden istediklerim daha farklı. Daha içsel ve daha duygusal. E benim duygu durumumdaki değişiklikler de gün gün değiştiği için tam olarak bir betimleme yapamıyorum işte. Bazı günler öyle olmasını istediğim kişinin bazı günlerde böyle olmasını istiyor olabiliyorum.
Kısacası bak yine kafam karıştı…
Neyse sorun yok. Elimde evrenin anahtarı varken bu dertleri düşünmeme hiç gerek yok.
Bu kitabın benim için hayırlı olmasını diliyorum. Amin…
C.Y.


26 Ekim 2011 Çarşamba

ESKİ HAYATLAR


Ananelerimize bakıyorum da ne kadar faklıyız. Onların yaşamlarında kişisel gelişim gibi bir çalışma hiçbir zaman olmamıştır herhalde. Genç yaşta tam olarak tanımadıkları biriyle evlenip 60 yıl boşanmadan mutlu mesut yaşamış gitmişler. (evlendikleri kişinin ruh ikizleri olup olmadığını veya gerçek aşkın peşinden koşmaları gerektiğini düşünmemişlerdir.) Çocuklarını en sağlıklı şekilde büyütmüşlerdir.(Çocuğundaki farklı davranışların bir hastalık olduğunu kurarak hemen psikoloğa götürerek ilaç tedavisine başlamamışlardır)  İlaç ve psikolojik destek almadan yaşamışlar.  Örneğin benim ananem hayatı boyunca pizza, hamburger ve fırında makarna yememiş. Hatta bunların neye benzediğini bile bilmiyor. Kendi ürünlerini kendisi yetiştirerek kendine yetecek kadarıyla yaşıyor. Hayatında her zaman yeteri kadar ürün bulundurmuş yeteri kadar yiyecek, giyecek ve eşya…
Ananemi özellikle yazmak istedim. Çünkü o benim için her zaman önemlidir. Adı melek olduğundan mıdır bilinmez ama gerçekten melek gibidir. Dünyada, kötülükler iyilerin başına gelir derler ya ona da aynısı oldu sanırım. İlk bebeğini 40 günü dolmadan kaybetmiş. Geriye kalan 3 evladının erkek olanını 45 yaşında, kız olanını (yani annemi) 52 yaşında kaybetmiş. Geriye kalan tek kız evladının da başından kanser geçmiş ve kurtulmuştur. Ve tüm bu evlat acıları yetmezmiş gibi birde çok sevdiğim, hayat arkadaşını yeni kaybetti. Ve bu hayatta tek başına kalmış biri olarak sadece acısını çekerek. Günlük hayatına devam ediyor…
Hayatımızda tüm olanakları olan biz yeni neslin en büyük derdi “sıkıntı”dır bana göre. Ortamdan sıkılırız, hayatımızdan sıkılırız, bazen de kendimizden sıkılırız. Ananemi hergün telefonla arayıp hal hatrını sorarım. Ve ona genellikle sorduğum ana soru da “sıkılıyormusun” dur. Ve o hep aynı cevabı vermekten sıkılmadı ben hala aynı soruyu sormaktan sıkıldım.
“Niye sıkılayım ki”
Evet ona göre televizyon seyretmeden tüm gün oturup düşünmek ve yemek yapmak ve gelen giden arkadaşlarına acılarından bahsederek “tek başına “ yaşamanın sıkılacak bir yanı yok. Sanırım eskilerin yedikleri içitiklerinden mi hayata bakış açılarından mı bilinmez bizlerden daha kuvvetliler. Depresyona girmiyorlar. Tedaviye ihtiyaçları olmuyor. Ve çağımızın hastalığı olan “Sıkılmayı” hiç yaşamamışlar. Ve “ben şimdi ne yapacağım”, “ne olacak şimdi” , “tüm acılarda beni buluyor zaten” gibi cümleleri de kurmuyorlardır.
Sanırım yeni nesil olarak bizler komplike hayatlarımızın kolaylığının yanında derdini de çekiyoruz. –Stres- gibi bir dert ile uğraşarak. Geleceğimizde ne olacağımız ve aslında ne olmayı istediğimizi ama aslında ne olma yolunda gittiğimizle o kadar çok meşgulüz ki.
Sanırım bir gün ananemin yaşına geldiğimizde tüm bu dertlere değdi mi bari diye soracağız kendimize…
C.Y.

KENDİMİ SEVİYORUM !


Dün akşam ilk defa bir şey denedim. Ve sanırım denediğim yeni şey bu sabah işe yaradı. Kullanımını hala tam olarak öğrenemediğim yeni telefonumda her akşam alarmı kurarken hala aynı heyecanı yaşıyorum. Ya çalmazsa ! malum yeni komplike cihazlar aslında biraz fazla komplike olabiliyorlar bana göre. (Gerçi ben teknoloji olarak henüz fax cihazının karşıya yazıları nasıl gönderdiğini bile tam olarak çözememişken bu kadar yeniliğe alışmam zaman alacak gibi )
Neyse akşam yine dualarımı alarmımım doğru kurulmuş olmasından yana dileyerek yanlışlıkla alarmın konu bölümüne girivermişim. Ay iyi ki de girmişim. Alarmın konu bölümüne ne yazsam diye düşünürken bir anda sabahları yapmam gereken ritüel aklıma geldi. Evet alarmımın konusu “Kendimi Seviyorum J “ du.
Bu sabah, her sabah olduğu gibi alarmı tam 6 kere erteledim. Ve her erteleyişimde de kendimi seviyorum yazısını okudum. Sanki kalktığımda daha iyiydim. En azından kaç gündür paspal ve özensiz giyindiğimin farkına vardım. Ve kıyafetime , saç ve makyajıma özen gösterdim.
Hep derler ya insan önce kendini sevmeli diye.  Ama insanın başkasını sevmesi kendisini sevmesinden daha kolay sanki… Bir TV programında görmüştüm. Programdaki kişi hayatınızın değişmesi için 3 ay boyunca sabah kalkınca aynaya “kendimi seviyorum” demeniz gerekiyor. Ve 3 ayın sonunda hayatınızdaki tüm olumlu gelişmeleri göreceksiniz demişti. Evet bu programı izleyeli uzun zaman oldu. Fakat ben henüz sabah aynaya bakıp bunu yapamadım. Bazı sabahlar zar zor uyanmışken “heyy aynaya gidip yapman gerekeni yap” diyorum kendime. Ama o zamanlarda ayna önünde geçireceğim zamandan kazanmak için yatağımda uyku sersemi olarak “kendimi seviyorum” dediğim çok olmuştur. En azından yarısını gerçekleştiriyorum ama J
Millet olarak zor günler geçirdiğimiz şu günlerde her şeyin sinirlerimi bozduğunu düşünürsek. Önce kendimi sonrada insanları sevmem gerek sanırım. Çünkü bu konu üzerinde çalışmazsam, gerçekten içimdeki kalan son insan sevgisini de kaybetmiş olacağımdan korkuyorum…
Ama bugün güzel bir gün. Bu nedenle bugünümü kendimi ve insanları sevmeye adayarak işe başlıyorum. Ve tabi ki hayatım içinde şükrediyorum…
C.Y.

24 Ekim 2011 Pazartesi

HEY SEN !!


Aslında güzel planlarım vardı. Muhteşem tatilimi gün gün yazıp tüm güzel anılarımı kayıt altına almayı istemiştim. Ama tüm hevesim kaçtı. Tatil bitti ve normal hayata geri döndüm.
Evet normal hayat diyorum. Etraftaki anormal insanların olduğu normal hayat. Lütfen benim için bir şey yapın. Yeni tanıştığınız insanlara yada cafede oturduğunuz kişilere biraz daha dikkatli bakın. Ne kadar deliyiz değil mi ? Ben de onlara deli gibi gözüküyorumdur belki de…
3 gün boyunca aynı ortamda bulunmak zorunda olduğum dansçı gruptan mı etkilendim. Onlarla beraber olan babam yaşında evli ve çocuklu kalantor ve sapık erkeklerden mi etkilendim bilmiyorum ama. Fazlasıyla etkilendiğim belli. Bu grubun içinde 1 gay 1 travesti ve 2 kadın vardı. Ve hepsine ilk etapta onlarında insan olduklarını düşünerek saygı çerçevesinde teknede rahat etmeleri için muhabbet etmeye çalıştım. Fakat gördüklerim ve duyduklarım midemin kalkmasına yetti de arttı bile.
Adamım diye geçinen iş adamı görünümlü ve boyum kadar kız evladı olan kalantor, Evet nasıl bir pazarlıkla 19 yaşındaki kafası dumanlı bir kızla beraber olabildin. Ve diğerleri, ne yiyip ne içiyosunuz da birbirinizle bu kadar güzel ilişkiler yaşayabiliyorsunuz. Evet normal hayat kimin eli kimin cebinde. Ama namus konusuna gelince kimse onlar kadar namuslu değildir! Diğerleri kötü onlar iyidir ya zaten. Gerçekten yazık.
Bu yazım biraz ağır olabilir. Çünkü sizde benimle aynı ortamda olsaydınız sizde belki bu durumda olabilirdiniz.
Ve tabiî ki bu sinirimin başka bir sebebi de var.  Karşıma geçmiş benim hayat tarzımın yanlış olduğunu iddia eden eski sevgili !!  sen önce kendine bak. İnternet aleminde eski sevgilinin yarışmaya giren köpeğinin resmini beğenerek ona destek oluyorsun ya senin alnından öpmek istiyorum. Evet benim yazdıklarımı da beğeniyorsun ya senin o güzel “mide” nede bir tane tekme atmak istiyorum. Doğru ki senin hayat tarzın her zaman doğru benim hayat tarzımda her zaman yanlış. Evet eski sevgililerinle arkadaş olup onlara destek vermen bencede çok “insani “bir davranış ve elbette ki sen her zaman dünyanın en iyi erkeğisin. Ayy canım benim. Gerçekten senin kadar iyisini daha önce hiç görmediğim için sanırım seninle bu kadar zamanımı boşa geçirmişim. Ama her şeyin bir sonu vardır. Sanırım sen “insan odaklı” hayatına bende … dur sen ne demiştin … “ben insan odaklı sen hayat odaklı yaşıyorsun” ne kadar da doğru söylemişsin bak. Doğru ki ben hayat odaklıyım.  Evet çok şükür ki senin ve senin gibi olan diğerleri gibi “insan” odaklı yaşamıyorum J
Evet bu gidişle ben feminist olucam. Ve bir gün 58 yaşımda evimde köpeğimle yalnız başıma ölü olarak bulunacağım. Evet ama ben bunu kabul ediyorum. Senin gibi bir salakla beraber olmaktansa genç yaşta feminist olup yanlız ölmeyi göze alıyorum.
Ohh bee …
C.Y.


BÜYÜKADA


Ahh sevgili İstanbul.
Yine her zamanki gibi muhteşemdin. Gözlerimi kapattığımda o kadar çok görüntü önümden geçiyor ki hafızalarımdan silinmeden hemen seni yazmam gerektiğini düşündüm. Malum hayat tüm hızıyla devam ederken yeni ve gereksiz ayrıntıların senin anılarını gölgelemesine izin veremezdim.
Benim için her yolculuk bir maceradır. Çünkü küçük kasabamdan dışarıya çıktığımda belgesel tadındaki ekşınların beni beklediğini iyi bilirim. Bu yolculukta da bir çok macera ile karşılaştım. Henüz havaalanına giderken arabada yayılmamın bedelini ,havaalanı girişinde cüzdanımın olmadığının farkına varmamla ödemişimdir sanırım. Kimliğim olmadığı için uçağa binemeyeceğime mi yoksa cüzdanımı ve paramı kaybettiğime mi üzüleceğimi bilemedim o an !
Bu tarz durumlarda genellikle beynim durur ve sadece “EYVAH” kelimesini tekrarlamaya başlarım. Çok şükür yanımdaki kız hemen aracı arayarak cüzdanın orada olduğunu ve hemen getireceğini söylediğinde rahatladım.
Sonuç : uçağa yine koşarak yetiştim…
Hani şu spor yaparken kaç km yaptığını gösteren cihazlardan alsaydım keşke. Çünkü sanırım tatilimin büyük bölümünü yürüyerek geçirmişimdir.  Ben yürüyerek gezmeyi sevenlerdenim. Eğer tatildeysen acele etmen gereken bir durumun olmaması gerek bana göre. Giderken herhangi bir plan yapmamıştım. Sadece bildiğim Pazar günü Avrasya yürüyüşünde olacağımdı ve geri kalan her şeyin spontone gelişmesini planlamıştım. Ve aynen de öyle oldu. Yaşasın spontone hayat. Bir planın yoksa acelen olmaz, beklentin olmaz ve planın gerçekleşmediği zaman da hayal kırıklığı ile gününü kendine zehir etmezsin. Bu nedenle iş dışındaki hayatınızı genellikle spontone yaşamanızı şiddetle tavsiye ederim. (Rüzgar sizi nereye götüreceğini kesinlikle daha iyi bilir)
Uçaktan indiğimde bulmam gereken otobüsü buldum ve kankamın söylediği durakta indim. Fakat aynı durak isminden 2 tane olacağı kimin aklına gelebilirdi ki !! Beni bulmaya çalışırken telefonda sorduğu –etrafında ne görüyorsun- sorusuna – etrafımda yol kenarında duran arabalar ve biriken erkek nüfusunu görüyorum çabuk beni bulll – diye bağırarak cevap vermemi asla unutamayacağım. Saat akşam 10:00’da sahil yolunda elinde valizi ile tek başına duran masum ve korkmuş kız… İşte o benim. Ve önüme duran arabalardan kaçmaya çalışanda benim.  Kendi kendime ekşın istiyordun al sana ekşın diye yağdırıyordum bu arada.
Neyse daha yolculuğumun başında bu kadar adrenalin ve kalp çarpıntısı bana yeter diyerek kendimi kankamın korunaklı ve mutfağında yeni pişirilmiş mantısı olan evine attım.  Gerisini anlatmama gerek yok sanırım. Saatlerce muhabbet tabiikiii J
Cumartesi sabahı kalktığımda o kursta olduğu için güzel bir kahvaltı yaparak hazırlandım. Bu arada dışarısı yeterince soğuk olmasına rağmen salon ve mutfak camları kalktığımda açık olduğu için içeriside en az dışarısı kadar soğuktu. Sevgili kankamın yeni takıntıları başladığı için korkumdan camları kapatamadım bile J O soğukta titreyerek yaptığım kahvaltıyı unutamayacağım J
Bu arada ikimizinde yaş ve psikolojik durum itibariyle takıntılı birer birey olma yolunda gittiğimizi size söyleyerek “evrene” kötü bir mesaj tabii ki yollamayacağım J
Cumartesi günü için sevgili kankam Büyük ada planı yapmış, İyi ki de yapmış. Hafif yağmurlu ve sakin bir günde o güzel adayı da görmüş oldum. Adayı bilenler bilir. Sağ taraftaki muhteşem konakların olduğu yoldan başladık yürümeye. Yol kenarındaki olağanüstü konaklara bakarak yürüdük yağmurun altında.  Gerçi ben genellikle yağmurun altındaydım. Kankam ise şemsiyenin altına girmem için her 5 dk da bir bana laf atıyordu. Ama çok az yağan bir yağmurda şemsiyeyi taşımak yerine yağmurda yürümeyi tercih ederim. Tabii ki makyajım akmadığı sürece …
Bu “uzun” yürüyüşten sonra nihayet meşhur Ay Yorgi yokuşunun başına geldik. Yapmamız gereken aslında çok zor bir şey değildi. Yol boyunca hiç konuşmadan dualar okuyarak dileğimizi dilemek ne kadar zor olabilir ki benim gibi sportif bir kız için !!
Ama hayat beni yine yanılttı işte. O yokuşu nasıl çıktığımı bir ben bir de Allah bilir. Nefesimi belli bir düzeye oturtmaya çalıştıkça vücudumun her bir hücresinin isyan ettiğini resmen hissettim. Hücrelerim bana aynen şu şekilde bağırıyordu “Heyyy kaç yıldır fosur fosur sigara içiyorsun dün gecede biraları götürdün ve şimdi gelmiş bizden bu yokuşu çıkmamızı bekliyorsun”
Evet bu hücrelerim için çok yorucu bir fiziksel aktivite olabilir ama hayatta hep daha zoru vardır işte. Hayatım boyunca ilk defa konuşamama durumunu yaşadım. Evet konuşulmaması gereken bir çok ortamda bulundum. Fakat o ortamlarda bile yarım ağızla kısa cümle ve mimiklerle her zaman yanımdakine derdimi anlatabilmişimdir. Ama bu sefer durum çok farklı. Ortada büyük dileğim var. Ve birde upuzun bir yokuş !! Konuşursam veya onun suratına bakarsam dayanamam diye yokuş boyunca suratına bakamadım korkudan. İnsan çatlayarak ölür mü diye de çok sordum kendime ? Ama yokuşun sonlarına doğru geldiğimde fiziksel gücümün kalmadığı anlarda dileğimi yeniden tekrar ettiğimde ayaklarımın toparlanarak yeniden aynı tempoya çıktığını fark ettim.İşte ben buna mental güç derim.
Yokuş bitip kiliseye girip dileğim için mumları yakarken bir yandan da şükrediyordum. Ve cafede otururken ilk 10 dk da kendime gelemedim. Fakat 15. Dk da hayat normale döndü. Bir keyif sigarası yakıldı, bira yudumlandı ve puslu İstanbul’a uzaktan bakıldı…
Ayrıca belirtmeliyim ki bir sürelik sessizliğin ve konuşmamanın aslında bir nevi meditasyon hali olduğunu fark ettim. Çünkü meditasyon yaptıktan sonra hissettiğim duygunun aynısını hissetmiştim.  Bu arada bu kadar yürüyüş ve yokuşu konuşmadan çıkmamın karşılığında dileğimin kesin olacağına inanıyorum!! (Belki de bu ritüleli yapan herkes benim gibi hissederek kesin dileğinin olacağına inanıyor  ve ona odaklanarak kendileri o dileklerine ulaşıyordur )
Biralarımızı bitirdikten sonra sabırla çıktığımız yokuşu koşarak ve kahkahalar atarak indik. Muhteşem konakların önünde sigara molası verdiğimizde zamanında o evde yaşayan insanların hayatları hakında yorum yaptık. O konağın genç kızının karşıdaki konağın genç delikanlısı ile yaşadığı aşkı canlandırdık gözümüzde. Perili köşkten koşarak kaçtık.
Ada turum biterken, zaman makinasında eskiye gidip dönmüş gibiydim.  Yanağımda o bildik gülümseme ve suratımdaki şaşkın ifade ile artık Kadıköy gecelerine akabilirdik. Bir sote barda 2 muhteşem müzik grubunu dinleyerek sevgili kankamla bakışıp kıkırdayarak doğum günüme girmiş oldum.  29 yaşıma girdiğim o gece kendimi daha farklı hissettim. Sanki çoğu taş artık yerine oturmuş ve ben biraz daha büyümüş ve olgunlaşmış gibiydim.
Ne mutlu bana J
C.Y.

14 Ekim 2011 Cuma

İSTANBUL


Offf kırk yılda bir İstanbul’a gidiyorum. Ve tüm haftasonu için yağmur ve fırtına veriyor. Yani burada günlük güneşlik bir yaz havası varken bu duruma inanmak istemiyorum açıkçası.
İstanbul’a ihtiyacım var. Islak ve çamurluda olsa onu görmem lazım. Kaosuna, gürültüsüne, keşmekeşine ve o tablo gibi manzaralarına ihtiyacım var. Karşıya geçebilmek için birkaç araç değiştirerek saatlerce yolda olmaya, kapkaça karşı çantamı sıkıca tutmaya, bilmediğim bir mekandan içeri adım atmaya, tanımadığım insanların suratlarına bakmaya,  boğazdan geçen gemilerin büyüklüklerine ve çokluklarına şaşırmaya ve eve dönüş çilesini çekmeye ihtiyacım var.
İstanbul’un çöpünü bile özledim galiba.
Bir anda kızdırıp biranda mutlu eden bir sevgili gibi.
Bu sabah yataktan zınk diye kalkmamın ve çantamı hazırlamam esnasındaki şarkı mırıldanmamın ve ofise koşarak ve mutlu gelmemin sebebidir. Sanki yeni sevgili gibi heyecan vericidir. Çok fazla plan kurmadım onunla ilgili, her şeyin spontone gelişmesinden yanayım. O beni nereye sürükleyeceğini ve ne göstereceğini bilir zaten…
İnsan huzurlu ve güneşli bir kasabada yaşıyorsa, ulaşım derdi, hayat stresi yoksa, gördüğü her 10 kişiden 8’ine aşinaysa İstanbul gibi bir kaosa koşarak gider. Yollarda tanınmıyor olmanın verdiği heyecanla yürür.  Beyoğlu’ndaki insan selinden başı döner. Oturduğu masadan tüm hayatı boyunca gördüğü insan sayısının bilmem kaç katını bir anda görüyorsa ben buna ekşın derim.
Elbette ki 4 günlük İstanbul maceramdan sonra, benim gibi her kasabalının yaptığı şekilde kendimi yeniden köyüme atma isteğiyle yanıp tutuşacağım. Ama yenilenmiş ve şükreder bir halde olacağımdan eminim. Gözümde tüm manzaralarım. Ve yanağımda o mutlu ifade ile evime gelerek sakin hayatıma devam edeceğim.
Keşmekeşi derin bir nefesle içime çektikten sonra Gökova’ya gönül rahatlığı ile yelken açabilirim artık J
C.Y.


DOLUNAY


28 Günde bir gerçekleşen ve hayatımızdaki bazı taşları yerinden oynatabilecek güçteki bir enerjidir bana göre dolunay. Duyduğum kadarıyla dolunay zamanlarında şiddet ve kaza olaylarının sayısı da artıyormuş. Hatta Yurtdışında bazı yerlerde dolunay zamanlarında Acil servis ve itfaiye gibi ünitelerde dolunaya hazırlıklı olarak çalışıyorlarmış.
Ay'ın durumunu gün gün takip etmesem de her akşam sigara içme molamda terasa çıktığımda gökyüzünde ay'ı ararım. Bazı günler gözükmez bazı günlerde saatine denk gelirsem muhteşem bir manzara ile karşımda durur.
Ama genellikle dolunay zamanlarını bilmesem bile o birkaç gün içinde dolunay olacağını hissederim. Eskiden dolunay zamanlarında gergin ve çok sinirli olurdum. Genellikle kontrolden çıkar ve normalde asla yapmayacağım şeyleri yapar ve sonraki 1 kaç günde de kendimi ve ruhumu düzeltmeye çalışırdım. Çok dolunayın ertesi günü tüm gün yatakta ağlayarak geçirmişliğim vardır.
Ama son zamanlarda Dolunaya daha pozitif bakmaya çalışıyorum. Çünkü farkındayım ki benim hayatımda kendi kendime değiştiremeyeceğim bazı şeyleri değiştirebilecek bir güce sahip. Sorunlu bir ilişkiniz vardır, mutsuz olduğunuz bir işte çalışıyorsunuzdur veya ailenizle ilgili bir sorun vardır. Tüm bu durumlarda normalde herhangi bir şey yapamayan bir kişiyseniz o zaman bu güç size destek olur.  Aslında genel olarak sanırım zaten zayıflamış olan ipleri koparma görevini üstlenmiş ve sen kopartamıyorsan ben kopartırım diyordur işte…
Artık dolunay zamanında “eyvah yine dağılacağım” demiyorum. Bakalım bu dolunayda hayatımla ilgili neler olacak diye izlemeye çalışıyorum. Elbette her zaman bu kadar sakin bir izleme olmuyor. Sonuç olarak o ipin bir ucu da bana bağlı ve kopmasını izlerken yeterince üzülüyorum.
Ama sonuç olarak -ha koptu ha kopacak- diye diken üstünde geçirdiğim zamanlar artık geride kalmıştır. Napalım o ip koptu artık belki de artık önüme bakmalıyım demeye çalışıyorum.
Ve bir de yeni ay vardır. Bir yerde okumuştum. “Yeni ay yeni doğan bir bebek gibi, beyazlar içinde bir gelin gibidir. “ diye yazıyordu. Sanki doğru gibi.  Yeni temiz başlangıçlar için ideal bir zaman.  Açılan yeni beyaz bir sayfa gibi belki de.  Dilekleri dilemek için en uygun zamandır benim için…
Ben her Yeniay da dileklerimi dilerim. Dolunayda da bana yardım etmesi için fazlasıyla dua ederim.  Belki de kendimi böyle inandırdığım için huzurumu genellikle yerde bulamadığım için gökyüzünde arıyorumdur.
Gerçekten böyle bir enerjisi var mıdır bilmiyorum ama bu dolunayda da olan oldu yine. 11 Ekim dolunayı sayesinde ben istemesem de bardağımın kırık olduğunu yine ve yeniden fark ettim. Umarım bu sefer bardağımı atmam için yeniayda dileyeceğim dilekler gerçek olur !!
C.Y.


13 Ekim 2011 Perşembe

AYNA


Bir kişisel gelişim kitabında okumuştum.” Sevmediğiniz ve nefret ettiğiniz kişi ve maddelere iyi bakın onlarda kendinizle ilgili bir şey bulacaksınız”  yazıyordu.
Bu cümleden çok etkilendim. Uzun süre düşündüm. Hayatta en çok neyden nefret ettiğimi bulmaya çalıştım. Bulmaya çalışma aşamam öyle uzun da sürmedi. Tabii ki en nefret ettiğim madde “Karpuz”du . Zorda kalırsam her türlü böceğe dokunabilir onlarla savaşabilirim. Ama karpuza dokunamam, yiyemem ve aynı ortamda bulunmamaya çalışırım kendisiyle.  Şimdi bu yazı için karpuz resmi seçerken bile midem ağzıma geldi. Sonra da düşündüm. Karpuza dikkatlice baktığımda kendimle ilgili ne görebilirim acaba diye.
Açıkçası karpuzla benim aramda pek bir benzerlik bulamadım. –Belki de gerçekten bakmak istemedimJ
Ama hoşlanmadığım ve görmekten hiç haz etmediğim insanları değerlendirdiğimde sanırım bazı şeyleri fark ettim. Bazı gizli ortak özelliklerimiz vardı. Bende olmayan ama onlarda olan özellikleri kıskandığım içinde onlardan hoşlanmıyor olabilirdim. Veya içimde gizli olan fakat onların rahatça sergiledikleri bir davranışa da sinir olmuş olabilirim. Tam olarak kilit noktayı henüz keşfedemedim açıkçası.
Yani hoşlanmadığım kişiye dikkatlice bakıyorum. Örnek olarak bir kişiyi değerlendireyim. Planlı, programlı, dakik, kuralcı, sıkıcı derecede sakin, başkalarına güvensiz ve titiz…
Aslında öz eleştiri yapmam gerekirse bu huylar bende de var. Hepsi değil ama bir kısmı bende de var işte. Ben saklamaya çalışsam da aynada görüyorum sonuçta.
“Hangi insan evinin terasında sigara içtikten sonra rüzgarsız bir havada sigarasını tam söndüremeden bahçeye attığı izmaritin yaprakların üstüne düşmesinden dolayı aralıklarla 40 dakikasını o sigara izmaritini gözlemleyerek geçirebilir ki. Ve bu bekleme halinde nemli bir günde o izmaritin otları alevlendirerek yangın çıkaracağını ve tüm evin kül olacağını kurabilir. Ve bunun üzerine bahçeye inme ihtimali olmadığı için yukarıya hortum çıkararak izmarite su püskürtmeyi hayal edebilir.  Kendi kendime telkinler ile sakinleştirmiştim o gece kendimi. Ama telkinlerim işe yaramasaydı. Saatlerce orda oturarak nöbet tutabilirdim sanırım.”
Galiba bazı konulardaki takıntılarımı o insanlarda gördüğüm için onlardan rahatsız oluyorum. O insanı gördüğümde suratım limon görmüş gibi istem dışı olarak ekşimeye başlıyor. Kendi aksimden rahatsız oluyorum demek ki !
Belki de onlara daha dikkatli bakmalı ve gözlerimi kaçırmamalıyım. Belki o zaman kendi takıntılarımı çözer onlara da pozitif olarak bakabilirim...
C.Y.

KIRIK


Galiba defalarca düşmüş ve kırılmış bir bardaktan kahve içmeye çalışıyorum !
Bardağı kimin kırdığının pek önemi yok aslında, yarısını ben yarısını da “O” kırdı. Ama sonuç olarak çok sevdiğiniz ve her sabah onunla kahvenizi içtiğiniz bardak bir kere kırılmış işte. Eskisi gibi olmayacağını bile bile biz bu bardağı yapıştırmaya, iplerle desteklemeye çalışmışız. Ama kahvemi yudumlarken çatlak olan bölümden kahvenin üstüme dökülmesini ve beni yakmasını önleyemedim işte.
Bardağı artık atmam mı gerek? Ben atamayan insan gurubundanım ama . Eşyalarımı atamam, eski kıyafetlerimi atamam. “Bir gün lazım olur” mantığı ile evi depo haline çevirdim. Ama ya lazım olursa o zaman ben attığıma üzülmez miyim ? Ya o bardaktan sadece bir tane varsa ve diğer bardaklarda kahvenin tadı daha kötüyse.
Birde her şeyi rahatça atabilen insan gurubu vardır, Ve ben onlara çok özenirim. Evlerinde minimum eşya vardır. Dolapları tıka basa dolu değildir. Evlerinde boş bir huzur vardır. Gereksizlerin olmadığı sakin bir ev… Onlar sadece kıyafetlerini , eşyalarını atmazlar. Sırtlarına yük olan ve sorunlu olan tüm ilişkilerini de çöpe atıverirler. Atarlar ki yenisi için yer açılsın.
Ama ben atamıyorum işte.Hem seviyorum hem gıcık oluyorum.  Hem yeterince yerim var , hemde aslında yersiz kalmışım gibi hissediyorum.
Ama galiba artık atma vaktim geldi. Acaba önce evden mi başlasam. Eski ve kullanılmayan malzemelerimi atmakla başlayabilirim belki de.  Bunu birkaç kez denemişliğim vardı aslında. Evin sadece tek bir çekmecesini boşaltıp ailece o çekmecedeki gereksizleri atmayı planlamıştık. Fakat neyi göstersem aa onları atma tepkisini gördüm. Atamadığımız şeyler- Benim ve abimin tüm okul yılları boyunca aldığı karneler- Benim ilk çizdiğim uyduruk ilkokul resmim- gelen tebrik kartları- benim defterlerim, kitaplarım- Babamın iş yazıları (sene 1980) ve aklına gelebilecek bir sürü gereksiz evrak ve ıvır zıvır.
Ve çıkardığımız çekmeceyi aynı şekilde yerine koymuştuk. Ailece aslında içten içe mutluyduk, çünkü anılarımız hala o çekmecedeydi. Evet belki de o çekmece son 20 yıldır hiç açılmamıştı. Fakat ailece sanırım o çekmecedekilerin hala orda olmalarından dolayı huzurluyduk .Çöpler dışındaki hiçbir şeye dokunamamıştık. Annemlere göre bunlar anılardı. Bunlar bunca yıl yaşanmış bir hayatın elde kalan materyalleriydi. Bu nedenle de anılarımızı çöpe atacak halimiz yoktu elbette !
Ne kadar doğru ne kadar yanlış bilmiyorum. Atmak mı iyidir saklamak mı iyidir.
Ama dediğim gibi ben kendimi tanıyorsam o kırık bardaktan yeniden kahve içmeye çalışacağım. Belki bu sefer üstüme dökülmemesi için gerekli tedbiri alarak yudumlayacağım.
Ve yine biliyorum ki ben ne kadar önlem alsam da yine o kahve üstüme dökülecek ve beni yakacak…
Belki biri gelir bardağı gizlice çöpe atar !
Ben de bir süre üzülür sonra mecbur yeni bir bardak alırım :/
C.Y.

12 Ekim 2011 Çarşamba

MASKELER


Galiba hayatta birçok maske takıyorum. Evet ailemin yanında küçük kız maskemi takarken , iş yerimde daha güçlü olan siyah maskemi takıyorum. Arkadaşlarımın yanında pembe maskemi, sevgilimin yanında da nazlı ve kaprisli olan kırmızı maskemi takıyorum.
Kısacası hepimiz o sırada hangi ortamdaysak o ortama ayak uydurması gereken maskemizi takmak zorundayız. Çünkü bu hayatın bir kuralı sanırsam. Düşünsene çok büyük ve kurumsal bir şirkette çalışıyorsun ve işe giderken siyah maskeni yanına almayı unuttuğun için pembe maskeni takmak zorundasın. Tüm çalışanlar siyah maskeli ve sen pembe maskelisin…
( Bu benim küçükken sık sık gördüğüm kabusuma benzedi. Sabah kalkıp okula uçarak giderdim. Tüm çocukların tam ortasına havadan gururla indiğimde hepsinin benim ayaklarıma baktığını fark ederdim . Ve ayaklarıma baktığımda hep o aynı salak manzara olurdu. Olamaz yine terliklerimle gelmişim okula L evet ben bu rüyayı tüm ilkokul yıllarım boyunca gördüm. Ortaokula geçtiğimde çok şükür bu kabuslardan kurtulmuştum. –Sanırım çocuk psikolojisi olarak okulda rezil olmaktan çok korktuğum için beynim benimle bir güzel dalga geçmiş-
Bence bir çok kişi hayatındaki bazı mutsuzluklarını maskelerini doğru takamadıkları için yaşıyorlar. Sevgilisine siyah maskesi ile hükmetmeye çalışıyor, arkadaşlarına kırmızı maskesiyle naz ve cilve yapıyor, İş yerinde de pembe maskesiyle şikayet ediyor.
Belki de zaman zaman bu salak maskeler yüzünden ailemi, arkadaşlarımı ve sevgilimi kırdım. Belki de dememem gerek aslında çünkü kesin olarak kırdım.
Özür dilerim.. Özellikle de birinden..( Çünkü iş yerimdeki salak raporu akşam saatlerinde yazdıktan sonra kaydetmeden kapatan ben salağı raporu tekrar küfrederek  yazmak zorunda kalmamın bedelini hasta olan annemden çıkartmıştım zamanında… (itiraf)
Keşke hayatta tek bir maskemiz olsa. O güzel işlemeli “tek” maskemizle heryerde olsak.  Ama o zaman sanırsam hayat daha basit ve sıkıcı bir oyun haline gelirdi…


BIRAK DAĞINIK KALSIN…


“Terazi burcuna tavsiye mutlu olmaktan çok mutlu görünmeye çalışırız. Bırakın her şey dağınık kalsın öncelik sizin artık....”
Bu tavsiyeyi fiziksel hayatımda her zaman kullanırım. Odamın aşırı dağınık olması veya bulaşıkların dağ gibi olması veya artık evi temizleme vaktimin gelmesi durumlarında hep bu cümle gelir aklıma…
Ben odası toplu ve her şeyi yerli yerinde olan birisi değilim. Bu sanırım genetik bir durum. Tüm aile fertlerimiz de dağınık olduğu için hiçbirimiz birbirimizi yadırgamadan gül gibi geçinip gittik işte. Bazen rahmetli annem odamı toplamaya kalkardı. Pantolonlarımı ayrı bluzlerimi ayrı yerlere kaldırırdı. İşte o durumlarda asla aradıklarımı bulamayan bir duruma düşerdim. Yani küçük bir odanın içindeki bir pantolonu bulmak ne kadar zor olabilir ki..
Ama öyle kolay değildir işte. Ne zaman ki pantolondan vazgeçersin başka birgün elini attığın çekmeceden pantolon sırıtarak eline geliverir. Geliverir de artık benim için o eski önemin kalmadı be cnm.  İşte bu nedenle ben odamı dağıtmaktan zevk alıyorum.  Ne kadar evimize hırsız girdiği zamanlar  odaların fotoğraflarını çeken polis memuruna “ o odayı çekmeyin oraya girmemiş zaten “ desem de kendime inandıramamıştım. Polisin “ İyi ama bu oda başka nasıl bu hale gelebilir ki “ tepkisini gayet normal karşılayıp ona durumun psikolojisini anlatmak yerine fotoğraf çekmesine karışmamıştım.
Bu felsefeyi gerçek hayatımda son zamanlarda kullanmaya çalışsam da genel olarak tam istediğim manada kullanamıyorum. Sonuçta insanım. 28 yaşındayım. Ve önümde uzun veya kısa bir hayat gözüküyor. Çocuk sahibi olmak istiyorum ama henüz adayım bile yok. Yani aslında belki bir aday var ama ona da net olarak karar veremiyorum.
Hep bir hayalim vardı. Kafama takılan çok önemli bir karar aşamasında elimde bir kumanda olsa ve 10 yıl ileriye alsam. Alsam ve baksam keşke; mutlumuyum, bu seçimden memnunmuyum, Yoksa perişan bir halde mi gözüküyorum.  Sevdiğime inandığım ve birlikte mutlu olduğum fakat mantıksal bazı parçaların eksik olduğu “O” güzel insan ile 10 yıl sonraki halimi görebilmeyi o kadar çok isterdim ki. Hem görebilsem hem ona hemde kendime işkence çektirmezdim belki de. Belki işte o zaman tam olarak o andaki mutluluğun tadına varabilirdim.
Acaba karar vermek için zaman makinesinin sevgili bilim adamlarımız tarafından yapılmasını mı beklesem ? Ya da elimi taşın altına mı koysam ? Ama ya elim çok acırsa. Ya o seçimim yüzünden yanlış bir hayatı seçmiş olursam. Sonuçta hayat seçimlerimizden ibarettir. Ben “O” nu seçersem ve 10 yıl sonra mutsuz bir hayatım olursa bunun suçunu onda değil kendimde arar dururum.
Bu kadar karmaşa arasında son günlerde “O” nunla ilgili “Bırak dağınık kalsın” diyorum. Bugüne kadar toplamaya çalıştım da ne oldu. Hala 1 ileri 2 geri modunda yaşıyorsam toplamanın artık pekte bir önemi kalmadığına inanıyorum. Bu nedenle şimdilik “O”nunla ilgili durumumda sadece önüme gelen yemeği yemeyi tercih ediyorum. Çünkü şuanda onu kremalı soslu bir makarna olarak görüyorum. İleride gözüme hiçç sevmediğim bamya gibi de gözükebilir. Ya da çok sevdiğim karışık pizza gibi de gözükebilir.  Hayat işte her şeyde %50 ihtimalle ilerliyoruz.
Galiba hayat puzzle parçalarını birleştirmek kadar kolay bir aktivite değil. Çoğu parçayı bulup yerleştirsem bile birkaç parçanın kayıp olduğunu fark ettiğimde yine üzülüyorum işte. Üzülmek mi yoksa hayatımı kontrol edememe hırsımı onu da bilmiyorum.
Ama son günler de çözemediğim ve içinde çıkamadığım durumlarda bunu uygulamaya çalışıyor ve kendime “Bırak dağınık kalsın” diyorum.
Belki seçmem gereken durumu sadece ertelemiş oluyorum. Ama itiraf ediyorum bu dağınıklık duygusu beni mutlu ediyor J
C.Y.

11 Ekim 2011 Salı

YENİ VICIK BEN

Off özledim be kanka,
Sana yazmayı da özledim. ama 365 yazı hedefimden dolayı genellikle siteye yazmaya çalışıyorum. Malum 365 aslında büyük bir rakammış .
Bu yazılara başladığım günden beri bunalıma giremediğimi belirtmeliyim. Böyle vıcık vıcık bir sevgi hali düşün. babama lavaşlı pizzalar yapan sevgi dolu bir kız haline geldim. Bu halime alışamıyorum. ama alışıcam.
Bu yazılar sayesinde kendimi kurmuyorum. Çünkü sürekli ne yazsam diye düşünüyorum. her şeyde aa bak bunuda yazabilirim diyorum.
yazılarımı siz kızlar dışında okuyan varmı bilmiyorum ama hırs yaptım galiba. O sayı bitmeden ben bu işi bırakmicam.Belkide ilk defa hayatımda başladığım bir işi bitirmiş olucam.
Vee istanbul yolcusu kalmasınn. tam olarak 3 gece geçicek 4. akşamda ben yanında olucam.Vee senin huysuz suratına bakıyor olacağım :)) hem bu sefer annen de olmicak. Umarım aç kalmam dimi. kalmam sen bana bakarsın . bakarsın dimi ?
tüm istanbul tatilimi peynir ekmekle geçiricem gibi hissediyorum. öyle olmaz dimi. yani bi soslu makarna yaparız en azından...
Bu dönemde seni biraz boşlamış olabilirim bu nedenle özür dilerim. Ama unutma sen benim kalbimin sağ kapakçığındasın  :((/ ayy çok vıcık vıcığımm.
sevgi dolu insanları hiç sevmem biliyosun. sürekli kahkaha atan sürekli pozitif olan, çiçekleriyle konuşan, o mutlu mesut insanları pek sevmem. Ama onlar gibi hissediyorum.
Yani şimşek çakıyor. ayy ne güzel , yağmur yağıyor ayy ne güzel , ayy güneş açıyor ayy ne güzel modundayım. hayır yani kafama bişey düşse ayy ne güzel dicem bu gidişle.
Bunun dışında özel hayatla ilgili bişey yok . yani aslında var ama yok. sonra merhaba merhaba olsun istemem kanka.
Off işte bu duruma sinir oluyorum. Ben burda senden gizli gizli bir şeyler yapıyorum. Sonra senin suratına bakıcam. Sen sorucaksın ee neler yaptın bende hiçç bişey yapmadım diyerek gözlerimi kaçırıcam. sonra o pörtlek gözlerini tam üstüme dikiceksin.:( ve ben başlicam yine anlatmaya :) hep olağan senaryo işte.
4 gün sonra görüşmek üzere :)
Vıcık ben...

POZİTİF RUH HALİ VE BEN


Ben bu durumdan sıkılmaya başladım sanki!
365 yazı hedefi ile başladım bu bloga.Fakat şimdi 365 yazı gözümde o kadar çok büyüdü ki. Yani neredeyse ömür biter bu yazılar bitmez modunda düşünüyorum. Ve sanki aklıma yazacak herhangi bir şey de gelmez oldu. Daha topu topu 4 yazı yazmış durumdayım. Ve geriye kalan 361 yazıyı nasıl yazacağım ki ben. Daha 300 lü rakamlardan çıkamadım bile. Hadi o raklamlardan çıktım daha 200lü ve 100 lü rakamlar var.
Kısacası rakamlar gözümde gittikçe büyüyor. Büyüdükçe de bende bir stres başladı sanki ..
Çok sevdiğim birinin söylediği gibi sanırım bloğumun 365. Yazısı “oh be bitti…” Jolacak  gibi gözüküyor. İşin garip tarafı bu yazıları yazmaya başladığım günden beri bunalıma girmemiş olmam. Belki de canımı sıkan nokta tam da burası. Sürekli ne yazsam acaba diye düşünmekten kendi kendime kurmaya fırsat bulamıyorum. - galiba evde kaldım veya bu gidişle kesin evde kalıcam gibi fikirleri şöyle gönül rahatlığı ile kuramıyorum bile.
Hayır yani şöyle yatağın içine girip 2 ağlayıp, battaniyeyi üstüme çekip tam olarak kuramadığım bir pozitif hayattan ne zevk alabilirim ki.  Tam bunalıma giricem. Evet dün akşam tam bunalım için ideal bir akşamdı (Bunalıma girmek için uygun ortam ve günün olduğunu belirtmeliyim) Ben genellikle bunalımlarıma pazartesi girerim. Çünkü haftasonu yeterince sıkılmış olurum ve başlayan haftaya bunalımla girmeyi severim.
Evet dün akşam bunalım için gerçekten çok ideal bir akşamdı. Deli gibi yağmur yağıyor. Evden çıkma ihtimalim yok. Birde koltuğuma uzanmışım. Elimde kumandam tv de izlicek hiçbirşeyin olmadığı bir andan daha güzel bir bunalım başlangıç anı olamaz benim için. Evet sevgili tv yetkililerine seslenmek istiyorum. Her akşam en az 2 dizi yayınlayacak kadar çok dizi seçeneğiniz var. Hatta fantezi yaparak kuzey-güneyi Muhteşem yüzyıl ile aynı saate bile koyuyorsunuz. Ama koskoca Pazartesi akşamı izleyebilecek tek bir dizi veya film bile bulamıyoruz.
Bence çok acınası bir durum, Evet tam bunalımlık bir hal işte, Doğru odana git ve yatağına yat vee kurmaya başla dedim kendime.
Peki ya ne oldu dersin… Odama gittim ama kuramıyorum. Evet bunları yazabilirim diye pozitif düşünmekten kendimi kuramıyorum. Neyse kalktım bilgisayarı açtım ( Bu arada Allah düşmanımın başına yeni alınmış ve hiçbir programı yüklenmemiş bir pc versin) 2 satır yazı yazacağım diye çıkan bildirimleri kapatmaktan sinir geldi. Ne güzel yazmışım ve yazım bitmek üzere, sağ köşeden çıkan bildirimi kapatmak üzere yaptığım hamle üzerine bir de baktım yazımı kaybolmuş. Evet yazım kaydetmeden yok olmuş…
Ama bunun üzerine eski olan ben bir sinirle o yazıyı tekrar yazardı. Küfür ede ede.. ama ben öyle yapmadım. Bilgisayarı kapattım. Ve yattım. Ve meditasyona başlarken sanırım uyuya kaldım…
İşte böyle bunalıma alışmış ve bundan gizli gizli zevk alan benim için bu günler epey zor geçiyor. Yani bu Cuma İstanbul’a gideceğim , sonra ahşap yat yarışıyla Gökova’da olacağım vs. Yani güzel günler beni bekliyor da şu İstanbul’a gitmeden bir bunalıma girseydim süper olurdu da neyse. Demek zorla olmuyormuş. Gerçi hepsi bu yazılar yüzünden yoksa ben anında girebilirim yani.
Galiba önümüzdeki günlerim hayat güzel, çiçekler, böcekler güzel modunda geçecek.
Belki bir gün bu pozitif ruh haline de alışırım J
C.Y.

10 Ekim 2011 Pazartesi

HAVA RAPORU


Ama bu yazı yazılmaz mı şimdi. Biraz hava raporu gibi olacak önceden uyarmalıyım. Güneyden esen sert rüzgarlarlar ile tekne direkleri birbirine vurarak o çok bildiğimiz sesi çıkarıyor. Karşı dağların üstünden kara bulutlar, gelecek olan sağanak yağışın habercisi gibi, Kaptanlar bu fırtınayı kazasız olarak atlatabilmek için ellerinden geleni yapmak için çabalıyor, Evlerini su basma ihtimali olan aileler durumla ilgili gerekli önlemi almaya çalışıyor.  Bir taraftan da güneş, bir yerlerden ben hala buradayım imajı vererek önüne gelen bulutları delerek bize ulaşmaya çalışıyor gibi. Evet, doğa olayları izlemekten en çok keyif aldığım belgesel tadındaki durumdur benim için. Neden mi ? çünkü bu olaylarda genellikle kendimi ve içsel dünyamı görüyorum da ondan…
Kendimi geliştirme ve iç huzurumu bulma yolunda bir çok şey deniyorum. Meditasyon, nefes egzersizleri, sorunlarımı yazmak ve kendimde değiştirmek istediğim huyları bulmak gibi bir çok teknik deniyorum. Evet ortalama 1 yıldır bu duruma yoğunlaşarak bilinçli hareket etmeye çalışıyorum. Çok sinirlendiğim durumlarda derin nefes alıp -vererek sakinleşmeye, yada çok paranoyakça kafama takılan “acaba ofisin camını açık mı unuttum “ kurgularından sıyrılabilmek içinde “boşverme” yolunu seçiyorum. Ya da görmekten rahatsız olduğum kişilerin isimlerini bir kağıda yazarak onları affedip kağıdı yakıyorum. Dolunay vakti dileklerimi kağıda dökerek –ofiste yangın çıkarma pahasına da olsa- yakıyorum. Ya da quantum yapıyorum. 3 gün boyunca dileklerim gerçek olmuşçasına hareket ediyorum. Evet öğrendiğim her şeyi deniyorum. Tüm araştırmaları yapıyorum. Olumlu düşünüyorum. “Evren” e dileklerimi olumlamalar ile gönderiyorum.
Ama ne yaparsam yapayım tam bir mutluluk haline ulaşamıyorum. Genel olarak hedeflediğim mutluluk düzeyine ulaşamadığım için de aslında yaptığım tüm çalışmaların amacına ulaşmadığı fikrine kapılıp daha da çok üzülüyorum.
Aslında farkında olmadığım bir şey olduğunu buldum. Genel olarak günlük güneşlik olmasını istediğim hayatımda aslında fırtına ve yağmurların olmazsa olmaz olduğunu fark ettim.
Tanrı’nın doğayı yaratırken bizleri de ona benzer yarattığının farkına vardım. Nasıl ki sürekli güneşli bir mevsimde yaşamıyorsak bizlerde sürekli mutlu olamayız. Bizlerinde şiddetli fırtınalara, sağanak yağmurlara ihtiyacı var. Ardından çıkacak olan güneşin değerini anlayabilmek için önce yıkılmamız gerek belki de…
Belki de hayatımızdaki gereksiz pürüzlerin temizlenmesi için o şikayet ettiğimiz “selin” gelip bizi vurması gerekiyor. Hayatımızın daha iyi olması için bazen “altının üstüne” gelmesi gerekiyor. Tüm acılardan sonra olgunlaşmamız gibi bir durum sanırsam bu.
Bu nedenle sürekli mutluluk halinin olamayacağının farkına vardım. Sürekli mutlu olmayı da aslında istemediğimi biliyorum. Benim gibi çabuk sıkılan bir insan için sürekli mutluluk durumu elbette işkenceye dönüşecektir zaten.  
Galiba yapmam gerek en önemli şey, fırtına anında sabretmeyi öğrenmek ve ardından güneşin çıkacağına sonuna kadar inanabilmemdir. ..
C.Y.

MUCİZE…


Güzel bir pazartesi sabahı, Kahvem sigaram ve dışarıda fırtınalı bir hava. Daha ne olsun ki değil mi…
Hele de bir mucize yaşamış biri olarak bu sabah hayat daha farklı gözüküyor gözümde. Daha iyi daha yaşanılası bir sabah sanki.
Cumartesi akşamı arkadaşlarımla evde şarap keyfinden sonra dışarı çıkmak üzere 2 araba trafiğe çıkmıştık. Herşey gayet keyifliydi. Bomboş bir yolda camlarım kapalı fonda güzel bir müzik keyifli bir şekilde yolda ilerliyordum. Oysa ki 1-2 dk sonra olacaklardan habersiz bir durumdaydım. Bomboş yolda ilerlerken sağdan bir anda çıkan arabayı gördüm ve bir anlık olarak direksiyonu sola kırdım ve arabanın yola çıkmadığını fark ederek tekrar direksiyonu sağa kırdım. Buraya kadar her şey normal.. trafikte her an başımıza gelen normal durumlardan biri başıma gelmişti sadece.
Fakat ben direksiyonu sağa kırdıktan sonra bir anda son sürat bir spor arabanın 1 sn ile ara ile beni geçerek önümde yalpalanması ve daha sonrasında yolun farklı kenarlarına defalarca çarpması ve taklalar atarak yoldan çıkarak bir dükkana girmesi ile hayatımın şokunu yaşadım. Bu tarz durumlarda genellikle paniğe kapılarak hiçbirşey yapamayan ben ! soğukkanlı bir şekilde arabayı yavaşlatarak tüm kazayı yavaş çekim bir moda izledim. O sırada hemen acil servisi aramam gerektiğini düşündüm. Fakat o 3 rakam bir türlü aklıma gelmedi işte. (118 reklamlarından dolayı sürekli acaba 118 miydi diye düşünüyordum)

Ve bir arkadaşımı arayarak doğru numarayı bularak ambulansı olay yerine yönlendirdim. Ve yolda ilerlerken bir yandan küfür ediyor ve bir yandan “şükürler olsun” “şükürler olsun” diyordum kendi kendime.
Hani tv de izlediğimiz F1 kazalarından birini canlı olarak izledim. Arabanın tüm hareketlerini, havaya uçuşan toz ve parçaların tüm efektlerini izledim.  Ve 1 sn ile hayatta olduğumu idrak ettiğimde gerçekten çok büyük bir şok yaşadım.
Hayat böyle bir şey demek ki, bir saat önce kankamla konuşmuş kahkahalar atmıştım. 10 dk önce arkadaşlarımla planlar kurmuştum. Ve yolda giderken o arabanın bana değmesi durumunda belki de ölmüş olacaktım. (Normalde ben, yol bomboş olduğu için sağdan araba çıkma olasılığı durumunda hemen sol şeride geçerdim. Fakat sanki bir “el” direksiyonumu bir anda sağa kırmış ve benim hayatımı kurtarmıştı. Bunu refleks olarak yapmadım. Çünkü arkadan son hızla gelen arabayı görmemiştim bile. Aynı durumda olan ve beni arabayla takip eden arkadaşımda benimle aynı hareketleri yapmış ve kurtulmuştu.
Demek ki ölümünde bir saati oluyormuş. Bazen kıl payı kurtulduğumuz mucizeler yaşarız. Demekki o sırada henüz vaktimiz gelmemiştir. Bu arada haberleri takip ettim. Arabadaki 2 gençte hastanedeler ve hayattalar, O arabanın içinden sağ çıkmış olmaları tam bir mucizeydi bana göre. Bazen başımıza bir şey düşer ve ölürüz, bazen de paramparça olan bir arabadan sağ salim kurtuluruz. İşte ben buna kader diyorum.
Kafama taktığım basit şeyler sanki uçup gitti şuanda. Sanırım bir süreliğine zamanımı “şükrederek” geçireceğim. Ama tabiî ki ben bir insanım ve bir süre sonra yaşadığım bu mucizeyi unutarak günlük rutin hayat ve sıkıntılarıma devam edeceğim.
O gençler içinde acil şifalar diliyorum. Umarım hayatlarının geri kalan kısmında alkollü olarak son sürat araba kullanmamaları gerektiğini anlamışlardır.
Demekki yaşamam ve görmem gereken güzel günlerim var…
Teşekkür ederim. 
C.Y.