365 yazı ve ben

365 yazı ve ben

30 Ocak 2012 Pazartesi

HUZUR


Değişik, güzel, eğlenceli , mutlu  ve huzurlu bir haftasonu geçirmenin verdiği mutluluk duygusu var suratımda.  Neden değişik ve güzel olduğunu bu sabah fark edebildim. Çünkü fark ettim kii ben tüm hafta sonu boyunca hiç düşünmemişim. Hiç düşünmeden yaşamak ne güzelmiş öyle. Tam olarak kocaman 3 gece 2 gün boyunca hiç düşünmemişim. Elbette ki düşündüm. Ama öyle ıvır zıvır şeyleri düşündüm, Bugün ne giysem, makyajımı nasıl yapsam, yeni saç rengim nasıl olsun, bu akşam ne yesek gibi güzel ve mutlu edici şeyleri düşünmüşüm sadece…
Bu hafta sonu “ben kimim?” “amacım ne?” “dileklerim olacak mı?” “ya olmazsa” gibi garip kurgular yapmadan geçirdim. İnsan kurdukça, düşündükçe zorlaşıyor ya hani… benim derdimde tam olarak bu işte. Oturup düşünebilmek için kendime zaman ve mekan ayarlayabilecek kadar garip bir insanım işte. Oysa bu haftasonu rüya gibiydi benim için. Bu kadar basit düşünce ve basit eylemlerle daha önce yaşamışmıydım. Elbette ki yaşamıştım. Üniversite hayatım boyunca böyle basit yaşadım ben. Kafama tokadan başka şeyleri takmadım uzun yıllar. Ne giysem, ne yesem düşünceleri dışında bir şey düşünmemek ne güzelmiş öyle. Sıfır beklentiyle yaşamak ne kadar güzelmiş. Hani susayınca su içmek kadar basit işte. Oysa ben susadığım zaman su içmek yerine, “neden sürekli susuyorum ben ? “ Ya bir gün çok susarsam ve su bulamazsam” gibi garip kurmalar eşliğinde en basit bir olayı bile dev bir sorun haline getirebiliyorum. Dertsiz başıma dert arıyor da olabilirim bilemiyorum…
Bu kafa yapısına sahip olabilmek için yapılması gereken bazı aktiviteler var. Örneğin uyandığınızda saçma da olsa gülümsemek gerek, sabah gülerek uyandığınızda tüm gün bu aktiviteye devam ediyorsunuz, Sonra yataktan öyle ha diyip kalkmamak lazım. Şöyle bir sağa bir sola dönüp mırr mırr gerinmek lazım,  Gözlerini açıp dışarıya bakıp sonrada yeniden gözlerini kapatıp sıcak battaniyene son bir kez sarılmak ve vedalaşmak lazım. Tatlı vedalaşmayı yaptıktan sonra şimdi artık gönül rahatlığıyla yataktan kalkabiliriz J Ve sıra kahvaltı zamanında. Mutfağa girerek çayın suyunu koymak ne güzelmiş öyle ? Hele bir de peynirleri istediğiniz düzgünlükte kestiyseniz sizden keyiflisi olmuyor. Haa bir de eğer fırsatınız varsa bahçeye gidip portakal ağacına çıkıp portakalları toplamalısınız. Farmville oynamaktan daha keyifli en azından. Merdiveni uygun yere yerleştirip basamakları her çıkışınızda o portakalları koparıyorsunuz ya, haa bir de en son basamağa çıktığınızda o en tepedeki kocaman portakalı almak için verdiğiniz kol uzatma eyleminden sonra galip gelen siz oluyorsunuz ya işte keyifli bir an daha. Şimdi torbanızı alıp mutfağa giderek kahvaltınızın kalan bölümüne geçebilirsiniz. Taze sıkılmış portakal suyu diye buna derim ben J
Kahvaltıdan sonra yapılması gereken en önemli aktivite , “yürüyüş yapmak” ..son günlerde kendimi hep amaçsızca bir o tarafa bir bu tarafa yürürken bulmuştum. Bir gün bir sahilde diğer gün başka bir deniz kenarında yürüdüm. İnsan yürüdükçe kendini nasıl iyi hissediyor bilmiyorum. Ama hissediyor işte. Uzun yürüyüşler yapmak, yürürken manzaraların tadını çıkarmak, soluklanmak için bir kenara oturup muhteşem manzaranın farkına varabilmek ve yaşadığın şehirden dolayı şükretmek ne güzelmiş. Mağazaların önünden, kafelerden, sokaklardan geçmek, ve sokakta gördüğün her köpeğe “Ayy seni yirim benn” diye garip mimikler yaparak sevgi göstermek, ne güzelmiş öyle. Ve uzun yürüyüşün ardından bir kafede oturup türk kahvesi eşliğinde gelen geçen insanları gözlemlemek, bazen sessizce oturmak, bazen de bıdır bıdır konuşmak. Ve yürüyüşün verdiği hafif yorgunluk hissini kafede oturarak gidermek.
Kısaca düşünmeden geçirilen her an bence altın değerinde. O kadar değerli ki kafanda soru işaretleri olmadan o muhteşem manzaraya bakmak. Çünkü soru işaretleri yüzünden baktığın manzarayı algılayamıyorsun bile… Bu nedenle düşünmeden geçirdiğiniz BASİT anlarınız var ya, Hani o çok susadığınızda yataktan kalkıp su içtiğiniz o kısa an. İşte o anların değerini bilmek lazım. Ben değerini bilmeye çalışıyorum en azından.  Bu dinginlik halimi bir süre daha devam ettirmek istiyorum. Artık neyin doğru neyin yanlış olduğunu bulmaya çalışıp kendimi doğruyu yapmak için kasmak istemiyorum. Derler ya hani su yolunu bulur. Ben de o suyun yolunu rahat bırakmak istiyorum. Bu halim elbet değişecek, yine takıntılarım geri gelecek. Ama olsun şu anda huzurluyum ya. Sonrasını düşünmeye ne gerek var dimi ama J
C.Y.

18 Ocak 2012 Çarşamba

OYUN


Şimdi tanıdığım birinin blogundaki etkileyici bir yazıyı okudum. 8 yıl önce kanserden babasını nasıl kaybettiğini yazmış. O haberi duyduğu anı, öncesini ve sonrasını yazmış. Acısının ve yaşadıklarının ne kadar taze olduğunu okuyunca anlayabiliyor insan.
Neye üzüleceğimi şaşırıyorum şu günlerde. Annemin ölümüne mi üzüleyim. Kaybettiğim insan içinmi üzüleyim. Yanlızlığıma mı üzüleyim, sürekli ağır aksak ilerlemeye çalışan işlerimemi üzüleyim, umut etsemde içimden bas bas bağıran “olmayacak” sesinemi üzüleyim bilemiyorum.
Üzülmeye hangisinden başlamalıyım. Zamanında üzüldüklerimi yeniden mi yaşamalıyım. Acılarımın yok olması için daha kaç kere kutusundan çıkarıp acı çekmem gerekiyor ? Daha kaç gece dua etmem gerekiyor. Hafızamın silinmesi için ne yapmam gerekiyor ? Peki mucizeler için daha kaç yıl dilekte bulunmam gerekiyor ? Hiç bilmiyorum. Daha ne kadar kötü bir duruma gelmem ve kaç kere daha düşmem gerekiyor hiçbir fikrim yok.
En çok neye üzülüyorum biliyormusun. İnsan 2 şeyi istediği zaman elde edemiyor. Birincisi ölmek. Tamam bu kadar yaşamak bana yetti. Artık daha fazla gün ve saat bu hayatı çekmek istemiyorum , yarın bu oyuna bir son vermek istiyorum. Diyemiyorsun. Ne kadar istesende yarın hep geliyor işte. Sen oyunu bitiremiyorsun. Bu da oyunun bir kuralı işte. Kötü bir kural aslında, belki de iyidir. Bilemiyorum.
Diğer dilekte. İnsan istediği zaman deliremiyor. Hadi bu kadar yeter artık delirmek istiyorum diyemiyorsun. Bu kadar akıllı, mantıklı, sorumluluk sahibi geçirdiğim günler yeter, yarın sabah delirmek istiyorum. Diyemiyorsun. İnsan isteyince ölemiyor ve deliremiyor. Ben bu ikisinin oyuna dahil olmasını çok isterdim.
Çünkü bu ikisinden başka bir çıkış yolu yok gibi. Hüzünlerimin azalması için, dileklerimin yerine gelmesi için daha ne kadar beklemem gerek hayat ? Evet sana soruyorum. Neden bize istediklerimizi vermiyorsun. Neden bizi süründürüyorsun. Neden her gün ısrarla belirttiğimiz ve açıklamalı olarak yazdığımız, ve her gece olmasını istediğimiz şeyleri bize vermiyorsun ? Neden bizim senin kurallarına göre yaşayıp gitmemize mecbur bırakıyorsun ?
Hayat ne kadar zor ? Ve hayat ne kadar kolay ? İnsan olmanın ve bu acılara dayanmanın yükünü biz insanlardan başkası çekemezdi zaten. Bize verdiğin yüzlerce duygu ile buhramlar geçirmemizi izliyorsun belki de. Ama bu oyunun çıkış yolunu sen istediğin zaman açıyorsun. Delirmek istemeyenleri delirtiyorsun. Ölmek istemeyenleri öldürüyorsun. Bize sorsan. Ne istiyorsun diye. Sana söylüyoruz ama . sen yine yapmıyorsun.
Üzgünüm hayat. Beni hayal kırıklığına uğratmaya devam ediyorsun. Senin yüzünden. Ne kararlarımdan eminim, ne attığım adımlardan eminim şu günlerde. Çünkü olasılık miktarın o kadar çok ki neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edemiyorum. 
Her gece yatağına yattığında sevdiğini hayali olarak öpen ve sarılan insanlar var bu dünyada ? Bilmem farkındamısın hayat, bunun ne kadar saçma ve acı bir şey olduğunun. Olmayan veya olmayacak şeyleri diliyoruz. Ve şu anda olmayan insanlarla konuşup , geceleri onları öpüp, sarılıp, iyi geceler diyoruz.
Oysa sen tüm haşmetinle hala “Hayat” olarak devam ediyorsun işte. Bizde çıkışı bulamayan fareler gibi aynı yolları arşınlayıp duruyoruz. Ama belli ki dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Aynı duyguları yaşayıp duruyor olmamızın başka ne açıklaması olabilir ki ?
Kısaca çok özlüyorum. Ve senin bu salak kader oyunlarından çok sıkıldım…
Kısaca; yakında içimdeki polyanna ölecek, haberin olsun…
C.Y.

ELEKTRIK


Elektrik alıyorum J Hemde çok fazla, Hani şu evlilik programlarında elektrik alamadım diyen kızların hepsine yetecek kadar elektrik alıyorum. Çok elektrikliyim, herkesi çarpabilirim şu anda J Ne diyor bu deli demeyiniz lütfen. Çünkü ben çok ciddiyim. Yine elektrikli günlerim başladı çünkü, Yarışa 3 gün kala stresin dışa vurumu olarak vücudumun elektrik akımında yine bir coşma yaşanıyor. Her yarış öncesi her Çarşamba günü başlayan muhteşem elektrik akımını yaşıyorum. Tuttuğum kapı kolundan, camdan, elektrikli aletlerden, telefondan ve aklınıza gelebilecek tüm ofis eşyalarından elektrik çarpılıyorum…
Bu yine iyi halim. Birde Cuma günü görün siz beni, Tüm değdiğim insan ve cisimlerden elektrikleneceğim. Hiç anlamıyorum. Genç kızlarımızın elektrik almakta neden bu kadar zorlandıklarını. Oysa ki çok basit. Strese maruz kalsınlarda göreyim ben onları. Paravan açıldığında nasıl elektrik çarpılıyormuş.
Off evet saçmalıyorum yine. Çünkü etrafta saçmalıyor. Benlik bir durum yok yani. Herkes saçmalıyorsa bir ben saçmalamışım çokmu yani. Ayrıca elektrikli olmanın güzel yanlarını keşfetmeye çalışıyorum. Sevmediğim insancıkları çarpmak için onlara “pardon yana çekilebilirmisiniz” edası ile dokunuyorum. Ama maalesef onlar değil hep ben çarpılıyorum L
Keşke elektriğimi kullanmayı bilsem. O zaman bu elektrikli günlerimi keyfe dönüştürüp o hiç haz etmediğim birkaç kişiye bızzzt sesi çıkartarak çarpabilseydim keşke. Bu durumun en komik yanıda, Cuma günü yapılan toplantılarda en büyük başkanımızın karşısında tüm kurumsallığım ve ciddiliğimi takınarak işlerimi hallettiğim bir sırada kendisine değdiğim zaman  fırlayarak “ayy elektrik çarptı sizden” diyerek sıçma durumunu yaşamamdır. Sen tüm gün kas. Öyle ciddi ve kurumsal olacağım diye didin dur, sonra kalk adamın karşısında ayy elektrik çarptı diyerek ciyakla. Olacak iş değil yani…
Boşuna demiyorum benden kurumsal çalışan olmaz , olamaz diye. Ben duygusal bir kişiyim. Bir de her zaman aklıma gelenleri tutamayabiliyorum. Yöneticimizin odasına girerken onun şeker iğnesi yaptığını görünce “Ayy çok kötü “ diyerek odadan dışarı fırlamamam lazım örneğin… Ya da başka zamanlarda aklıma gelen garip şeyleri bir çırpıda söylememem gerekli. Sonrada niye bana kurumsal değilsin diyorlar. Olamam işte ben… Çünkü biraz patavatsız olabiliyorum işte.
Kısaca önümüzdeki 3 gün benim için yine zorlu geçecek. Çünkü ofiste malzemelere dokunurken yine o gerizekalı görüntüye bürüneceğim. Malzemeye dokunmadan önce kazağın kolunu uzatıp eldiven şekline getirip kapıyı tutmaya çalışacağım mesela. Birde bu işi yaparken gözlerimi kısmam gerekiyor. Çarpılmaya hazırlıklı olmam için. Ama ne zaman böyle hazırlansam çarpmıyor işte. Ne zaman aklımdan çıkıveriyor. Cızzzt “off yine unuttum eldiven modunu” diyerek  ofiste saçma cümleler kurmaya başlıyorum yine. 
Biliyorum ki toprakta yürüyerek elektriğimi atmam gerek. Ama bu soğukta bırakın toprağa basmayı çorabı çıkarmaya korkuyorum ben. Bu yüzden havalar ısınana kadar aynı çileyi her 3 haftada bir yaşamak zorundayım. Ayrıca tek derdim elektrikli olmam olsun be yaww. Başka derdim olmasın. Ben ofis malzemeleriyle elektrikli aşk yaşamaya razıyım. Yeterki başka sorun olmasın. Yeter ki akıl sağlığım yerli yerinde kalsın.
Yani şikayet etmiyorumJ
C.Y.

17 Ocak 2012 Salı

MUTLU ANLAR


Mutlu anlar denince aklınıza ne gelir bilmiyorum. Benim aklıma yüzlerce şey geldiğini söyleyebilirim. Bu mutlu anları bir yere yazarsam eğer, ve dönem dönem bakıp o anlardan birini yaparsam mutluluk düzeyimi arttırabilirim diye düşündüm şimdi. Tam olarak şimdi aklıma geldi bu fikir J Nerden mi aklıma geldi ? 1 haftadır duran kurabiye kutusunun içinde kalan 4 adet tuzlu kurabiyeyi paketinden çıkartarak, paketi dudak hizasında tutmak suretiyle susamların ve kıtırların karışmış bir halde ağzıma inmelerini gördümde… ondan aklıma geldi yani. Karton kutudan ağzıma kayan mutluluk parçalarının tadı.
İşte mutluluk bu olmalı diye aklıma geldi işte. Böyle garip durumları sizde yaşıyorsunuzdur. Mesela bir mutluluk durumu daha : poşetinden bir avuç çekirdeği çıkartıp tek tek onları soyarsınız. Kabuklar çöpe, içler ise diğer avuçta toplanır. Sonra herkesin içinde avcunuzu açmak suretiyle herkese göstere göstere bir koca avuç çekirdek içini ağzınıza atarsınız.. İşte bu mutlu bir an değil midir ?? (Not : bu hareketi yaparken etrafınızdaki çakallara dikkatli olunuz, avuç açma anınızı onlardan biraz uzak mesafede yapınız ki çakal abiniz, siz ağzınıza götüremeden avcunuzdakileri kapmasın sonra ! )
Yada başka mutlu bir an : Eve sinirli ve gergin olarak geldiğiniz bir anda. Koltuğun kenarında duran Gusto marka çikolata paketini fark edersiniz. Paketin içinde ne olduğunu çok iyi bildiğiniz için heyecan yapmadan sakin bir şekilde paketi açarsınız. Veee işte karşınızda o muhteşem çikolatalar. J)  İşte o çikolatayı ısırdığınız an var ya !! işte o mutlu bir an işte J Ama bunlar tam olarak çikolata değil benim için.  Çünkü özenle yapılıyorlar. Antep fıstıkları yada bademleri yada hepsini birden üst üste karışık şekilde parçalamadan koyuyorlar, sonrada üzerine kıvamınca çikolata gezdiriyorlar.. (Bu arada ben çikolatayı pek sevmem. İçinde malzeme varsa yerim yoksa gelen misafirlere ikram edilmek üzere gerekli yere kaldırırım. Cinsim biraz galiba
Ya da yeni yapılmış aşurenin üst malzemelerini kaşık yardımıyla tek hamlede toplayarak mideye indirmek !! Ya da dolapta duran yufkanın kenarını boydan boya yırtacak şekilde bir bozukluk yaratmadan paketi yerine geri koymak. İşte bunu hakkınca başarabilirseniz o elinizdeki kocaman yufka parçasını gönül rahatlığıyla mideye indirebilirsiniz.( Not: Üst üste birkaç gün bu uygulamayı yapmayınız. Bu uygulama sadece bir kere yapılmalı. Çünkü çok kere yaptığınızda ortada küçük bir yuvarlak kaldığını anneniz fark edebiliyor !! zaten büyümek bu püf noktalarını çözmek değimlidir hep J)  Bu arada anlatmadan geçemeyeceğim. Ben küçükken ilk yufka yeme deneyimimi paketin içinden katlı yufkaları çıkartarak  yufkaları açmadan !! köşesinden bir çimcik kopararak yapmıştım. Kendimle o kadar durur duymuştum ki,  Taa kiii; Annemin yufkayı açtığında ortasındaki kocaman yuvarlakların silsile halinde her yufkaya geçmiş olduğunu fark edene kadar. İşte bu hezimetten sonra hayat beni düşünmeye itti. İlk o zaman düşünmüştüm. Anneme çaktırmadan bu yufkayı nasıl yerim diye, O gün bu gündür de düşünüyorum zaten L Ne var yani annem bana kesip bir lokma verseydi o zamanlar. Bu kadar komplike olmazdım belki de,,
Neyse mutlu andaydım en son. Şimdi çocukluğumu deşmeye hiç gerek yok…
Öyle işte J
C.Y.

16 Ocak 2012 Pazartesi

GUN- AYDII


Günaydın, hatta tünaydın. Hatfanın ilk günü olan bir pazartesiye hep beraber hoş geldik. Kocaman haftasonu sonrasında soğuk bir Pazartesi sabahı “sıcak” bir yatakta uyandığım için bu yazıyı keyifli yazıyorum. Malum bu kasabada evlerin ısınma sisteminde bazı sorunlar var.
Biz kasaba halkı doğal gaz ile henüz karşılaşamadığımız için az da olsa soğuk geçen gecelerde, şömine, soba tarzı ısınma araçları ile hayatımızı idame ettirmeye çalışıyoruz. Bir arkadaşım nasılsın diye sorduğunda Çadırdaki mağdurlar ile aynı koşullarda yaşayıp gidiyoruz cevabını vermiştim. Çünkü ısınamıyoruz L Koca evler yazlık olarak yapılmış sanki. Buranın evleri deniz, kum, güneş hayat tarzına göre yapılmış çünkü. Herhangi bir alttan ısıtma sistemini henüz yaşayamadık. (Bizler yandan ısınıyoruz J Şömineye ne tarafını dönersen ordan ısınıyorsun yani, 360 derecelik ısı sistemi ile, önümüz sıcaksa arkamız üşüyor kardeşim J
Çok iyi hatırlıyorum. Biz küçükken abim ders çalışmak için evin yeterince sıcak olmadığını düşündüğü için ders kitaplarını alıp arabayı güneşe çekip içinde oturup ders çalışırdı J Ayrıca öğrendiğim kadarıyla, sevgili abim öğretmenine bir dilekçe ile başvuruda bulunmuş. Ve demişki “Örtmenim, evimiz çok soğuk , bu nedenle ders çalışamıyorum” J Evet soğuk bir gençliğimiz geçti, ama dilekçe verecek kadarda değildi yaww … Ve o çocuk bu zor şartlar altındaki gençliğinin neticesinde şu an doktorasını yapıyor. Sağlam beyin sağlam vücutta bulunur derler, Bizlerde gençliğimizi ve güzelliğimizi soğuk havalara borçluyuz işte…
Yok öyle bir şey !! Hep hayalimin “Sıcak bir yuva” olmasının nedenini daha iyi anlıyorum şimdi. Yuva olsun ama mümkünse sıcak olsun tezim soğuk kış gecelerinden bilinçaltıma yansımış sanırım.  Siz büyük şehir insanları, bilmezsiniz tabii odalar arası ısı farkının ne demek olduğunu, Sizler dışarıda kar yağarken evinizde kısa kollu ile dolaşan varlıklarsınız. Oysa bizler salonumuzda önümüzde ateş yanarken bile üstümüzden battaniyeyi eksik tutmayan bireyleriz.
Evet konuyu biraz abartmış olabilirim !! ama genel olarak üşüyoruz işte. Ama artık soğuk kış geceleri eskide kaldı. Farkındaysanız kış “geceleri” dedim. Çünkü henüz akşamlarına çok iyi bir çözüm bulamadım. Geceleri sıcak yatakta yatma hayallerim sonunda gerçek oldu. Teknolojinin en iyi icatlarından biri olan (bana göre) Elektrikli battaniye ile tanışmanın vermiş olduğu sıcak mutluluk kıpırtılarını hissediyorum şu anda. Yıllarca korkmuştum. Ne de olsa elektrik bu , şakası olmaz gece çarpılıveririm diye düşündüğüm için hiç sıcak bakmamıştım kullanmaya. Ama sıcak bakmadığım için soğuk geceler geçirmeyi engelleyememiştim.
Ama nihayet. Artık benimde sıcak bir yatağım oldu J Dün geceki mutluluğumu tarif edemeyeceğim. Yatağın yorganını açtığımda, elimi yatağa değdirdiğimde o sıcaklık hissi yokmuydu , Offf ne muhteşemdi ama. Özellikle camı açıp soğuğa maruz kaldım. Sigarayı buzz gibi bir soğukta içtim. Vee sıcak yatağıma uzandığımda. O eşsiz sıcaklık hissini içime çektim. Çocuklar kadar şendim yatakta. Hatta o kadar keyifliydim ki. Kolumu yatağımın farklı bölümlerine götürüp oralarında sıcak olduğunu hissedip kıkırdadım J  Ne güzelmiş , yatağın sıcak olması hissi J
Uyuya kalmak için meditasyon yaparak ayaklarımı ısıtma çalışmalarım artık eskide kaldı. Eski zor günlerimden bana kalan silinmiş anılar gibi şu anda J
Darısı evin diğer odalarına artık J
C.Y.

13 Ocak 2012 Cuma

YUVARLANIYORUM


Kafam karışık yine, içim bulandı, sular çalkalandı ama hala berraklaşamadı açıkçası. Bekliyorum artık durulsun diye. Ama biliyorum ki önümüzdeki 5 ay boyunca çamurlu sularda yüzmek zorundayım daha. Tam seviniyorum. Ohh bitti işte. Bugün artık rahatım diye. Yeni bir olay patlak veriyor. Tam seviniyorum. Bu kişi gitti diye bu sefer öteki geliyor başıma. Bu sular eskidende böyle bulanıkmıydı hep yoksa şimdi mi bana batıyor çözemiyorum artık.
Günlerimi kendimi sakinleştirmekle geçiriyorum. Eskiden kırk yılda bir yaptığım nefes al-ver işlemini hergün yapar vaziyette buldum. Her gün bir koşuşturma, yeni bir ekşın, yeni sorunlar gelmeye başladı sanki. Hergün üstüme üstüme gelen şeylerden kurtulmak için çaba gösteriyorum. Her günün akşamüstüsünde aynı cinnet durumlarına geçmeye başladım.
Ve artık sıkılmaya başlıyorum. Onun bunun gereksiz cümlelerini dinlemekten, saçma dedikodularla uğraşmaktan, basit bir iş için günlerce uğraşmaktan, alt tarafı bir evrak için düzinelerce kez mailleşmekten, ve her düşen mailde bir sürpriz ile karşılaşmaktan sıkıldım açıkçası. Keşke bir kumanda olsa da bir anda yaşlı ve emekli biri oluversem diye hayal kurmaya başladım. Tek derdimin günlük olarak çiçeklerime kararınca su vermek olmasını ve onların büyüyüşünü izlemek olmasını diliyorum şu günlerde. Yada başka dertlerim olabilir, Örneğin çocuklarımın evi dağıtmalarından şikayetçi olmak istiyorum. Kocamın maç izlemesinden şikayet etmek istiyorum. Torunlarımın beni ziyarete az gelmesinden şikayet etmek istiyorum.
Bu kurumsallık çalışma şeklinin bir parçası olmak istemiyorum. Saatlerce bir insanın keyfinin yerine gelmesini ve bana o gerekli dosyayı mail atmasını beklemek zorunda olmayı istemiyorum. Ya da ekşın ihtiyacı olan insanların ortalarda dedikodu yaparak suları bulandırmalarını yaşamak istemiyorum artık.  Hep mi bu sorunlar vardı ? Yoksa ben mi yeni yeni takmaya başladım bilmiyorum. Ama sürekli kafamda tilkilerin dolaşmasından rahatsız oluyorum. Sanki bir şeyler yetişmeyecek hissiyle geç kalmış gibi koşturmak istemiyorum.
Herşeyi tam olarak yapsamda bu hayat hep spontone olarak sorun getiriyor galiba.. Ve ben hayatımı, işimi, yaşantımı kontrol altına almaya çalıştıkça ipi elimden kaçırıyorum galiba. Ama artık ipi kendi kendime koyveremiyorum da, eski umursamaz kız yok oldu çünkü. Eski avare kızı çok özledim ben. Bu sorumluluk sahibi, düzenli, programlı ve mantıklı kız, benim sinir sistemimin içine etti çünkü.
Eski güzel günlerimin özlemlerini yaşıyorum. Üniversite yıllarımı geri istiyorum. İngilizce dersi sabah saat 9’da başladığı için devamsızlıktan kalmayı göze alacak kafa yapısını geri istiyorum ben. Sınavda çıkan Atatürk’ün okuduğu kitaplar ve yazarlarının listesine yazarları aklıma gelmediği için babamın arkadaşlarının isimlerini yazarak 100 aldığım zamanlardaki cesaretimi geri istiyorum ben.  Tek derdimin sınavlarda kopya çekebilmek için uygun konum ve zamanı ayarlamak olmasını diliyorum.
Çok özledim. Hayatımın o 5 yılını bu kadar özleyeceğimi hiç hayal etmezdim açıkçası. Bilinçsizce geçirdiğim o yıllarda dahamı mutluydum acaba. İnsan büyüdükçe daha mı az mutlu oluyor acaba. Galiba öyle. En azından bana göre öyle şu günlerde. Biliyorum. Bu geçici bir dönem. Ama artık stres kelimesi benim hayatıma da girdi sonunda.
“Sorumluluk” kelimesinin altında ezildim şu günlerde. Sırtımdaki sorumluluklar ve beklentileri yerine getirmem gerekiyor. Benden beklenen iyi kız olma, iyi çalışan olma vs.. gibi görevleri yerine getirmek için uğraşıyorum işte. Yaşayıp gitme, ya da yuvarlanıp gitme böyle bir  şey herhalde. Birine nasılsın dediğinde “Yuvarlanıp gidiyoruz işte “ der ya hani, İşte o yuvarlanan kişinin neler hissettiğini daha iyi anlıyorum artık. Kısaca “Yuvarlanıp gidiyorum işte “  En azından bu aralar böyleyim.
C.Y.

11 Ocak 2012 Çarşamba

DELI MUHABBETİ


Çok pis Quantum yaptım !! Quantumun pisimi olur demeyin lütfen. Pis quantum çok fazla quantum demektir ! Hani şu okuduğumuz kişisel gelişim kitaplarında hep yazarya, “Olmasını istediğiniz şeyi olmuş gibi yaşayınız diye “ İşte bende şu anda bunu uyguluyorum. Ya da eskilerimizin dediği gibi “Bir şeyi 40 kere söylersen olur !” Buda olur oda olur. Her ihtimalle benim işim olacak…
İtiraf etmeliyim bugün kendimi deli gibi hissediyorum. Hani o hastane koridorlarında kıkırdayarak gülen deliler varya işte onlardan biri gibiyim sanki, ilacımı yine odadaki saksının toprağına gömmüş gibi mutluyum. Kıkırdıyorum, aşığım ve kafamda bir hunim eksik J Deli olmak daha mı iyidir ? Deliler için her gün bayram mıdır bilmiyorum. Ama bugün pek bir keyifliyim. Galiba dolunay, etkisini sonunda üstümüzden çekti J
Ben böyle biriyim işte. Bir düşünce beynime girdiğinde onu 1 günlükte olsa gerçekmiş gibi yaşayabiliyorum. Bazı günler hayalperest, bazen ciddi, bazen komik ve bazen aşık olabiliyorum. O kadar çok düşünüp kuruyorum ki, kafamda canlandırıyorum. Bir nevi kafamda bir film oluşturuyorum. Ve o filmi en ince ayrıntısına kadar kafamda yaşıyorum. Hissediyorum. İnanıyorum. Bazen kötü kurgular yapıp filmin sonunda ağlıyorum, bazen de güzel bir aşk kurup ertesi gün böyle aşık olmuş olabiliyorum işte.
Quantum, delilik ya da ne derseniz diyin buna. Ama bugünü mutlu geçiriyorum ya, gerisi önemlimi, dışarı bakarken suratımda gülümseme oturuyor ya, ya da heyecan yapıyorum ya varsın gerçek olmayıversin bu günlük.
Zaten hayat böyle bir kurgu değil midir hep ? Yani milyarlarca borcu olan bir insanın kahkahalar atması veya milyarları olan bir insanın mutsuz olması, hepsi baktığımız pencereden gördüklerimiz değil midir ? Eğer hayat içinde bulunduğun gerçek şartlarla aynı şekilde hissetmen ve yaşaman gereken bir yer olsaydı eğer, bu kadar sorunlu insan yine de gülümseyebilir miydi ? Bence gülümseyemezdi… Hepimiz her sabah güne güzel veya kötü bir kurgu ile başlıyoruz. Ve gün boyunca o kurguya devam ediyoruz. Bu kurgu bir günlük aşk üzerine olmuş çok mu yani ? Bence değil…
Eğer yolda yürürken telefonunuzda arkadaşınızla mesajlaşırken istem dışı kıkırdadığınızda, karşıdan gelen biri “ Ne o sevgilinle mi mesajlaşıyorsun ? “ diye soruyorsa eğer, işte ben buna muhteşem quantum derim. Varsın arkadaşım olsun mesajlaştığım. Bugün gülümsüyorsam eğer bu benim yanıma kar kalandır.
Yarın ne de olsa ağlama ihtimalim olacağı için bu günün tadını çıkartıyorsam eğer delirdim mi demektir ?  Belki de delirdim ! Bilemiyorum…
C.Y.

ISTIYORUMM


Dün gece bütün kızlar toplaştık. Önce kocaman bir sofrada açlığımızı giderdik. Sonrada “One Day” filmini izledik… Filme başlamadan önce içimde kocaman bir şişlik vardı. Camdan gelen dolunayın esrarengiz görüntüsü ve negatif geçen günümün etkisi akşam saatlerinde hala devam ediyordu.  Filmi izlerken hissettiğim garip duygu durumlarından dolayı da bu şişlik dev gibi oldu. Son zamanlarda izlediğim en hoş Romantik filmlerden biriydi açıkçası. Eğer izlemediyseniz kesinlikle tavsiye ederim. Anne Hathaway’ı çook beğenen biri olarak bu filmdeki haline bayıldım.
Filmin sonlarına yaklaşırken, boğazıma düğümlenen o yutkunamama hissi yüzünden daha çekebileceğim sigaramdan birkaç fırt bile çekemedim.  Sanki boğazım düğümlendi ve sigaranın gidebileceği o boru kapanmış gibi oldu işte. Bende öksürme suretiyle sigaramı bitiremeden söndürmek zorunda kaldım. Tam ağlamak üzere olduğunuzda o anlarda boğazınıza bir şey takılır ve ağlayamazsınız ya işte aynen öyle oldum bende. Halbuki bir ağlasaydım. Ahh bir ağlasaydım tüm o içimdekiler akardı belki de.Ama yapamadım, hüngür şakır ağlamayı yine başaramadım işte…
Bir aşk, bir geç kavuşma, ve bir ölüm ile biten bir film. Bazen çocuğa küfrettik, bazen kızı uyardık, bazen “Ayy ne güzel” diyerek kıskançlıktan çatladık. Derken filmin son bölümünde hiç birimizin ağzından o mantık dolu cümlelerin hiç biri çıkamaz oldu bir an… O anlarda artık mantığımız devre dışı kaldı ve tamamiyle duygular, hisler ve duygular ile baş başa kaldık…Galiba sözün bittiği yer böyle bir durum olsa gerek. Hayatta öyle bir şey olur ki, artık söyleyecek bir sözünüz kalmamıştır işte.
Filmden sonra tv’de bulduğumuz “Aşk gibi bir şey” filmini izlemeye tahammül bile edemedim. Çünkü ilk filmden kalan duygularımın diğer film ile bozulmasını istemedim açıkçası. Sanki Kocaman bir çorba kasesinde Aşırı doz AŞK almış gibiydim çünkü…
Ben Aşık olmak istiyorum !! Evet çook uzun bir zamandır hissetmediğim o aşk duygusunu yaşamak istiyorum. Şöyle bir düşününce ne kadar uzun bir süre geçmiş benim en son aşkı yaşamamın üstünden. Ne kadar çok yıl olmuş heyecanlanmadan, ellerim terlemeden, kalbimin ritmi değişmeden geçirdiğim zamanlar, Ne kadar zaman geçmiş bir randevuya gitmeyeli, yeni bir insanla tanışmayalı, tanımadığım bir insana saçma cümleler kurmayalı , garip ve saçma şekilde gülmeyeli ne kadar olmuş öyle ?? Uzun bir zaman geçmiş, bu duyguları yaşamayalı. Ve artık bu duyguları ne kadar özlediğimin farkına vardım.  
Artık şu salak mantığımın bir an olsun beni yalnız bırakmasını diliyorum.. Şu kafamda sürekli konuşan o çok bilmiş diğer kişinin sürekli konuşmasından bıktım. O kadar mantık dolu bir insan oldum ki, bir insana ilk görüşte aşık olamayacak biri haline geldim. Çünkü ilk baktığım kişiyi tam olarak görmüyorum. Bir insandan hoşlanabilmem için belli mantık taşlarının oturması gerekiyor çünkü, Bu nasıl salak bir beyindir böyle, Akıllı ve mantıklı bir kız olmak istememiştim ben…  Aşk’ta mantık yok derler ya hani ! Bende fazla mantık olduğu için Aşk’ta olmuyor maalesef. Böyle birini görsem !! Ve kalbimin ritmi bir an için değişse, ah ne güzel olur ama. O farklı ritmi yaşayabilmek için bir çok şeyi feda etmeye hazırım açıkçası. Yeter ki aşık olayım artık.
Mantığımın devre dışı kalacağı, ellerimin terleyeceği, garip ve saçma cümleler kuracağım, ve suratımdaki sürekli gülümseme halinin olacağı o anı iple çekiyorum. O Aşık olma anını büyük bir özlemle bekliyorum. Gerizekalı mantığımın bir an için konuşamadığı o anları yaşamak istiyorum.
Hepimiz için bir buket AŞK diliyorum J
C.Y.

10 Ocak 2012 Salı

ATLA


Tüm gün somurtan bir surat ile saati 15:26 yapmanın verdiği salak mutluluk duygusuyla yazıyorum bu satırları. Sabahtan beri yazdığım 1258 adet yazıyı yazdım-sildim-yazdım-sildim. Ve en sonunda yazmamaya karar vermiştim. Çünkü yazdıklarım içimdekileri anlatmaya yetmediği için en sonunda vazgeçtim.
Ve şu anda bugünün sloganını buldum. “Hadi gidelim” . Nereye olduğu hiç önemli değil. Nereye gidersem gideyim ama yeter ki gideyim yani. O kadar şiştiki içim bu dolunaydan artık yerimde duramaz oldum çünkü. Çok fazla gidesim geldi. Öyle böyle değil ama. Gördüğüm resimler değişmeli, yediğim yemekler değişmeli, yeni insanlarla tanışmalıyım belki de. Belki de sadece 1 kaç gün sabredip dolunayın geçmesini beklemeliyim.
Şu anda hiç görmediğim bir şehre gidecek bir uçağa girmek üzere olduğumu hayal etmek istiyorum. Küçük çantam hazır kenarımda duruyor. Tüm işlemlerim yapılmış, Uçak alanda hazırlanıyor. Birazdan kapılar açılacak ve o şanslı yolcular olarak uçağa doğru hareket edeceğiz. İlk defa göreceğim bir şehre doğru uçuyor olma fikri ne güzel ama ! Cam kenarında oturmuşum, gün batışını uçaktan izlemenin keyfide bir başkaymış açıkçası, Hımm güzel ikramlar mı o gelenler ? Ooo bu menüye bayıldım ama ben J evet yanına da bir içki alayım Lutfen ! Ne olduğu hiç fark etmez bayan, içinde alkol olsun yeter…
Hadi yolcular hazırlıklı olunuz, inişe geçiyoruz. Ve sonunda geldik işte. Yani sonunda gittik. Hımm havaalanına indiğimde etrafım dünyanın her yerinden gelen insanlarla dolu, Dünya insanları ve ben. Bir tarafta İspanyollar var, diğer tarafta İtalyanlar hararetle konuşuyorlar, yoksa kavga mı ediyorlar ? yok canım sarılıyorlar şimdi, her zamanki halleri işte, köşeden çıkan Japon gruba bakın, Ayy çok şirinler, Hepsinin boynunda makineleri asılmış ne kadar muntazam bir sıra ile yürüyorlar öyle, Birkaç Avustralya’lı genç, Çantaları sırtlarında… İşte dünya insanları hep beraber bir havayolunda.  
Sanırım şurada dağıtılan tanıtım broşürlerinden almalıyım. Bu şehirde yapılması ve görülmesi gereken yerler yazıyordur elbet burada! Aaa inanmıyorum. Buraya çok yakın bir yerde Bungee Jumping yapılıyormuş.  Harika yemeklerin olduğu restaurantların, barların, gece kulüplerinin, tarihi eserlerin hepsinin bilgisinin elimde olması ne güzel.
“” Şu anda, bir kanyonun kenarındayım. Hımm ne kadar yüksekteyim öyle. Aşağıda tüm hararetiyle akan bir nehir, O kadar hızlı akıyor ki, aşağı atladığımda ipimi çözüp gelen bir botla raftinge bile devam ederim yani ! Bunu yapmaya kararlımıyım. Hiç bu kadar yakında olmadığım için bir anda tereddüte düşüyorum. Ama buraya kadar gelip, hayatta yapmayı en çok istediğim şeyi alt tarafı bir korku hissi nedeniyle yapmaktan vazgeçemem herhalde. Bunu yapmadan ölmicem demiştim. (Ama ya bunu yaparken ölürsem ?) Offf kendine gelll, her gün bir sürü insan atlıyor. Kimseyede bir şey olmadı daha. Ayyy şuradaki ipmi beni taşıyacak. Çaktırmadan gidip ipi kontrol etsemmi acep ?
Aaa nasıl yani, bu ipin etrafı kırçıllı, belli ki baya bir çürümüş, ya bende koparsa, ayıp yani bu insanlara, bu kadar para veriyoruz, insan arada bu lastikleri değiştirir ayol !!!! cık cık cık
Dedikten sonra, geri dönüşümün olmadığının anladım. Ve aparatları bana bağlarlarken, ilk okulda ezberlediğim o birkaç dua için Din öğretmenime teşekkür ettimJ  Ancak bir türk Bungee Jumping atlayışından önce Kelime –i Şehadet getirebilir J Dualarımı okudum, günahlarımın affedilmesini diledim. Okkk ben hazırım bayım. “ Pardon beni aşağı siz mi iteceksiniz, ben öyle balıklama atlamasam, maazallah kafamı çarparım falan, en azında siz beni itin ki düşersem çivileme düşeyim !!! diye çırpınıyordum kii. Atladımmmmmm. Zaman bazı yerlerde ne kadar hızlı akıyor, yer çekimi ne kadar güçlü bir şeymiş, geri dönüşüm yok artık değilmi, aman yarabbbiii uçuyorum sanki, Aaaa oda ne nehire çakılmak üzereyim ayol, ayyy kapa gözünü kapa gözünü, ne oldu ? yukarı çıktığıma göre suya değmedim demektir J
Ben daha önce hiç adrenalinin böyle bir duygu olduğunu bilmiyordum ama !!
C.Y.
Not : Tamamiyle Dolunay altındaki ruh halimden dolayı ortaya böyle garip bir şey çıktı :/

9 Ocak 2012 Pazartesi

KARAR


Paketimden 1 sigarayı çıkartıp yaktım ve küllüğüme koyup yazmaya başlıyorum. Derin nefesler çekiyorum sigaramdan. Çok derin çekiyorum ki ciğerlerimi iyice doldursun diye… Buradaki yazıların bir kısmını okumuşsanız eğer,  benim bir yolculuk yaşadığımın farkına varmışsınızdır. Sürekli eski olan ben ile yeni olacak “Ben” arasındaki farkları sıralıyorum buraya. Hayalimde olmak istediğim kişi için kedime bakıyorum uzun uzun. Ve diyorum ki böyle yapmalısın, şöyle olmalısın. Sürekli her gün olmayı hayal ettiğim o "iç huzuru yüksek insan" için çabalıyorum. Ders çalışıyorum, kararlar alıyorum, çoğunu uyguluyorum. Bazen bazı kararları uygulayamayıp başa dönüyorum. Sonra yeniden başlıyorum. Çünkü insan denemekten vazgeçtiği zaman yenilir bana göre.  Ve hayatımda değiştirmek istediklerimle ilgili katettiğim yolları gördüğümde kendimle resmen “Gurur duyuyorum”
Yine bir karar aşamasındayım. Bu kararı daha önceden defalarca vermiştim. Ve defalarca bu kararımı uygulayamamanın verdiği acizlik hissi ile yüzyüze kalmıştım. Ama olsun, İnsan denemekten vazgeçmemeli bence, Bu nedenle yine deneyeceğim. Başarısız olma ihtimalime rağmen denememekten iyidir diye düşünüyorum.
Ben sigaraya aşık bir insanım. Sabah kalktığımda aklıma ilk gelen şey hep sigara olmuştur. Her türlü koşulda sigara içmek için bir fırsatını bulabilirim. Şöyle bir baktığımda hayatımın büyük kısmını kaplamış sigara, yaşadıklarımda, hüznümde, acımda, mutluluğumda, yemeklerimde, kahve sohbetlerimde hep o vardı yanımda, elimde… Önceleri “ben onu seviyorum”, “bağımlı değilim ki” derdim hep. İstediğim zaman onu bırakabileceğimi düşünürdüm. Takii 10 yıldır hala bırakamadığımın farkına varana kadar. Bana göre bir sorunun çözümü, o sorunu kabul etmekle başlar, Kabul ediyorum ki ben sigaraya BAĞIMLIYIM… Bunu kabul ettiğime göre sorunu çözmeye başlayabilirim artık…
Daha önce ilaçla veya kendi kendime sigara bırakma yöntemini denemiş, 3 gün dayanıp, ne de olsa ben bağımlı değilmişim işte diyerek tekrar bir tane yakmıştım. O bir tanede hep sonrasını getirmişti .  Bu nedenle bu sefer daha önceki denemelerimi değiştirmeye karar verdim.
Karar verdim çünkü ; Sigara içmeyen kişilerin yanında kendimi 2. Sınıf vatandaş olarak hissediyorum. Herkes masasında keyifle muhabbet ederken ben kapı önlerinde soğukta sürünüyorum. Kül tablası gibi kokuyor olduğumu biliyorum. Cildimin rengi gittikçe garip ve donuk bir renk haline geliyor, dişlerim eskisi kadar beyaz değil ve kıyafetlerim, saçım kısaca ben sigara gibi kokuyorum. Tüm bunları olabilmek için de üstüne para veriyorum. Ve onun için zaman ayırıyorum.
Bu aşk güzeldi… Ama artık bana zarar veriyor. Ne aşklar bitmedi ki bu güne kadar, ben kimlerden vazgeçtim bugüne kadar, ben kimleri çıkardım hayatımdan, bir sigarayı mı bırakamayacakmışım ?Bu nedenle bugünden itibaren çalışmaya başlıyorum. Kendime bir gün belirledim. 21 Ocak 2012 tarihine kadar ben çalışmaya devam edeceğim. Beynimde oturmuş tüm yanlış bilgileri değiştireceğim. Kafamda canlandıracağım “Şuanda şu oldu, bu kişi bana bu cümleyi söyledi, benim kulaklarımdan duman fışkırıyor, sigara ? sigara ? Hayır buda geçicek ,,, Nefes al, bir bardak su iç, tuvalete git, ve gel” Kriz geçmiş J Yada en güzel yemekten sonra veya bir biranın yanında ve her an hissettiğim yoksunluk hissini önce beynimde bir güzel yaşayarak, ona mecbur olmadığımı kendime ispat edeceğim. Ve 21 Ocak tarihinde, güzel bir yarış sabahı tekne ile denize açılırken, etrafımda bir sürü yelkenli ve ben başarımı kutlayacağım J
İşte o cumartesi günü benim yeni hayatımın ilk günü olacak. Kendime olan güvenimin son derece yüksek olduğu bir gün olacak. O güne kadar bu zehri çekmeye devam edeceğim. Taa ki o gün geldiğinde sanki daha önce hiç sigara içmemiş biri olarak yelkenlileri selamlayacağım. O kendine güvenen yeni “BEN” olarak karşımdaki insanlara gülümseyeceğim…
AMİN !
C.Y.

6 Ocak 2012 Cuma

KOTU


Bir süredir haberleri izlemiyordum. Bundan dolayı da çok keyifliyim. Çünkü ne zaman haberleri izlesem içime bir sıkıntı oturuyor. Ölümler, cinayetler, kazalar, terör haberleri, devlet haberleri, şehit haberleri derken. Haberlerin sonunda içimde bir şişlik hissi oluşuveriyor. Bu nedenle de iç huzurumu dengede tutabilmek için haberlerden uzak durmaya çalışıyorum.
Bu akşam eve gidip haber kanallarını izlemeyi planlıyorum. Çünkü aslında bildiğim ama tam olarak izlemediğim gelişmeleri izlemek istiyorum. Olayın ne olduğunu öğrenmek için izlemeyeceğim. Çünkü ortada oynanan oyunların hepsi o kadar açık ve net ki haberdar olmak için illa kanalı açıp izlemeye gerek duymuyoruz artık.
Ofiste çalışırken Power fm dinliyorum. Haberler başladığında özellikle dinlemeye başlıyorum. Spiker anlatıyor. Önce Suriye, ardından  Mısır, ardından Nijerya, ardından Afganistan derken önce tüm dünyada neler olmuş onu bir güzel anlatıyor. Sonra IMF ile ilgili başkanın açıklaması ve en sondada İlker Başbuğ’un tutuklanmasıyla ilgili Cumhurbaşkanının yorumu veriliyor. Sadece 1 cümle olarak verilip spor haberlerine geçiliyor. Nijeryanın sorunu bizim sorunumuzdan daha önemli olduğu için onu daha başta vermesi bence de çok doğru bir uygulama…
Geçen aylarda yaşanan terör olayları yüzünden 70’den fazla şehit veriliyor. (Bu sayı tabiî ki açıklanmadı aslında) O gün Hürriyeti açıp bakıyorum. Ana sayfada kocaman bir haber. Amerika’da yaşayan yaşlı Türk çift maaşlarına el koyulmak üzere aylarca evin deposunda rehin tutulmuş. Aman yarabbi çok dehşet verici bir durum gerçekten. Ana sayfada kocaman yer ayrılması bence de çok doğru bir uygulama. Sayfanın hepsini iyice inceliyorum. Şehitlerle ilgili bir haber bulmak umuduyla. Hah sonunda buldum. Kenarda kimse görmesin diye küçük bir bölüm. Sadece haber vermek zorunda oldukları için “Öyle işte birkaç asker şehit oldu…” şeklinde bir haber…
Bu akşam uzun zamandır bakmadığım haberleri izleyeceğim. Herhangi bir haber almak niyetiyle değil ama. Hangi kanalın haberleri nasıl geçiştirdiklerini izlemek için sadece.
Eminim yine garip haberler koyarlar yine, dans eden gergedan, şarkı söyleyen kedi, I love you diyen köpek olur belki de. Olursa şaşırmam. Medyada gördüklerimize inanmamamız gereken bir çağda yaşıyor olmamız ne acı değilmi ?
Bize istediğini lanse eden bir kutuya bakıyoruz ve gördüklerimize inanıyoruz…
// Ben hayatta 2 konu hakkında konuşmayı sevmem. Birincisi Din konusudur. Herkesin kendinde kalmalıdır bana göre, Allah ve Kul arasına girilmez diye düşünürüm hep, Bir de Politika hakkında konuşmayı hiç sevmem. Ama bugün içimde kocaman bir boşluk oluştu. Uzun zamandır oluşan bir boşluk bu. Ama hep içimde inancım vardı. Millet olarak başımıza ne gelirse gelsin, her türlü koşul ve durumdan damarlarımızdaki Asil Türk kanı sayesinde kurtulabileceğimize inanırdım.  Bu inancımı sonuna kadar korumaya çalıştım. Her olayda bu da geçer, “Gün olur devran döner” dedim. Ama artık devranın dönemeyeceği boyutlara geliyoruz. Babamın bana anlattığı örnekteki gibi. Kurbağa artık sıcak suyun içinde yavaş yavaş ölmeye başlıyor. Aynen planlandığı gibi… Ben Ulu Önder Atatürk’ün bize emanet ettiği Cumhuriyet’i damarlarımızdaki Asil kan ile ilelebet koruyacağımıza inanmıştım. Ama artık inancım yok oldu. Çünkü geç kaldık…
Rahmetli annem zamanında ne güzel demiş ; “Bir gün bu apoyu başımıza Başbakan diye getirirlerse hiç şaşırmam “ diye. O zamanlar sadece gülümsemiştim. Oysa şimdi hiç te komik gelmiyo bana bu cümle…
Hepimizin sonu hayrolsun…
C.Y.

UZAY MI ?


Uzay çağına giriyor muşuz ? Haberiniz var mıydı bilmiyorum ama arkadaşımın bana okuduğu habere göre 5 yıl içinde uzay çağı gibi bir şeye girecekmişiz. Tüm şifrelerin gereksiz olduğu bir çağ olacakmış. Söylenenlere göre şifrelere gerek olmadan gözlerimizle her şeyi analiz ederek tüm bilgilere ulaşacakmışız.
Bu çağa girme olayının 5 yıl sonra olabileceğini duyduğumda suratıma bir gülümseme oturdu. Ve arkadaşıma “bu insanlarla mı girecekmişiz” cevabını verdim. Hayır böyle bir çağ olursa bir kısım azınlık insan belki girebilir. Ama büyük bir çoğunluğun eski çağda kalacağına hiç şüphem yok. Bugün beni 25 kere arayarak soru yağmuruna tutan sevgili yöneticimizin Uzay çağına girdiğini hayal bile edemiyorum açıkçası. Bana telefonda bir sürü soru sorduğu yetmiyormuş gibi birde yapmam gerekenleri bana sanki ben bir embesilmişim gibi açıklamıyor mu !! İşte tam o anlarda bana kahkaha krizi geliyor. Sinir kahkahaları…
Bana diyorki telefonda. “Şu kişiye şu dosya mail atılmalı. Kodluyorum..  xxxxxxx@thebilmemnehotels.com   Ama dikkat edelim. Hotels in sonunda S var. Hotel değil yani, sonundaki S’yi unutma lütfen J Nasıl yaaa. Bu bildiğimiz oteller zinciri ve herkes bu S’yi iyi bilir. Ama sen bana söylemeseydin ben maili aynen şu şekilde de gönderebilirdim. Maazallah ben gerizekalıyım ya : xxxxxxxx@dıbilmemnehotel.com J
Çok isterdim. Bunu yapmayı gerçekten çok isterdim. İşimi seviyor olmasaydım eğer oradaki THE yerine DI yazarak sondaki S’yi yazmadan o maili göndermeyi, tabiî ki cc bölümünde sevgili yöneticimiz olacak. Ve beni arayıp, bu dı o dı değil ama ayrıca sondaki S’yi de söylememe rağmen unutmuşsun” demesini… Ve bende ona ağzımı gere gere “Ayy çok pardon S’yi unutmuşum, ama siz bana bu dı nın o THE olduğunu söylemediniz kiii J   diyebilmeyi J Ama işimi seviyorum. Ve ufak bir pire yüzünden yorganımı yakmaya kıyamam açıkçası…Belki sana alık alık bakıyor olabilirim. Ama sana alık bakıyor olmamın sebebi aptal olmamdan dolayı değil, sana şaşırarak ve hayretler içinde bakıyor olmamdandır.
Bu yöneticinin Uzay çağına girdiğini hayal bile edemiyorum. Cümlelerle bile anlaşamadığım birisiyle bakışarak anlaşma olayını reddediyorum. Ona baktığımda beni anlayamacağını biliyorum çünkü. Bu nedenle ya o girsin uzay çağına, ben bu çağda kalayım. Ya da ben uzay çağına gireyim ama o mümkünse eski çağda kalsın. Belki ancak o zaman anlaşabiliriz diye düşünüyorum.
Ayrıca bu çoğunluk ile uzay çağına falan giremeyiz biz. Çoğunluk henüz İNSAN olmayı bile beceremiyorken, bir uzay çağı fantezisi bize fazla gelir bence. Biz henüz insanlık ırkımızı tamamlayamamış bireyleriz çünkü.  Henüz birbirini çözememiş, anlayamamış ve anlaşamamış insanlık olarak çabalıyoruz. Uzuun bir zaman önce bu yüzyıl için güzel şeyler öngörmüş insanlık, şu andaki insanlığın halini görseler onlardan hiçbir farkımız olmadığını görebilirlerdi. İnsanlık olarak evrim falanda  geçirmiyoruz maalesef. Herhangi bir ilerleme yerine daha çok geriliyoruz çünkü.O muhteşem aydınlanmayı hala yaşayamadık. Bilinç düzeylerimiz değişmedi, Ve auralarımızda da herhangi bir fark söz konusu bile değil. Artık daha çok şiddet içeren olaylar yaşıyoruz. Bundan 100 yıl önce duymadığımız olaylar görüyoruz. Artık bir insanın vücudunu parçalara ayırmak , ve gerekirse buz dolabında saklamak bizler için hayret verici bir olay olmaktan çıktı çünkü. Kadınların kocaları tarafından öldürülmesine de göre göre alıştık.
Devletimiz üzerinde oynanan tüm oyunları sadece seyrediyoruz mesela. O eski yürekli halk yerine, bilgisayar ekranlarında bazı paylaşımlar yaparak “Hımm çok kızdık size haberiniz olsun” diyor ve İnsanlık görevimizi yapmış oluyoruz.  Artık millet olarak her şeye alıştık. O kadar çok gördük ki çünkü, gördüklerimiz artık göz aşinalığı oluşturdu. O kadar çok şey yaşandı ki bu ülkede artık alışır hale geldik. Bir anda celallenip sonra normal hayatımıza devam edebiliyoruz çünkü.  Ve bazı şeyler için o kadar geç kaldık ki… 
“Bir gün uyandığımızda İnsanlık olarak Uzay çağı yerine başka bir çağa girmiş olacağız bu gidişle…”
C.Y.

5 Ocak 2012 Perşembe

HAYIR


“Hayatta her işte bir HAYIR vardır” cümlesini çok severim ben. Ne kadar birkaç yıl öncesine kadar başıma gelenlerin hepsinin sonunda bu hayır kelimesini Evet’in tersi olan HAYIR olarak kullanıyor olsam da artık bu hayır’ın “hayırlı” anlamında olduğunun farkına vardım .  Bu cümlenin anlamını öğrenebilmek için başıma gelen her şeyden uzun bir süre şikayet ettim önce. Neden benim başıma geliyor diye çok isyan ettim. Ama sanırım artık “Evren’in” çalışma metodunu birazda olsa öğrenebildim.  Bu “Hayır” olayını anlatabilmek için bazı örnekler vermek istiyorum. Bu örnekler en güzel anlatımı sağlayacaktır bence…
Annem’in  öldüğü gün…  86 yaşındaki dedem  üst üste gelen acılara dayanamayarak ayrıca Parkinson ve Alzaimer hastası olduğu için yatağa düştü ! Bir anda ayağa kalkamaz, ve yatakta dönemez hale geldi ! Tam olarak 5,5 ay boyunca yatakta yatan bir dedeye baktık babamla beraber. Çok garip durumlar yaşadık. Bu olayın ne kadar zor olduğunu size anlatmak istemiyorum. Ama 5,5 ay boyunca her gün isyan etmiştim. “52 yaşındaki gencecik bir kadını yanına alıyorsun ama 86 yaşında birisi hala yaşıyor” diye. Evet bu isyanım yanlıştı tabiî ki ama o sıralarda düşünme duyumu kaybetmiştim sanırım. Ve bir sabah dedem gözlerimin önünde öldü !Bir süre boyunca bir boşluk hissettim. Eve geldiğimde hemen odaya koşuyor ama odada kimseyi bulamıyordum.  Ve neyi fark ettim biliyormusunuz… Benim annemin vefatından dolayı olan acım hafiflemiş.. 5,5 ay boyunca vefattan daha kötü bir durumla mücadele ettiğimiz için “Hayatta her zaman beteri vardır” olayını yaşadık çünkü. Dedemin bu süre zarfında yatakta geçirdiği günlerin bir amacı varmış. Eğer annemin vefatından sonra babam ve ben evde tek başımıza hayatımıza devam etseydik acımız kat be kat artacaktı. Bu nedenle her işte bir HAYIR vardır…
Evimize hırsız girdi, Alt katın camını kırdı, ve evdeki garip malzemeleri çaldı ve gitti, Garip diyorum çünkü benim güneş kremimi, parfümümü, dolaptaki yarım rakıyı falan almış J Normalde evinize hırsız girmesi aslında kötü bir durumdur. Ama neye göre  kime göre ? Evimizin sigortalı olduğunu öğrendiğimizde bir rapor ile güzel bir ücret aldık J Sanırım hırsız bizim nakit paraya ihtiyacımız olduğunu hissetmiş olmalıydı… Ve ben gelen para üzerine. “Ayaklarına sağlık hırsız J iyi ki gelmişsin” cümlesini kurdum.
Geri zekalı kuaför esmer olan beni “sarışın” yaptı. Oreal ile saçımı açtı ve bildiğin sarı yaptı beni L Çok üzüldüm ama vardır bunda da bir hayır dedim. Üstüne hemen kahverengi boyattım. Vee şu anda saçlarımın rengi süper oturdu. Benim asla yapmaya cesaret edemeyeceğim bir rengi “yanlışlıklada” olsa yapmış oldu bana J
Çok sevdiğiniz ve değer verdiğiniz birini yanlışlıklada olsa kaybedersiniz. Onu kaybetmişsinizdir çünkü böyle olması gerekiyordur. Çünkü yeni için eskiden uzaklaşmak gereklidir her zaman. Bunu siz tek başınıza yapamıyorsanız evren sizin için muhteşem bir planlama yapar ve ortalığı karıştırır. Suların durulmasını beklediğinizde bunda da vardır bir hayır diyebilirsiniz artık.
Kısaca diyorum kiiii, Başımıza ne gelirse gelsin, en kötüsü de gelmiş olsa onda bir HAYIR her zaman vardır. J
Bu altın kuralı öğrenebilmek için 29 yaşıma girmiş olmam gerekiyormuş ama artık öğrendim. Hayata bu tarafından baktığınızda “muhteşem” bir işleyiş şekli olduğunun farkına varıyorsunuz J
C.Y.

4 Ocak 2012 Çarşamba

SAVAS


Bu yazıyı öğle saatlerimde yazmaya başlamıştım aslında. Sonra bu yazacaklarımın gereksiz olduklarını düşündüğüm için tüm yazdıklarımı silmiş ve derin bir nefes çekmiştim. Ben sinirlendiğim zamanlarda, sinirlendiğim kişi ve ortamlardan uzaklaşarak derin derin nefes alıp vererek kendimi sakinleştirme yöntemini seçen bir insanımdır. Çünkü bilirim ki o sinirle ağzımdan çıkacakları kontrol edemeyeceğim için karşımdaki insanı kırmak saçma bir davranıştır. Size de tavsiye ediyorum. Çok mu sinirlendiniz ? Size bir cinnet durumu soldan soldan mı geliyor ? çözüm çok basit. Hemen olduğunuz yeri terk edin. Tuvalete gidin mesela, suratınıza su serpin, sonrada derin nefesler alıp verin. Sakinleştiğinizin farkına varacaksınızdır.
Bu kadar yıl boyunca bu iş yerinde hala çalışıyor olmamın tek sırrı budur. Bana söylenen garip ve anlamsız cümlelere haykırarak cevap vermemek için nefes tekniklerimi geliştirdim. Ayrıca uzun süreli derin nefes alıp vermek beyne garip bir duman gönderiyor sanırım. Çünkü genellikle nefes tekniğimden sonra bana kahkaha krizinin gelmesinin başka bir açıklaması olamaz diye düşünüyorum !
10 dk önce yine aynı nefes tekniğimi uyguladım. Ve şu anda rahatladım J Gerek varmı ? Bir insanı şu anda kırmaya gerek var mı ? Zaten hayatımda olmayan birine haykırmaya gerek var mı ? Bence yok J
Ben hayatta hangi tip insanı sevmem bilir misiniz ??? Bilmezsiniz tabii ki nerden bilebilirsiniz ki ? Ben hayatta “elini taşın altına koyamayan” insanları sevmem. Bir şey uğruna “savaş” veremeyen insanları sevmem, Elini taşın altına koymak zor gelir çünkü onlara, çünkü onların bir çok bahanesi vardır hayatta. Sadece bahaneler üreten insanları sevmem ben. Şikayet ederler, bir işin, bir insanın yanlış olduğundan yakınırlar, böyle olsa şöyle yapardım derler, sonra o iş, o insan öyle olduğunda da  yine hiçbir şey yapamazlar.
Çünkü adı üstünde “onlar ellerini taşın altına koymaya korkarlar” İsterler ki, hayat önlerine sunulsun, Herşey altın bir tepsiyle önlerine gelsin. Gelsin ki onlarda o tepsideki yemeklerin tadına bakabilsin…
Benim hayatta en çok sevdiğim insan tipini bilir misiniz peki ? Bilmezsiniz tabi nerden bileceksiniz ki ? Ben hayatta “Elini taşın altına koyan CESUR insanları” severim. Sevdikleri uğruna savaş veren insanları severim. Hemen pes etmek yerine sabreden insanları severim. Onları neden severim. Çünkü onlar yaptıklarının arkasında dururlar. “Ne istediklerini çok iyi bilirler” “Şu anda yanlış bir şeyi istiyorum. Ama bunu istediğim için bunu yapacağım” derler, yanlış olduğunu bilirler ve sonucuna katlanırlar. “Ben tam olarak ne istediğimi bilmiyorum” cümlesi bana göre “önüme ne gelirse onu yiyebilirim” demektir J
Bu nedenle şu anda sevdiklerinize iyi bakın... Size bas bas bağırdıkları cümleleri iyi dinleyiniz. Onların sizden istedikleri, o cümlelerde açık açık anlatılıyor zaten. Sonra da kendinize şu soruyu sorun “Ben bunu yaşamayı gerçekten istiyor muyum ?” Bu soruyu sorduktan sonra kalbinizin sesini dinleyin, içten gelen o “evet” veya  “hayır” sesi size en doğru cevabı verecektir her zaman. Kalbiniz “Evet” dediyse eğer, o zaman savaşın, “elinizi taşın altına koyun” ve her şeye rağmen o cümlelerde size haykırılanları layığıyla yerine getirmeye çalışın. Cevap “Hayır” ise siz zaten ne yapmanız gerektiğini iyi biliyorsunuz…
 Zaten bu güne kadar ne çektiysek bu yanlış orantıdan dolayı çekmedik mi ? Cevabımız “Hayır” olduğunda devam ettik, Cevap “evet” olduğundaysa “savaşamadık”…
C.Y.

HAYAL


Bugün güzel bir gün ! Çünkü bugün “muhteşem Çarşamba”. Bu sabah çok değişik bir uyandırma servisim vardı. Yatakta horul horul uyurken, uzun bir süre boyunca gelen tık, tık, tık sesini kaale bile almadım. Büyük ihtimal yan taraftaki hala bitememiş evde yine bir inşaat çalışması var diye düşündüğüm için yorganı kafamın üstüne güzelce çektim. Sabahları kalkmakta zorluk çekiyorum aslında. Çünkü dışarısı soğuk olduğu için sıcak yatağımla vedalaşmam biraz hüzünlü olabiliyor benim için.
Belli periyotlarla gelen tık sesi yüzünden tam olarak istediğim uyku moduna geçemediğim için, artık yorganı kafamdan atmam gerektiğini düşündüm. Tekrar eden tık sesinin inşaat sesi olmadığını anladığımda, acaba biri cama taş mı atıyor fikri geldi aklıma. Ama benim camıma taş atacak bir insanım bile yok ki ? Ayrıca cep telefonu diye bir şey var artık, kimsenin gidip cama taş atacağı bir çağda değiliz. Diye güzel güzel düşünürken, tık… Bir kuşmuydu o ?
Nasıl yani yanlış mı gördüm? Bir kuş gelip benim camıma mı vuruyor. Bekliyorum. Kuş dolaşıp yeniden cama vuruyor J Çok komikti. Önce intihar etmeye çalıştığını düşündüm kuşun.(Malum kuşlar uçabildikleri için köprüden kendilerini aşağı boşluğa atamazlar, bir kuş nasıl intihar eder ? Ya hızını alıp denize dalar ya da hızını alıp bir cama çarpmaya çalışır. Ama benim kuş yeterince hızını alamıyor sanırım. Bu kadar uğraşın sonunda hala bir şey olmadığına göre ? (Zaten kuşlar intiharda etmezler dimi ama J )
Diğer ihtimal, kuşun içeriye girmeye çalışmasıdır ? “””Söylemesi ayıp evimin camları o kadar temizdir ki zavallı kuşun orada bir cam olduğunu fark etmemiş olması çok normaldir””” J  (Bu cümleyi okuyan arkadaşlarım, lütfen sırıtmayınız!!)
Diğer ve en son ihtimal ? Kuşun ayağına bağlı bir not var, ve o notu bana ulaştırmak için beni uyandırmaya çalışıyor. Yoksa başka hangi sebeple bir kuş 10-15 kere camıma vurup durabilir ki ?
En son aklıma gelen bu ihtimal ile yorganı üstüme çekip yarım saat daha yatakta mayıştım J En son ihtimali çok sevdiğim için suratımda güzel bir gülümseme vardı.
Hayal etmek güzel bir şeydir. Belki de gözleri tam olarak görmeyen bir kuşun cama yanlışlıkla çarptığına inanmak yerine bana ayağında bağlı bir notu getirmeye çalışmasını düşünmek te muhteşem bir hayal gücünün ürünüdür.  Hayal etmeyeli uzun zaman olduğunun farkına vardım bu sabah. Uzun bir zamandır bir büyük şeklinde yaşıyormuşum çünkü. Ama bu sabah hayal gücüm yerine geldi. O kuş sayesinde daha sık hayal kurmam gerektiğini hissettim.
Yapılacaklar listem gittikçe uzuyor, yapmam gereken çok işim var. Daha çok gülmeliyim ve daha çok gülmeliyim ayrıca daha az ”kurup” daha çok “hayal” kurmalıyım J
// Bu arada camdan aşağı baktığımda kuşun ortalarda olmadığını belirtmeliyim. Kısaca sağlıklıJ Belki yarın sabah yine gelir, bu sefer camı açıp ayağına bağlı notu alır ve okurum!!
C.Y.