365 yazı ve ben

365 yazı ve ben

28 Şubat 2012 Salı

2012


Sanırsam bilim dünyasında çığır açacak bir yeniliği buldum. Şu pınar beyaz reklamlarındaki beyin gibi bağırmak istiyorum “Ben buldumm ben buldumm” diye.. Bulduğum şeye gelirsek eğer. Sevgili insanlık. Belki buna hazır değiliz ama sanırsam alışmak zorundayız. Bu şekilde bir eğitim bize verilmedi zamanında ama biz insanlık olarak bu anlaşma şeklini de çözmemiz gerekiyor.
Çok heyecan verici bir olayı açıklamaktan gurur duyuyorum. Sanırsam artık Telepati Yöntemi ile anlaşmaya başladık. Evet biraz saçma gelebilir. Dediğim gibi buna alışık olmadığımız için verdiğiniz gülümseme tepkisi çok normal. Ama 2012 kehanetleri başladı bir kere. Geri dönüşü yoksa eğer o zaman bizim bu telepati anlaşma yöntemi üzerinde çalışmamız gerek. Şimdi diyeceksiniz belki nereden çıktı şimdi bu diye ?  O zaman dün ve bugün başıma gelen 1 kaç örnekle sizlere durumu açıklayayım.
Dün iş yerimde otururken aklımdan “Off basının uçak biletleri de hala gelemedi” düşüncesi geçiyordu ki,, Outlook’ta pıtır pıtır düşen uçak bileti maillerini gördüm ! Waay dedim önce ne güzel bak düşündüm oldu diye, Sonra öğleden sonra sevgili kankamı ne kadar çok özlediğimi düşündüm. Dırırırım Kankam beni arıyor ! Normalde pazartesileri pek aramaz J Oha dedim ama hala telepatik anlaştığımıza inanmıyorum. Sonra akşam işten çıktım bahçe kapısını açarken “Babama akşam Turist filmini izleyelim” demeyi düşündüm.! Evin kapısını açtım, Karşımda duran babam “Akşam Turist filmini izleyelim mi? “ demedimi. Allahım galiba sana geliyorum dedim J İşte o an fark ettim ki artık telepatik olarak anlaşabilmeye başlamışız. Bu konuya dikkat çektiğiniz zaman örnekler üst üste geliyor. Örneğin akşam arkadaşıma anlatmam gereken bir konu vardı, ama anlatmak için oyunumun bitmesini bekliyordum kii msj geldi ! Bu sabah işe gelirken yolda “Off kahvemiz bitti amaa” diye düşünürken telefonum çaldı. Arkadaşım “Kahve ve süttozundan başka ne almamız gerek” dedi. Oha demek istiyorum. Kısaca bu anlaşma şeklinden biraz tırsıyorum da..
Hep diyorum. Ama kimse bana inanmıyor. Bakın 2012 diyorum, Maya kehanetleri diyorum. Bir etrafınıza bakınız. İzmir bu kış 2 kere kar aldı. İstanbul dersek artık Ankaralı gibi oldular. “Off yine mi kar eziyeti” cümlesini kullanıyorlar artık. Nerede o eski kar görünce facebookta kar fotosu koyan İstanbullular. Artık karı kırk yılda bir yağan güzel bir şey olarak değil, toplumsal eziyet olarak görmeye başladılar. Eee telepatik olarak anlaşmaya da başladık. Ki çoğumuz henüz farkına da varamadık belki.
Ben hissediyorum. 2012’de faklı bir çağa giriş yapacağız. Geçen gün izlediğim eski bir filmde “Gelecek dünyada” kullanılacak bilgisayar şeklindeki saatleri görmüştüm. Dün akşam haberlerde bu saatin yapıldığını gördüğümde Evet dedim kendi kendime, Dünyanın sonu gelmeyecek belki ama, bu çağ bitecek ve çok faklı bir çağ gelecek.Bu çağda teorilerime göre Kayıp şehir Atlantis modeli bir şey olacak. Çok ileri ! Teknolojiye sahip, klonlama yönteminde başarılı, beyinlerde çip olan ve her şeyin akıllı! Olacağı bir hayat bizi bekliyor. Evler ve iş yerleri akıllı olmaya başladı bile!
Ha bu durum iyi mi kötü mü bilemiyorum ? Kayıp şehir Atlantis’in kendilerini nasıl kaybettiklerini düşünürsek eğer, sanırım doğanın dengesinde de değişiklikler olacak. Belki de daha akıllı, daha sistematik bir dünya bizi bekliyor. Ama daha yalnız bir insanlık olacağından hiç şüphem yok açıkçası. Şu çıkan I phone 4 s cihazlarda bir sistem var. Konuşabiliyorsun sistemle. Diyorsun ki etrafımdaki güzel restaurantları bul. O da hemen buluyor. Haaa eğer soruş şeklinde küfür içeriği varsa kadından fırça falan da yiyebiliyorsun. Bu durumda hepimiz bir gün belki akıllı! Cihazlarımızla muhabbet edeceğiz. Ve eski günleri özlemle anacağız J
C.Y.

27 Şubat 2012 Pazartesi

YAZMAK !


Şikayetim var !! Çok şikayetçiyim… Bana garip gelen şeyler belki size de garip gelebilir. Belki de gelmeyebilir bilemiyorum.. Öncelikle şundan bahsetmek istiyorum. İnsanlar konuşa konuşa,  hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşırlar. Yani insanlık olarak bizler konuşarak anlaşabilen varlıklarız. Muhabbet etmek çok doğal bir şeydir. Yeni tanıştığınız biriyle veya daha önceden tanıştığınız biriyle muhabbet etmek en doğal davranış şeklidir.
Ama günümüzde konuşmak öyle bir yere çekiliyor ki ! ki ben zaten konuşkan biri değilimdir. Ama muhabbet etmekten soğuyorum kardeşim. Niye mi soğuyorum. Çünkü korkuyorum!! Neden mi korkuyorum. Çünkü muhabbet edeceğim kişinin arkamdan ne laflar edeceğini az çok kestirebiliyorum! Neden mi korkuyorum. Ben muhabbet edersem çevremin hangi lafları sarf edeceğini bildiğim için korkuyorum.
Şu garip  erkekler ve garip bayanlar .. Evet size sesleniyorum. Bir karşı cins sizinle muhabbet ediyorsa eğer bu onun insanca anlaşma şeklinden dolayıdır. Belki muhabbetiniz karşı cinse keyifli gelmiştir. Ondan sizinle muhabbet ediyordur. Belki de sizin gibi biriyle daha önce hiç karşılaşmadığı için siz ona garip gelmişsinizdir. Ve sizin neden böyle garip olduğunuzu çözmeye çalışıyordur. Gibi gibi bu listeyi uzatabilirim. İlla hemen sizinle konuşan karşı cinsin size asıldığı fikrini nereden çıkarıyorsunuz kardeşim !! Bu nasıl bir ego’dur ve bu nasıl bir kafadır anlayamıyorum. Hani şu geyikler vardır bir de  “Off bana asılıyor yaww” “Yedi beni ayol yediii”  ! Belki de asılmıyor kardeşim. Senin herkese asılabiliten olduğu için kalkıp niye hemen herkesin sana asıldığı fikrine varıyorsun.
Ne oldu yani , ayak üstü konuşurken sana evlilik teflimi etti ? Yada “çıkalım sevgilim” repliklerini mi kurdu ?Bu replikleri kurduysa eğer bile bunu etrafına ballandıra ballandıra anlatmaman gerekli bana göre.  Bu nedenle şu garip replikleri erkekler ve bayanlar kullanmasak artık. Daha insancıl davransak karşımızdaki insanlara örneğin “yazmak” kelimesini “yemek” “götürmek” gibi garip kelimeleri kullanmasak keşke. Ne güzel olur değil mi ?
İnsanı, bu tarz insancıklar! Birileriyle muhabbet etmekten soğuturlar. Valla soğuyorum ben açıkçası. Ben biriyle tanışıcam. Muhabbeti hoşuma gidicek, belki onun yaşadığı hayat tarzı benim hayalimdeki hayat tarzı ve ondan orada yaşama koşulları ile ilgili bilgi alıcam ! mesela diyorum yani. Ve bundan dolayı da hararetli şekilde muhabbet edicem. Arada komik replikler olucak gülücem falan. Ama sonra diyorum ki “ ne gerek var” Çünkü karşı taraf beni yanlış anlayabilir, arkadaşlarım benim ona “yazdığımı “ düşünebilir gibi durumlardan dolayı da konuşmuyorum bitiyor işte. Ben bilmiyor muyum muhabbet etmeyi , ben insan ilişkisi kurmayı bilmiyor muyum ? Ama maalesef erkeklerden ve bayanlardan duyduğum garip yorumlardan dolayı konuşamayan anti sosyal biri oldum çıktım sayelerinde kardeşim…
Genellemeye vurduğumuz zaman maalesef bu tarz kişiler çoğunlukta kardeşim. Dedikodu mekanizması o kadar güzel bir sisteme oturtulmuş ki, Bu sistemlemeyi farklı dallar için kullanabilsek ne kadar başarılı bir millet oluruz kim bilir !
Kısaca tekrar diyorum. İnsansak eğer konuşa konuşa anlaşmalıyız. Bu nedenle birileri birileriyle konuşuyorsa eğer bu o kişinin karşı cinse “asıldığı” anlamına gelmez.. Hem asılsa bile  ki bu normal bir durumdur. Bundan size ne be kardeşim. Ben bu tarz kişiler için bir genelleme yapmayı çok istiyordum. Ama vazgeçtim bak şimdi…
İnsan doğası gereği her bayan ve her erkek beğenilmek ister. Beğenilme durumunu ben hiç istemiyorum ayol diyen yoktur zaten. Diyorsa da yalan söylüyordur. Elbette ki herkesin içinde böyle bir ihtiyaç vardır. Benim de var içimde böyle bir ihtiyaç. Benim şikayetçi olduğum taraf çok farklı. Şikayetçi olduğum bölüm insanların beğenilme ve beğenme arzularını garip sokak replikleri ile o insanın basit olarak lanse edilmesine karşıyım.
Belki ben de yapıyorumdur bu şikayet ettiğim şeyleri... bilemiyorum :)
Bırakın herkes rahat olsun J
C.Y.

24 Şubat 2012 Cuma

MOLA


Ne mutlu bir gün böyle !! Şu halk arasındaki tabiriyle göklerden düşen Cemre var ya ! Ne güzel bir şey o mecazi düşen varlık. 1 -2 günde güneş nasıl bu kadar fazla ısıtmaya başlıyor acaba, Güneş’te düşünebilen bir varlık mı ki? Belli günler gelince “evet zamanı  geldi, hemen dünyaya cemremi atmalı ve daha çok ısı yaymalıyım” falan gibi düşünceler geçiyor mudur acaba ? İlk cemreyi attıktan sonra atması gereken diğerleri için bir yerlere ateşten çentik atıyor mudur acaba ? Cemre atma gününü kaçırmamak için ? Artık nasıl bir açı değişimi oluyorsa güneşte, dünyadan epey hissedildiği çok belli.
İlk düşen Cemre yüzünden mi, güneşin sıcaklığı yüzünden mi, yoksa gezegenlerin konumu yüzünden mi bilmiyorum. Ama şu anda dünyada her ne oluyorsa bunun bana yaradığını söyleyebilirim. Şu an, tam olarak şu saniye, Ne geçmişi düşünüyorum, ne geleceği düşünüyorum. Sadece kemiklerimin daha çok B vitamini alması için mayışıyorum.
Belki de kafamdaki tüm soru işaretlerinin cevaplarını bulduğum içindir. Belki de düşüncelerim berraklaşmıştır. Belki de olayları çözme ve kabul etme aşamasını yeniden başarıyla tamamlayabildiğim içindir. Yine bir fırtına ve ardından çıkan güneş gibisi var mıdır bu dünyada. Aldığın kararların sağlamasını yapıp sonuçtan emin olmak kadar güven duygusu veren başka bir şey var mıdır insanı rahatlatan.
Bu nedenle bugünü mutlu gün ! İlan ediyorum. Herkesin mutlu cuması hayırlı olsun ? Hani şu kola reklamlarında, Cuma akşamı mesaisini bitiren çalışan kesimin evlerine gidip hafta sonuna mutlu başlangıç yaptıkları Cuma akşamı var ya , işte bizde bugün bunu yapalım. En azından bunu deneyelim. Bu hafta sonu, maddi sorunları, gelecek kaygılarını, koşuşturma hallerini, yanlış ilişkileri ve geçmiş acıları düşünmek yerine deniz kenarında oturup boş boş manzaraya bakalım mesela , Cumartesi gecesi sevdiklerimizle  toplaşıp keyifle kadeh kaldıralım (tekila olmasın ama L ) Bu akşamki Yalan Dünya bölümünde fazladan kıkırdayabiliriz mesela ?
Diyet yapanlar ! Bugün ödül olarak kocaman bir pizza yesinler, Benim için yapabilirler bunu.Lütfeen J Bu hafta sonu evini temizlemek zorunda olanlar! Gerek yok, her hafta zaten kirleniyor o ev, temizlesen de temizlemesen de , bırak 1 haftasonu örümcekler bayram etsinler, 2 gün fazladan yaşasın garibanlarJ
Ütüler, bulaşıklar, hepsi dağ gibi olup kaynaşsınlar birlikte. Her ne yapılması “gerekiyorsa” Bu hafta sonu “gerekmesin” bir hafta sonu da o parkeler silinmesin kardeşim. Parke düşünebilen bir varlık değil ki ? “Bak sennn tembele bakk, niye hala beni temizlemiyor bu kadın” diye arkandan dedikodu yapmayacaktır bence.. Örneğin bu hafta sonu hiç haber izlemeyelim. Ne o öyle cinayetler, kazalar,cinayetler… Sen izlesen de izlemesen de dünyanın bir yerinde olmaya devam edecekler nasılsa. Bırak o haberler bu hafta sonu senin içini şişirmesin. Onun yerine daha çok müzik dinleyebiliriz mesela. Mutfakta yemek yaparken dans edebiliriz belki de, Sevgilisi olanlar ! Benim yok ondan size bir akıl veremiyorum… Ha çok istiyorsanız eğer benim için bir kere sevgilinize kocaman sarılabilirsiniz !  Politikayı çok sevenler, 1 güncük “Ne olacak bu devletin hali” cümlesini kurmayın lütfen, Boş ver pazartesi zaten her şey aynı şekliyle kaldığı yerden devam edecek.
Tüm sorunlar, tüm mutsuzluklar genel olarak hep varlar zaten. Kısa bir tatil yapsak, Bir molaya ihtiyacımız yok mu ? İstanbul’da yaşayanlar, Benim için bu hafta sonu Büyükada’ya gidebilirler, Yokuşta başlayıp tepeye kadar hiç konuşmadan dileklerini dileyip çıkabilirler, tepeye çıktığınızda bira da benden olsun J Parkeleri, camları temizlemek yerine o manzaradan bakmak daha zevki değil mi ama ?
Kısaca bugün ile başlayan bu hafta sonunu “Mutlu Haftasonu” ilan ediyorum.
Hepimize iyi eğlenceler J
C.Y.

23 Şubat 2012 Perşembe

DOGUM GUNU MU ?


Bugün çok sevdiğim birinin doğum günü ! Çok sevdiğim kelimesinin üstüne basmak istiyorum! Çünkü ben herkesi severim aslında. Uyuzdur mesela ama severim, öyledir aslında ama napalım der yine severim. Çok kızarım 3 gün sonra yine severim. Çünkü herkes iyidir aslında hayatta, ve herkes duruma göre de kötüdür bana göreJ
Bilenler bilirler, benim kalbimin bir sağ kapakçığı vardır. Benim için o kadar özeldir ki, o sağ kapakçık olmadan hep eksik olur gibi hissederim. Ve onun varlığından dolayı da şükrederim hep ! Bundan 1 kaç yıl öncesine kadar kalbimin sağ kapakçığı bana yetip de artıyordu aslında. Ta ki o fiziksel olarak uzaklara gidene kadar. Bu nedenle bir karar vermiştim. Sosyal olmaya karar vermiştim. Ama sosyallikten kastımın ne olduğunu Allah çok iyi biliyordu. Bu nedenle de karşıma belli kişiler çıkardı. Eleme yöntemiyle içlerinden birkaç tanesini seçtim. İşte o birkaç taneden birinin kıvırcık olanın ama aslında genel olarak düz olanın bugün doğum günü. Bundan birkaç yıl öncesine kadar birilerini bu kadar sevebileceğimi hiç düşünmezdim. Ama düşünmediklerimiz gelir ya hep başımıza, bu da böyle oldu işte…
Hani hep diyorum ya , duvarlar, duvarlar... Bu duvarlarımı örmemin de kendime göre bazı sebepleri vardır. Kendimi koruma içgüdüsü içinde olduğum içinde olabilir. Bu nedenle beni tanıyanlar beni sadece yüzeysel olarak bilirler, Benim onların öğrenmesini istediğim kadarını bilirler. Belki biraz gıcık, uyuz gibi kelimelerle anılırım dışarıdan. Ama sorun değil benim için J
Bir örnek vermek istiyorum. Ne alaka demeyiniz. Benim alaka kavramım da böyle ne yapayım..
Sörf yapanlar bilirler. Sörfte başlangıç kuralları vardır. Önce sörfün üstüne çıkarsın, dengeni bulursun ve yelkenini kaldırırsın, rüzgarın yönüne göre yelkenini ayarlarsın ve ilerlemeye başlarsın. Bu bölümü yapmak için çokta usta olmaya gerek yoktur, birazcık çalışma ile tin tin gidebilen bir sörfün üstünde kendinizi bulabilirsiniz. Ama sörfte altın bir kural vardır. Bu kuralda çok ince bir çizgidedir. Ya tüm korkularını yenip en kötüyü düşünerek kendini serbest ve rahat bir şekilde geriye doğru bırakırsın. Ya da bir türlü bırakamazsın. Profesyonel sörfçü ile amatör sörfçü arasındaki ince çizgi işte tam olarak budur. Korkularınla yüzleşip vücudunu geriye bıraktığın zaman ! Sörfünle alacağın açı ve denge unsuruyla yelkenin daha çok rüzgarla dolar ve sen tabiri caizse “Uçarsın” İşte o zaman gerçekten sörf yapmış olursun. Rüzgarı ve hızı hissedersin. Ya da korktuğun için kendini arkaya hiçbir zaman bırakamazsın ve tin tin şeklinde düşe kalka yavaş yavaş sörf yapmaya çalışırsın ! Ki buda zevkten çok ızdırap verir insana artı gereksiz kas ağrısıda yanında hediyesidir!
İşte bana göre dostluk ve arkadaşlık arasında da böyle ince bir çizgi vardır. Bu ince çizgiyi geçebilirsen dost olursun, geçemezsen de arkadaş olursun.  
Off aslında saçma bir yazı oldu farkındayım. Çünkü itiraf etmek gerekirse kafam başka yerlerde şu anda. Bu nedenle de ortaya karışık bir yazı çıkıyor işte. Ne yapayım.Sertar Ortaç’tan “Kafamda deli sorular” şarkısıyla dans mı edeyim yani ? Bu yazıyı okuduğun zaman biraz garip gelebilir. Ama sen benim ne demek istediğimi anlayan biri olduğun için kendimi kasmaktan vazgeçiyorum. Hayır korkuyorum birazdan Yemek tarifine falan geçmekten. ***Hani kuru fasülyeyi yapmadan önce 1 gün suda bekletmelisin, eğer bekletmezsen kuru fasülye pişmez pişemez, İşte bu aramızdaki güzel bağda öyle bir şey, ya gaz yapar hayatında,  yada yapmaz*** gibi örnekler verebilitem çok yüksek şu anda. Bu nedenle bugüne kadarki korumaya çalıştığım “çizgimi” bozmamam lazım. Sen beni anladın zaten. Kuru fasülyeye gelirse. Çok ta saçma bir örnek olmadı aslında “dermişim”
Neyse diyorum ki. Doğum günün kutlu olsun. Büyüyoruz galiba biraz, Ama olsun büyümenin avare ve komik gençlik yıllarından daha güzel olduğunu hissediyorum. En azından keyif alma sürecimiz büyüdükçe artıyor ondan eminim yani. İyi ki ben birkaç yıl önce bir karar almışım, ve iyi ki sende benim karşıma çıkmışsın J 
Kısaca I love you kıvırcık J
C.Y.
Not//: Tüm internet araştırmalarımda toplamda 1 adet 31. Yaş pastası bulabildim. O pastayı da hiç beğenmedim. Anladığım kadarı ile insanlar 30 dan sonrasında pasta yaptırmıyorlar. Niye 30 yazıyor diye sorma yani J

GECMIS GELECEKTIR


Son birkaç günümü kukuman kuşu gibi düşünerek geçirdim. Düşündüm düşündüm, kendimle kavga ettim, bazı şeyleri sorguladım, bazı şeylerimi çöpe attım. Çocukluğumun güzel anıları aklıma geldi bazen, Gözüme makyaj malzemesi yerine uhu sürdüğüm için gözlerimin yapıştığı an aklıma geldi ! gülümsedim, Yada abimi deli edip odama kapandığımda onun beni odada sıkıştırma hayallerini, ben camdan 1. Kata inip annemin arkasına saklanarak suya düşürdüğümü hatırladım. Ne yapıp eder hep ben haklı çıkardım ! Ya da çocukken abimle izlediğimiz vampirli korku filminden sonra benden 5 yaş büyük olmasına rağmen onu nasıl yatağına yatırıp üstünü örttüğümü hatırladım. Beni şaka yoluyla boğmak suretiyle neredeyse öldürmek üzere olduğu deli anımız gözümde canlandı, Gülümsedim…
Uzun zamandır hiç aklıma getirmediğim kötü anılarımı da çıkardım ortaya. Aslında hepsi kendiliğinden geldi desem daha doğru olur… Yediğim kazıkları hatırladım birer birer. Sevgili kız arkadaşlarımın bana özenle attıkları kazıklar aklıma geldi. Ya da başıma gelen kötü anlar. Hepsini unuttuğumu sanmıştım aslında. Artık izleri kalmamıştır diye düşünmüştüm. Ama hepsi aslında ne kadar canlı bir şekilde duruyormuş beynimin gerekli yerlerinde! Sonra ailemi düşündüm. Beni yetiştiren annemi ve babamı, hafızamda kalanları çeyizim gibi açtım birer birer, 11 yaşımda babamın beni ilk defa daldırış anı geldi aklıma,13 yaşımdayken çalıştığım dalış teknesinde denize düşme anım geldi, Ailece yaptığımız tenis turnuvaları geldi mesela aklıma. Ben babamla , abimde annemle ortak olurduk. Ve her zaman galip gelen taraf benim tarafım olurdu. Teniste kasaba şampiyonu olduğum maç aklıma geldi, babamın heyecandan kortun etrafını arşınlanması gözüme geldi. Annemle yaptığımız mutfak anılarıma da baktım. “Kaç tepsi börek istersin” sorusuna “8 tepsi” cevabını geyik olarak versem de bana 8 tepsi börek yapan annemi hatırladım. Şömine başında toplanan sıcak, samimi ve kavgasız bir aileye sahip olduğumu hatırladım…Gülümsedim..
Sonra babamın iş hayatı aklıma geldi mesela ! Küçük bir çocuk olarak babamın iş yerinden güvenlik görevlileriyle dışarıya atılmaya çalıştığım an aklıma geldi. Babamın sicilini korumak için ne kadar soğukkanlı ve başarılı bir hamle ile gidip müdüre odasında yumruk vurmamak için nasıl sabrettiğini hatırladım. Koskoca müdürün ! Annemler 1 yıllığına İngiltere’ye gittiklerinde bana “senin annen artık başka çocuk edindi ve orada ona bakacak, seni unutacak burada” dediği an aklıma geldi. Küçücük bir çocuk olarak anneme telefonda “Başka bir çocuk bulmuşsun “ dediğimi hatırladım..Babamın 1 yıllık sürgün sürecini hatırladım mesela, Köpeğimiz o kadar hisliydi ki babamın dava kararıyla temelli geri geldiği gün resmen hissetmiş gibi çıldırmıştı evde. Müjdeli haberi ilk o bize bildirmişti. Yıllarca kendisine selam verilmeyen bir iş yerinde çalıştığı günler aklıma geldi. Babamın nasıl karakterli bir kişi olduğu aklıma geldi kısaca. Yılların sonunda tüm çekilen zor günlerin ardından hak ettiği yeri nasıl bulduğunu gördüm ve görmeye devam ediyorum.
Oturdum tüm geçmişimi bir bir gözümün önüne getirdim. Bu güne nasıl geldiğimi görmek istedim çünkü. Çünkü geçmişim beni oluşturanlardı. Ailem ve arkadaşlarımdı beni şekillendiren faktörler.  Şu araba reklamlarındaki söz var ya hani ! “Sizi farklı kılan Karakterinizdir” sözü hani. Çok etkilenmiştim bu sözden. Çünkü insanın karakteridir hayattaki yerini belirleyen. Eğer karakteriniz sağlamsa, mayanız tutmuşsa bir kere ! O zaman büyük fırtınalardan korkmamak gerekli hayatta. Ben geçmiş hayatımda benimsediğim bazı davranış şekillerinin farkına vardım. Üniversite hayatımda bana kazık atan kıza hiçbir şey yapmadım mesela! Ama onun kendi hayatını sonra nasıl mahvettiğini izledim. Ben buna sebep olmadım hiçbir zaman, Bana yapılanları bende başkalarına yapmalıyım gibi bir mantığa sahip olmadım. Çünkü biliyordum ki “Hayatta herkes herkesi çok iyi biliyor” Bugün bilmiyor olabilir belki, ben karakterimi koruduğum takdirde elbet yarın bilecektir. Bazı kişilerde bilmeyeceklerdir elbette ! Gözlük camlarını temizlemedikleri sürece hayatı puslu görmeye devam edeceklerdir bundan önce olduğu gibi ve bundan sonra olacağı gibi !
Hep dediğim gibi, “Hayatta ne edersen onu bulursun”  Bu cümleyi defalarca duyup yinede “etmeye” devam ediyorsan bulduklarından da yakınmayacaksın derim ben. Bu nedenle bu vesile ile ; Benim temelimi kendi düzgün karakterleri sayesinde doğru atan sevgili babama çok teşekkür ediyorum. Ve şu an hayatta olmayan sevgili Anneme de çok büyük bir minnet duyuyorum. Belki fiziken aramızda yoksun ama ! O senin bakışların, adalet duygun, olaylara karşı bakış açın ve her türlü zor duruma soğukkanlı bir şekilde çözüm bulma huyların varya  ! İşte onlar benimle devam ediyor…Hiç merak etme sen…
Kısaca çok teşekkür ediyorum…
C.Y.


17 Şubat 2012 Cuma

NOTR


Nötr durumda olmanın ne demek olduğunu hepimiz biliriz. Biliriz ki hayatımızın bazı dönemlerinde nötr duruma geçeriz. Bu dönemlerde ne yüksek sesle kahkaha atarız ne de haykırarak ağlarız. Sanki bazı duygularımız kanın vücuttan çekilmesi gibi çekilivermiştir içimizden. Bazı duyguların eksikliği aslında rahatlık verir insana. Ama sonunda şiddetli bir fırtınanın geleceğini biliyorsanız eğer biraz gerginlikte yapabilir vücutta. Evet dün ve bugün tamamiyle nötr durumdayım. 2 günlük bu durum ne zaman değişir hiçbir fikrim yok. Ama şimdilik tadını çıkarmaya çalışıyorum.
Kısaca dünyaya boş gözlerle ve boş bir kalple bakıyorum. Kocaman bir sıfır’ın kenarında gibi hissediyorum kendimi. Duygu durumu sürekli değişen benim bile duygu durumumda herhangi bir değişiklik olmuyor son 2 gündür. Ne heyecanlanıyorum, ne üzülüyorum, ne seviniyorum. Sadece yaşıyorum işte. Kalkıp rutin günlerimi yaşıyorum sadece. Benim gibi bir kişilikseniz eğer, ve kendinizi bu şekilde tanıyıp kabul ettiyseniz bu durumunuz biraz garip ama bir o kadar da hoş gelebiliyor insana.
Ben hayatı coşku ile yaşamayı seven bir varlığımdır. Ne kadar bu coşkuları yaşadığımı çoğu kişi fark etmese de ben coşkuyu çok severim hayatımda. Hayatımda iniş çıkışların olması beni ayakta tutandır. Çok büyük bir mutluluğu sonra üzülmemek için yaşamaktan vaz geçecek bir kişi değilimdir ben. Elim acıyacak diye taşın altına koymaktan vazgeçmem ben. Çünkü bana göre yaşıyorsak eğer, gerçekten yaşamak lazım hayatı. Öyle kenarından aman bana bi zarar gelmesin diye bazı duygulara kendimi kapatıp sadece seyretmeyi sevmem ben. Aşık oluyorsam eğer sonundaki göz yaşlarını da kabul etmişimdir her zaman. Yaşadıklarım benim yanıma kar kalanlardır çünkü.
Son 2 gündür işte bu coşku eksikliğini çekiyorum hayatımda. Çok sevdiğim dizi başladığında bile arkamı dönüp başka bir şeyle ilgilenebilecek kadar garibim yani. Hani yemeği tadarsın ve “bunda bir şey eksik” dersin. Düşünüp bir sürü ihtimali sunarsın. Şu eksik, belki şu da eksik diye. İşte bende de hayat coşkusu eksik.
Ama olsun. Bugünlerde geçecek elbet. Benim iç dünyam bu kadar sakinliği elbet kaldıramayacaktır. Ve sonunda isyan bayrağını çekerek eski formuna geri gelecektir elbette. Ben hayatın en çok hangi özelliğini seviyorum biliyor musun? Bilmiyorsun tabii saçma bir soru oldu J
Ben hayatın “değişebilirliğini “seviyorum. Kendini yenilemesini seviyorum. Hayatımızın şekli değişmese bile (ki benim uzun yıllardır herhangi bir şekil değişikliği yaşadığım falan yok)  bizim hayatı yaşama şeklimiz değişiyor. Her gün aynı şeyleri yapan insanların her gününün birbirinden farklı olmasının başka nasıl bir açıklaması olabilir ki ? Kısaca bekliyorum. Her zamanki gibi bekliyorum yine. Kanepeye uzanmış, yanımda kahvem, üstümde battaniyem boş gözlerle tv ekranına bakıyorum. Ama elbet bir gün değişecek.
Gün gelecek benim gözlerim yeniden parlayacak. Yanağımdaki gamzem yine çok gülmekten dolayı çukurlaşacak. Yine mutluluktan dolayı dünyanın rengi toz pembeye dönecek. Bir sabah kalktığımda heyecanla yataktan kalkıp en sevdiğim parça eşliğinde giyineceğim belki. Sonra yine koşarak işe gideceğim. Belki hayatım değişmeyecek ama benim onu algılama şeklim yeniden değişecek.
C.Y.

15 Şubat 2012 Çarşamba

ZOR


Zor bir gece geçirdim. Ve çok şükür şu salak 14 şubat çılgınlığı sona erdi. Halbuki dün ne kadar keyifliydim. Sonra tv’yi açmamla o kalpler üstüme üstüme gelmeye başladı. Görüntüler, röportajlar, sokak partileri, aşk sözcükleri çin askerleri gibi üzerime üzerime gelirlerken benimde suratım düştü tabiikii .. Biri yazmıştı. Bende düşündüm önce yapsam mı diye ? ama sonra vazgeçtim. Yaptığımı toplamak yine bana kalacaktı çünkü. Evdeki tüm terlikleri ve katlanmış çorapları birbirinden ayırmayı düşündüm mü ? Evet kısa bir anlıkta olsa düşündüm. Ama sonra vazgeçtim işte. Tüm terlikleri ve çorapları birbirlerinden ayırıp salona dizmeyi ve benim gibi yalnız bir sevgililer günü geçirmelerini istedim. Ama tek tek onları toplayıp birleştirmek zor geldi. Hele de benim gibi renk körüyseniz birleştirdiğiniz çorapları kolay kolay ayırmasanız iyi olur J Sonra eviniz tek çoraplarla doluyor da ondan…
Sonra kafamı dağıtmak için kitap okumaya çalıştım. Kitabı da kafam almadı bir türlü. Sonra yine tv’yi açtım. Maç izleyeyim dedim. Erkeklerin yaptığı gibi yapayım. Tek derdim ofsayt pozisyonunu tartışmak olsun dedim. Bir baktım tv’de maç açık ben elimde telefon oyun oynuyorum. Ondan da vazgeçtim. Baktım ki bugün bu kırmızı dünyada bana huzur yok. Ben de gidip yatmayı uygun buldum.  Evet bunda utanılacak bir şey yok. Çoğu yalnız vatandaş gibi bende 9.30 civarında yatağıma yatıp yorganı üstüme çektim. Ne var yani. Bunalım halinde yapılması gereken en güzel şey yatıp zıbarmaktır… Bende elimden başka hiç birşey gelmediği için bunu yaptım. Her yıl bu günü çekmekten çok bıktım. Sevgililer günü diye bir şey var, ama neden yalnızlar günü diye bir şey yok ? Merak ediyorum. Neden kırık kalplerle donatılmıyor bir güncük şu dünya. Neden yalnızlığı simgeleyen şeyler mağazalara asılmıyor şu bir güncük. Neden tv programları “evet sayın seyirciler, bugün dünya yalnızlar günü, arkamızda gördüğünüz kalabalık büyük bir coşkuyla yalnızlar gününü kutluyor… “ dedikten sonra mesela arkasını dönüp bana mikrofonu uzatsa Bende o sırada tüm mutluluğumla  “Herkesin yalnızlar gününü kutluyorum. Burada acayip bir atmosfer var diyip “ arkamı dönüp coşkuyla zıplasam. “Ve yaşasın özgürlük” sloganları eşliğinde çılgınlar gibi eğlenen topluluğu tv ekranında gören sevgililer. Kanepeye uzanmış , battaniyeyi üstüne çekmiş zavallı sevgililer göz ucu ile yanındaki sevgilisine baksa ???  Ve içlerinden şöyle bir ahh çekseler , “Abi millet deli gibi eğleniyor, şu kızların güzelliğine bak, bide yanımdaki şu suratsıza bak. Her gün bu kız çekilir mi be yaww ? “ diyerek 1 günlükte olsa kaderlerine küsseler. Sonrada birbirlerine küsüp küs bir şekilde gidip 9.30 civarında yatağa yatıp yorganı kafalarının üstünden çekip bu işkencenin bitmesini bekleseler !!
Niye böyle bir şey olmaz hiç anlayamıyorum ?  Kıskanç mı dediniz bana ??? Çok ayıp. Ben kıskanç biri değilim çünkü. Sadece eşitlikten yana bir insanım. Yani ben örneğin tv’de akşam 10,30 civarlarından sonra gösterilen tüm yiyecek reklamlarına da karşıyımdır. Çünkü o saatte o mantıları, börekleri bulan var bulamayan var kardeşim. Sonra da neymiş efendim niye rüyamda açık büfe kahvaltı görüyormuşum. Akşam o sucuklu yumurtaları sizde görüp yatsanız benim gibi aç tavuk misali rüyanızda açık büfe kahvaltı görürdünüz. Benim derdim. “Olan var olmayan var meselesi”.. Sevgili veya sucuklu yumurta, Benim için ikisi de eş değerde bu hayatta…
Kısaca yalnızım, Yalnızdım ve yalnız bir şekilde olmaya devam edeceğim. Haa bu arada. Dün geceyi. Mırr mıırrr kedi yavrusu şeklinde romantik bir şekilde ağzı kulaklarında geçiren siz sevgili “sevgililer” .Ne de olsa 2 gün sonra zırlayarak geri geleceksiniz … “Ahh bu erkekler hep böyle öküzler işte” replikleri ile rimelleriniz akacak belki yine…  (Diyerek devam edecektim ama vazgeçtim)
Haa bu arada. Şu terlik ve çorapları ayırmayı planlayan genç. Mart gelmeden tüm dişi kedileri de bir yere kapatacaktı dediğine göre J
C.Y.

14 Şubat 2012 Salı

MY LOVE STORY


Sevgililer gününe hoş geldik. Sevgililer günü geyikleri etrafta dolaşmaya başladı yine. Sevgilisi olanlar ayrı, olmayanlar ayrı alemdeler bugün. Olupta olmayan, Olan ama olsada neye yarayan, var gibi olan ama aslında olmayan, olmasını isteyen ama olamayan herkes bugün sevgililer gününü yaşıyor. Çiçekçiler tüm stoklarını eritmek için tüm dünyada arı gibi çalışıyor. Güller, orkideler havalarda uçuşuyor. Pırlantalar ve tüm hediyeler paketleniyor şu anda. Bazımız özel akşam yemeği için mutfakta harıl harıl çalışıyor, birileri aldığı gülleri gidip o kişinin  kafasına fırlatmak istiyor. Kimileri merak içinde kendisine ne sürpriz yapılacağını bekliyor. Kimi erkekler Fenerbahçenin davası peşinde koşuyor. Oysa ki bilmiyorlar akşam başlarına neyin geleceğini. Kimi çiftler ilişkilerini sorguluyorlar şu günlerde. Kimileride sevdiklerinin sağlık sorunlarıyla uğraşıyorlar. Belki de bazı anne adayları bu gün kendinin ve doğacak kızının sağlık sorunlarıyla meşguller. Yalnızlarda bu sevgililer gününü de bir an önce geçiştirmeye çalışıyor belki de. Belki seneye bir şeyler olur umudu ile..
Kısaca bugün sevgililer günü. Etraf aşk’ı simgeleyen kırmızı objelerle dolu bu gün. Her yerde bir kalp motifi var. Baktığınız her yer sevgi üzerine hazırlanmış gibi. Bu kadar kırmızı kalbin olduğu bir dünyada bu kadar kırık kalbin olması da bir tezattır o ayrı mesele…
Ben mi nasılım ? İyiyim çok şükür. Geçen gecenin etkisinden hala çıkamadım çünkü. Kızlar gecesi düzenlemiştik söylemesi ayıp. Ve çok güzel bir rock bara kızlar grubu olarak gidip barda konuşlanmıştık. Ve gelsin tekilalar !!! Hayatımda geçirdiğim en güzel geceydi diyebilirim. Hani Amerikan duygusal komedi filmlerinde olurya, güzel , bakımlı şehir kızları gece sokağa çıkarlar. Bir bara girerler. Ve tekilaları senkronize bir şekilde dikip bara senkronize şekilde koyup kahkaha atarlar. Ve ekrandaki süper güzel klipleri izlerler… Ama Amerikan filmlerinde bu kızların nasıl dağıldığı pek fazla gösterilmez niyeyse.. Neyse bu sabah iş yerine geldiğimde bir kişi bana çok kırıldığını söyledi ? Bende neden diye sorduğumda. “Cumartesi gecesi o kadar sana selam verdim ama sen bana selam bile vermedin” dedi.. Bende “normaldir görmemişimdir” dedim !! “Oda “ sabit bir noktaya kitlenmiş bakıyordun” dediğinde “ekranamı bakıyordum” diye sordum.
Ve işte o zaman aldığım cevap yüzünden sabahtan beri kahkaha atıyorum. Bilin bakalım tüm gece nereye kitlenmişim ? “ Tabiiiki bardaki bulaşık makinesine J Ama hep derim. İnsanın arkadaşlarını iyi seçmesi gerek diye. Ben çıkmadan önce onları uyarmıştım. Olurda sarhoş olursam ve bir yere kitlenip kalırsam beni ekrana doğru çevirin demiştim. Oysaki sevgili arkadaşlarım bunu unutmuş olacaklar ki, ben “Bulaşık makinesinde kalmışım J” Ama bunu neden yaptığımın bilincindeyim en azından. Çünkü baktığım yeri görmediğim için , baktığım yeri fark ettiğimde hep birilerinin bana baktığını fark ediyordum. Ben de sanırsam bundan dolayı bardaki en masum yer olan bulaşık makinesinde takılı kalmaya karar verdim. Ne de olsa bulaşık makinesi bana asılamaz J
O gece görüpte görmediğim kişiler,, kusuruma bakmayın artık. Bu tekila denen şey şişede durduğu kadar berrak durmuyormuş vücutta…
Sevgililer günümü demiştik ? Ben açıkçası çok mutluyum. Kiminle mi ? Bulaşık makinesiyle tüm gün bakıştığımız için aramızda yeni bir aşk başlamıştır diye umut ediyorum. Ama kaç gün geçti hala bulaşık makinesi beni aramadı ! Ahh bu aşk meşk ilişkileri hep böyle değimlidir ki ? Zaten anlamıştım o gece onun karakterini. Pek “sulu” gelmişti bana. Birde çok çabuktu!! Hiç bu kadar çabuk çalışan bir bulaşık makinesi görmediğim içinde ona aşık olmuş olabilirim. Bilemiyorum… L
Yine geyik modundayım.. Ee o zaman herkesin sevgililer gününü kutluyorum.  Tüm sevdiklerim sizler bana yetiyorsunuz zaten. Aradığımda hemen yanıma gelenler, geç te olsa gelenler, hep yanımda olanlar, kalben, ruhen hep yanımda olduğunuz için çok teşekkür ediyorum. Beni “böyle olsamda” sevdiğiniz için çok teşekkürler J
C.Y.

9 Şubat 2012 Perşembe

DENEME BIR KII


Birkaç gündür içimde çok güzel bir his var açıkçası. Bu dolunay ilk defa bana yaradı. Buna inanmak biraz güç elbette. Çünkü Dolunaylarda dağılıp sonra toparlanan biriyimdir ben hep. Ama bu sefer bazı şeyler değişti sanki. Bunun nedeni bir zamandır satürn’ün biz terazileri sürekli sıkıştırmaktan vazgeçmeside olabilir belki. Bu Satürn böyle geri geri gidiyorsun ya. Ha işte hep öyle geri gitsen keşke. Biz teraziler şu günlerde pek bir rahatız. Etrafım terazi dolu olduğu için biliyorum bunu. Hepimizde bir koyverme hali var. “Amaan beaa” diyerek hayatımızı idame ettiriyoruz. Rahatız yani. Ki bizlerin rahat olması gerçekten zordur.
Bu sebepledir ki birkaç gündür içimde çok güzel bir duygu var. Bir his içimden diyor ki “güzel günler seni bekliyor !” bu sesi duymak bana nasıl iyi geldi anlatamam. Hani bilirsin hayatın elbet güzel bir yöne doğru gidecektir ama buna bir türlü inanmazsın. Sonra falcı kadının biri derki “güzel günler seni bekliyor” ha işte o zaman inanırsın gerçekten. Buda bunun gibi. O içimdeki his bana aynen böyle inandırıcı geldi. Bir karar aldım demek istemiyorum. Çünkü karar kelimesi benim kendimi kasmama sebep oluyor. Onun yerine bir şey denemeye karar verdim demeyi uygun buluyorum…
Denemek istediğim şey benim için epey zor aslında. Ama ben daha zorlarını başardım. Bundan 1 sene önce tek tük arkadaşım varken. Ben kalkıp bas bas bağrındım “Ben sosyal olucammm” diye. Ve 1 yılın sonunda söylemesi ayıp çok güzel bir arkadaş grubum var. Benim gibi biri bile bir arkadaş grubunda olabiliyorsa herkes her şeyi başarır bu hayatta.. Demem o ki. Çok istediğim bir şey var. Benim etrafımda duvarlarım var. Öyle böyle değil ama. Yıllarca özenle ördüğüm duvarlarım yüzünden insan ilişkilerimde bazen terslikler olabiliyor. Çünkü bir insanla konuşurken “onunla konuşmamın bana ne yararı var” diye düşünüp yararını göremeyince de arkamı dönüp gidebiliyorum ben.. Bu nedenlede insanlar beni uyuz, gıcık, biraz garip gibi kelimelerle beraber anıyor. Haa bundan sonrada bu kelimelerle anılacağım belki de ama en azından gardımı taşımaktan yorulmayacağım. Sürekli elimde taşıdığım kalkanım yüzünden kol kası yapmak zorunda kalmayacağım.
Bana zarar gelmesin diye konuşmadığım insanlar var ya. İşte onlara karşı artık normal olmak istiyorum. İnsanlara “Günaydın”  dedikten sonra “nasılsın” demek istiyorum açıkçası. Belki yaparım belki yapamam bilmiyorum. Çünkü nasıl olduğunu hiç merak etmediğim insanlara nasılsın diye sormak benim için garip bir replik olacak açıkçası. Kısaca diyorum kii. Artık kendimi kasmak istemiyorum… Benim için “doğru olanı” bekleyerek te günlerimi geçirmek istemiyorum. Çünkü çok iyi bildiğim bir şey var şu dünyada. Bir daha asla bu yaşta ve bu günde olmayacağım. Bu nedenle 2030 yılı için öngördüğüm şeyler için bugünümü feda etmek istemiyorum açıkçası. Neyin doğru neyin yanlış olduğunun ne önemi varmış ki aslında. Doğru olanı yapmak için kastığım şu zamanlara bak. Doğru olan göreceli bir kavramdır. Bu nedenle artık doğruyu yanlışı hesaplamaktan bıktım.
Yine “bırak dağınık kalsın” günlerime geri döndüm… Bu günler benim en mutlu olduğum günlerdir çünkü. Hayatımı toplamaktan çok dağıtmaktan hoşlandığım içinde mutlu hissediyor olabilirim. Hani şu Eti Canga reklamındaki çocuk var ya,, odasına girdiğinde “Off yinemi odamı topladın be anne” dedikten sonra tüm enerjisi ile odasını dağıtıyor ya hani J seviyorum onu işte. Ben de öyleyim ne yapayım. Dağıtmaktan zevk alıyorum.
Sevgili Jupiter. Seni en çok geri giderken seviyorum. Çünkü ileri giderken bizler baskı altına giriyoruz. Bu nedenle bırak diğer gezegenler ilerlesin,, sen farklı ol, onlarla koyun gibi hareket etmek yerine kendin olmaya bak. !! Sen geri gidersen dünya biz teraziler için daha yaşanılası bir yer oluyor çünkü cnm. J
C.Y.


8 Şubat 2012 Çarşamba

GARIP


Öncelikle belirtmeliyim ki benim emeğe her zaman saygım vardır ! ama ayrıca belirtmeliyim kii bir işi bırakın bilen biri yapsın. Yani şimdi ben nasıl assolistin gelmediği gün sahneye çıkıp onun yerine şarkı söylemiyorsam…(Düşünsene beni kırmızı çiçekli bir elbise, full makyaj ve takma kirpiklerle sahnedeyim. Sonra başlıyorum söylemeye . tabiî ki seyirciler önce bir şoka uğruyor ve bir anda kaçışıyorlar J
Şimdi bu sitemimin asıl sebebine gelirsek eğer.. Dün büyük bir “heyecan” ile “Eşruhumun Eşzamanı” filmine gittik. Beklentim çok yüksek değildi, çünkü duyduğum kadarıyla film güzeldi ! ama çekimleri “biraz” kötüydü. Bende kendimi buna hazırlayarak girdim salona. İzledim, bekledim, izledim bekledim. Ve film bitti !! Ortada quantum ile eş ruhlarını yeni hayatta bulan 2 aşığın olmasına rağmen bir gram duygu hissetmemiştim..  Filmin çekimi o kadar kötüydü ki, elimize amatör kamera alıp aynısını biz de çekebilirdik. Bundan da bu kadar eminim yani. Tam konsantre oluyorsun evet aşk, buluşma vs.. Ama olacak gibi değil. 2012 yılında bir sinema filmi diye girdiğiniz bir çalışmanın bu kadar garip olması inanılır gibi değil. Bence en büyük hata; bu filmi “sinema filmi” niyetine sunmalarıdır. Bunun yerine “quantum semineri” yada “bizim aşkımızın biyografisi” ya da “quantum belgeseli” denebilirdi. O zaman insanlar sinema izlemeye değil o çiftin aşkının nasıl ortaya çıktığını izlemek için o kötü çekime katlanabilirlerdi. Tabii ki zevkler ve renkler tartışılmaz. Belki de bu filmi çok beğenen ve çok etkilenen kişiler vardır…
Bu arada sevgilisi olan bayanlara bir tavsiye vermek isterim. Hani ilişkilerde tatlı kavgalar ve çekişmeler vardır. Bu çekişmeler ilişkinin tuzu biberi gibidir. Eğer son zamanlarda kavga edecek bir konu bulamadıysanız  !! hemen sevgilinizin elinden tutun ve onu süper bir filme götüreceğinizi söyleyin. Sonrada romantik bir şekilde koltuklarınıza yerleşin. Yani bu tatlı kavga için filmi izlemek zorunda kalacaksınız ama olsun J Filmin sonunda sevgili erkek arkadaşınız “beni bu filme niye getirdin be kadın” diye carlamazsa eğer benim adım da C.Y. değil J sonra ona istediğiniz kadar yakınabilirsiniz. “Hiç romantik değilsin”. “Eş ruhum filmini anlamadın bile”. “Sen hep böylesin” işte cümleleri ile bildik ekşına başlayabilirsiniz… Bu arada bir itirafta bulunmak istiyorum. Ben de kavga etmek istiyorum. Ben de sevgilime msj atıp “konuşmamız gerek” demek istiyorum. Karşılıklı çekişme yaşamak istiyorum L Ama kavga edebileceğim bir sevgilim bile yok…
Bu arada filme daha doğrusu seminere geri dönersek eğer ! Şimdi eş ruhlarını bulan siz sevgili kişilere soruyorum. Gördüğüm kadarıyla sorunlu bir hayatınız var. Sizlerde bizler gibi bunalıma giriyorsunuz. Ayrıca kızın yaptığı listeleme yöntemini ben de yaptım. Haa öyle küçük kız çocuğu şeklinde melek görmüyorum etrafta. Ama o melekleri görebilmek için yapabileceğim hiçbir şey yok. Ayrıca olurda bir gün bir melek görürsem eğer sizler gibi meleğe gülümseyerek Prenses Diana usulü el sallayabileceğimi hiç düşünmüyorum. (Belki de buradan kaybediyorumdur. Melekleri görsem de Diana gibi sevgi ile onu kabul etmem lazımdır  J )Siz böyle karşılaşıp tesadüfi bir şekilde dünyanın en güzel aşkını yaşıyorsunuz ya… bizimde tesadüflerimiz oluyor belki. Ama normal hayatta etrafımızda sizdeki şekilde bir hale olmadığı için eş ruhumuzu görünce her hangi bir sinyal alamıyoruz açıkçası. Haa bir de, yakın arkadaşım geçmiş yaşam terapisi yapamıyor. Belki de yakın arkadaşlarımı gözden geçirmeliyim. Eş ruhumu görünce bana söyleyecek bir kanka bulmalıyım. Benim ki sadece kıkırdıyor çünkü L
Haa bu arada belirtmeliyim ki ben her ay en az bir kere quantum yapan biriyimdir!! İnanır ve yaparım. Ama bu film , işte bu neyse beni quantumdan soğuttu be kardeşim L Haa bu arada gerçek hayatta bizler yanımıza oturan beyaz kostümlü baş meleği görünce kaçıyoruz. Yani görmüyoruz da aslında. Belki de görüyoruzdur bilemem ama. Konuştuğun melek bir anda puff diye ortadan kaybolunca bizde bir panik olur en azından.. İnsan şaşırır be kardeşim. O neydi gördüğüm acaba diye sorgular insan. Ya da bu küçük kız beni takip mi ediyor acaba diye düşünür insan J
Diyerek bu garip şeyin garip yazısını garip bir şekilde sonlandırıyorum.
NOT : Melekleriniz hep sizinle olsun J Görürseniz yapmanız gerekeni biliyorsunuz artık. Sağ el hafif kalkıyor. Prenses edası ile gülümseyerek onu ne kadar sevdiğinizi belirtin. (Düşündüm de belki de ben melekleri küstürmüşümdür ? Olamaz mı yani ? Küçük meleğe inanıyorsunuz da bana küstüğüne mi inanmıyorsunuz J
Neyse benim geyiğim geldi galiba. Dolunaydandır dolunaydan…
C.Y.

6 Şubat 2012 Pazartesi

DUA


Belki fantastik bir hayal gücüne sahibim. Belki de günümüz dünyası için istediklerim birazcık fantastik kalıyor. Belki de bir ütopyanın hayalini kuruyorum. Ya da kayıp şehir Atlantis’i bulmakla, benim dileğimin gerçekleşmesi arasında pek bir fark yok belki de. Ama olsun… Ben her gece dua etmeye ve dilemeye devam edeceğim. Belki olur belki olmaz. Ama yüzde 50 şansımın olması bile bana yetiyor açıkçası.
Malum geçen gün Kandil’di. Kandil’lerde dilediklerimiz gerçek olurmuş ya hani. Ben de en içten bir şekilde dileklerimi sıraladım. Tanrı ile muhabbetlerim hep çok keyiflidir benim. Konuşurum, bazen pazarlık yaparım !, bazen anlaşma yaparım ! Ve en önemlisi de onunla Siz’le başlayan cümlelerle anlaşırım. Benimde anlaşma şeklim böyle işte. Bazen çok kızıyorum. Niye böyle yapıyorsunuz diye isyan ediyorum ama hemen sakinleşiyorum sonra. İçimdeki ses beni sakinleştiriyor. Karşılıklı iletişim konusunda en sevdiğim yöntem önce sorumu sormak, sonrada tüm beyin sesimi susturup iç sesimden gelecek cevabı dinlemek oluyor. Soruyorum Bu olacak mı ? Ve korkuyla bekliyorum. Gözlerimi kısıp eyvah ya hayır derse diye.. Ama EVET diyor. Evet işte.. o bana 1-2 gün yetiyor. 2 gün sonra ben yine isyan bayrağımı açıyorum gerçi , hani bana evet demiştiniz diye J Kısaca böyle yuvarlanıp gidiyorumJ
Dileklerimi sıralarken öncelik sırası benim için çok önemlidir. Hangisini önce dilersem o olur gibi geliyor bana. Bu seferde güzel dilekler diledim. Öncelikle bana, aileme ve arkadaşlarıma sağlık diledim. Çünkü bana göre her şeyin başı sağlıktır. Sonraki dileğim, İç huzura sahip olmak ve mutlu olmaktı. Ve sonraki dileğimde “Bir gün yatağıma başımı koyduğumda onun varlığından dolayı size teşekkür edeceğim bir insan “ diledim. Bence yeterince kısa ama gayet kapsamlı bir dilekti bu. Öyle hayatımın prensi olsun, şöyle yakışıklı olsun, beni böyle sevsin, şöyle böyle olsuna gerek yok. Zaten onun varlığı için size şükrediyorsam bu insan iyi özelliklere sahip biri olacaktır. Ve son dileğim olarak ta dünyanın farklı yerlerini görebilecek maddi olanağa ve zamana sahip olmaktı..
 İşte bitti. Dileklerim kandil gecesi için sona erdi. Gerisi bu dileklerin gerçekleşmesi için içimdeki inancı söndürmeden sabretmek olacak sanırım. 
Bir şeyden bahsetmek istiyorum. Geçen gün tv’de konuşan laz uşağı çok güzel bir açıklama yaptı. 80-90 hanelik bir ailesi olduğunu ve sülalesinde sadece 2 boşanmanın yaşandığını anlattı. O 2 kişide 20 yıllık evliliklerini ne yaptılarsa da kurtaramamışlar. Babasının öğüdünü anlattı bir de. Ve dediki bir insanı öyle bir sevecesun ki, saçının her teline kadar sevecesun, O saçtan 1 teli sevemeyusan  eğer o tel sana 40 yıl batayii… Ne kadar doğru değil mi? Çok sevdiklerimizin bile bazı şeyleri bize batarken mantık evliliği yaparak dünya evine girenleri düşünemiyorum açıkçası. Sevmediğin kocanla  aynı yastığa baş koymanın, katilinle aynı yastığa baş koymakla ne farkı olabilir ki, Her sabah o insanın suratını görerek başlayacağın günlerden ne hayır gelirki sana ?
Haa mantık mı ? Ben yüzde yüz mantıklı biri olarak bile buna mantıklı diyemem. Hepimiz aslında aynı şeyi arıyoruz. Tek istediğimiz sevgi… Sevmek ve sevilmek istiyoruz. Bu kadar basit bir dilek bile günümüzde milyonlarca kişinin açlığını çektiği bir şey. Alt tarafı sevgi dediğimiz şey ne kadar önemliymiş değil mi ? Şu gergin olan insanlar, sevseler ve sevilseler yine böyle olurlar mıydı acaba ? Bence olmazlardı…
 “Allah hepimize yastığa başımızı koyduğumuzda şükredeceğimiz ve teşekkür edeceğimiz bir hayat versin”
AMİN !
C.Y.

3 Şubat 2012 Cuma

SIRK


Belki inanmayacaksınız  ama hayatımda ilk defa sirke gittim, Evet 29 yaşında sirke gitmek biraz garip olabiliyor. Yani garip olan bölüm şu ki, bu yaşa kadar hiç gitmemiş olmam bir de çocuğumu götürmek içinde gitmemiş olmam. Çocuğumda yok gerçi, onu götürebilmek için bekleseydim eğer hiç gidemeyebilirim diye düşündüm açıkçası. Sosyal aktivite niyetine gittim, biraz meraktan ve yine meraktan gittim. O çadırın içinde ne olduğunu görmezsem çatlardım yoksa.
Bu arada bir tavsiye vermek isterim. Bir yere ilk defa gidecekseniz eğer. Hemen oranın ismini google da arayıp detaylarına bakmayınız lütfen. Sonra benim gibi, akrobasi gösterisi yapan çekik gözlü küçük kıza hayretle bakmak yerine acıma duygusu duyabilirsiniz. Hayır yani bana ne çadırda yaşamdan. Niye bakarım o sitedeki resimlere. Zaten onların web sitelerine ne kadar zor şartlarda yaşadıklarının resimlerini koymaları da çok saçma ama neyse. Sorarım şimdi… O çadırda yaşayan çekik gözlü kızın çadır kapısında çamaşır yıkarkenki resmini gördükten sonra bir de kaldıkları odanın halini gördükten sonra 12 takla atsa neye yarar J
Aslında beklentilerim biraz büyüktü. Hani sirk denince akla gelen hep o büyülü ortam, ışıklar, akrobatlar, koca çadır falan gelir ya. İşte ortada aslında koca çadır var.. Var ama yağmur dolayısı ile su kaçıran bir çadır var. Ve içerisi bizim evden bile soğuk. Hatta o kadar soğuk ki eldivenlerimi takmak zorunda kaldım. Bu nedenle alkış yaparken ses çıkaramadım bile. Çalışan abiler biraz garip!! Ayrıca biz safari sirki diye gitmiştik. Safari sirkinde adı üstünde hayvanlar olmalıydı. Ama yoktuL
Konuya genel olarak bakarsak eğer sirk güzeldi. Ama güzel olan sirk ortamı değil şovları yapan çekik gözlü akrobatlardı. Çok az bir seyircinin karşısında karın tokluğuna o zor hareketleri yaptıkları için kocaman bir alkışı hak ediyorlardı. Bu çekik gözlüler değişik bir gene sahipler. Nasıl bir konsantrasyona sahipler çözemedim.  Ve en garibi de düşme tehlikesine rağmen zeminde minder yoktu !! Yani en tepeye çıkacak çocuğa güvenlik ipi takıyorlar ama onun altındaki kişilerde ip falan yok. Tepelerde iplerle dans eden çocuk yanlış bir hareketle ipi kaçırsa eğer düşeceği yer bildiğin sert zemin. Cık cık cık. Bu yazdıklarımdan sonra şovu nasıl izlediğimizi anlamışsınızdır. Bildiğin ananem gibi olmuşum ben. “Ayy valla düşecek, ayy düştü, ayy düşecek” cümleleri eşliğinde izledim sirki. Bu arada bir gözlemimi belirtmeliyim kiii, bir kısım çocuk dışında diğer çocuklar tam olarak sirki izlemediler bile. Nedenini bilmiyorum. Ellerindeki yeni oyunları daha cazip olabilir. Bilgisayar çocuklarının 2 takla atan insanlardan pek hayret duymadıklarını belirtmeliyim.
Bu arada belirtmeliyimki,, ben palyaço sevmem. Hiç sevmedim. Ve hala daha sevmiyorum. Ne o öyle suratını boyamış bir adam. Ağzında düdük, kendini komik zannediyor falan. O makyajı bende yapsam senin kadar komik olurum. Hem kaç yaşına gelmişsin hala komiklik yapıcam diye dolaşıyorsun.. falan diyerek palyaçoya giydirmeden geçemedim. Haa bu arada “sevmediğin ot dibinde biter” lafını kim bulduysa süper bulmuş. Sen koca salonda gel bizi bul. Sevmiyorum ya bide al çantamı git, komiklik adına ??
Şovlardan bahsedersem… Acayip bir denge unsuruna sahipler. En aşağıda 2 erkek omuzlarında bir demir boru taşıyorlar. O borunun üstüne bir üçgen merdiven koyuyorlar. (Bu arada merdivenin altı demirde durabilmek için yarım yuvarlak kesilmiş) O merdivene biri çıkıyor !! o çıkan kişinin bile orada dengede durması çok zor. Merdivendeki çekik gözlü uzun bir boruyu eline alıyor. Ve başka bir çekik gözlü maymun edasıyla en tepeye çıkıp amuda kalkıyor. Yok artık değilmi. Hadi sopalar ok de o aradaki merdivende durmak çok zor ayol. Bu çekik gözlülere kocaman bir alkış rica ediyorum.
Bu arada sirke giderseniz ön sıralarda oturmayınız. Çünkü akrobatların iç çamaşırları gözünüze batıyor J
 Diyerek bu saçma yazıyı bitiriyorum.
C.Y.

1 Şubat 2012 Çarşamba

EVRIM MI ?


Son günlerde mantıken düşünüp durduğum, evirip çevirip, ısıtıp ısıtıp önüme koyduğum bir fikir var. Bu fikir çok saçmada olabilir. Ama bakış açıma göre bazen çok doğru bazen de çok yanlış geliyor bana. Zaten ben böyleyim işte. Bir gün önce şükrettiğim bir şeyden ertesi gün şikayet edebiliyorum. Sonraki gün tekrar şükredebiliyorum o ayrı mesele. Zaten bir gün “olurda” bir çocuğum olursa kesinlikle onun terazi olmaması için elimden geleni yapacağım. Çocuğa yazık sonuçta, benim gibi gel- git ruhlu bir kişilik olmasını istemem doğrusu. En güzeli onun boğa burcu olması. Hayatı boyunca hayatın zevkini çıkarır, en güzel yemekleri ve en güzel şarapları tadarak mutlu olup gider işte.
Esas konuya geri dönersek; Kafamdaki kurgularıma göre, şu kişisel gelişim yolculuğum beni mahvetti, beni mahveden satürnde olabilir. Ama ben bunu kişisel gelişim olayından olduğuna inanmaya başladım. Hani o evrim teorisi var ya. Eski olan ben ile yeni olmak istediğim ben saçmalıklarım. Ne oldu biliyormusun ? Eski o gelişmemiş ve boş kafalı kişiyi özlüyorum. Her gün daha bir özlemle anıyorum kendisini. Bir örnekle açıklamam gerekirse eğer; Ben eskiden karanlık ve loş ışıklı bir odada yaşıyordum. Gözümün gördüğü, hislerimin götürdüğü şeyleri yaşayıp, sonuçlarına katlanıp, karanlık odamda yaşayıp gidiyordum işte. Bu kadar sorgulamadan, bu kadar komplike olmadan tek amacım karanlık odanın içinde istediğim tv kumandasına ulaşabilmek için yapmam gereken hamleleri yapmak ve kumandaya ulaştığımda da mutlu olmaktı. Bu kadar basit bir hayatım vardı eskiden. İstediklerimi yaşardım ben, yaşamam gerekenleri değil, sonuçlarına razı olurdum yaşadıklarımın, her şeyin bir bedeli var diyerek bedellerine katlanmaya da razı olurdum. Mutluydum, ya da mutsuzdum bilmiyorum, Ama kafam daha rahattı onu iyi hatırlıyorum.
Oysa ki bir sürece girdim. Ve dedim ki aydınlanma yolculuğumda yeni olacak bir “ben” istiyorum dedim. Ve o karanlık oda, okudukça, öğrendikçe ve düşündükçe aydınlanmaya başladı. Önceleri sevindim. Çünkü odanın her yerini bu kadar net görebilmek, kumandayı bu kadar kolay bulabilmek hoşuma gitmişti açıkçası, Çünkü artık odam “aydınlanmıştı”. Ve sonra ne mi oldu ? Aydınlanan odada, ışığın bana verdiği yetkiye göre odanın tüm pisliklerini fark eder oldum. Nasıl yani o kenarda duranlar örümcek ağımı ? Peki televizyonun üstündeki beyazlık tozmu ? diyerek sözde aydınlık odada takıntılı bir kişi oldum çıktım…
Eskiden, o tozları görmediğim karanlık zamanlarda daha rahattım fikrimde buradan kaynaklanıyor. Şu anda yüzde yüz mantık dolu bir küp haline geldim.  Kesin kararlar veriyorum. Çantamda çok güzel etiketlerim var. Hemen etiketini yapıştırayım diye yanımda taşıyorum. Empati kurmakta zorluk çekmeye başladım.. Ki empati benim hayatımın en önemli varlığıydı. Başka insanların duygularını anlayamamaya başladım. Benim salak “mantığıma” uymayan durumları kabul edemez oldum, Ayrıca insanlarla muhabbet bile edemiyorum tam olarak. Yeni birisiyle tanıştığımda onunla muhabbet etmenin bana ne yararı var ? gibi garip sorular soruyorum kendime.
Saçma bir duruma geldim. Ve en çok korktuğumda daha 29 yaşında olmamdır. 35 yaşımdaki beni hayal bile edemiyorum… Bu evrim olayının işleyiş şeklinin sadece ileriye doğru olmamasını diliyorum. Belki de ben maymunken daha mutluydum. Sadece tek derdim ağaçlar arasında dolaşıp muz bulunca sevinmekti. Böyle karışık duygu durumlarım yoktu ve en güzeli de sebepsiz yere 32 dişimi göstererek gülümseyip bir de el çırpma hareketimi yaptım mı benden mutlusu olamazdı işte. Bu kadar basit bir hayattan sonra insan olmak bana ağır geldi herhalde.  Artık muz gördüğümde sevinmiyorumJ Çünkü muz yediğimde fiziksel zarar ve yararlarını biliyorum…  Ayrıca 32 diş yerine öndeki birkaç dişi göstermekle yetiniyorum. Haa bir de öyle el çırparak kahkaha atmalar da geride kaldı…
Soruyorum şimdi. Biz maymundan insan olduysak, yeniden maymuna dönüşme şansımız var mıdır ?
Haa eğer yoksa o zaman yandım demektir J Hayatımın geri kalanını “yalnız”,”takıntılı” ve “mantıklı” bir şekilde geçirmeye mecbur kaldım demektir…
C.Y.