365 yazı ve ben

365 yazı ve ben

4 Kasım 2013 Pazartesi

3 dakika lütfen !


Bu yazıda kendimle ilgili bir şeyler anlatmayacağım. Ya da yeni öğrendiğim bilgiler de vermeyeceğim, ya da yeni duygu durumlarımı da paylaşmayacağım. Sadece bazı şeyler yazacağım. Ve yazdıklarımın tek bir amacı var. Biraz olsun düşünmek ve empati kurmak…

Dünyada her gün, her an bu tarz durumlara maruz kalan kadınları düşünmenizi istiyorum. Aslında sadece kadın olarak bakmamak gerekir. Kadın, genç kız, erkek veya çocuk olarak. Kısaca “İnsan” olarak bakmanızı rica ediyorum. Kendinizi onların yerine koymanızı ve sadece 3 dk. Düşünmenizi…


Bir kız çocuğu düşünelim mesela, hayata güzel gören gözlerle bakan, çikolata ile mutlu olabilen ve kötülüklerle henüz tanışmayan bir kız çocuğu..Canından çok sevdiği babası tarafından tecavüze uğramış, hem de defalarca, ya da amcası ya da dayısı, ya da amca oğlu tarafından… Sesini çıkartamamış ve yıllardır içinde bir yerlerde gizli olarak saklamış ve kendini suçlayarak büyümüş. Söylemiş olsa bile aile fertleri tarafından susturulmuş. Belki anne “annelik görevini” yapmak adına bu olayı gizlemiş ve ağzında “aman yuvamız bozulmasın” “aman ağzımızın tadı bozulmasın” cümleleriyle yaşanan olayları halının altına süpürmüş…

Bir genç kız düşünelim mesela, yıllarca okumuş yok liseydi, yok üniversiteydi, sınavlardı, sözlülerdi derken mezun olmuş. Zorlu sınavlara girmiş devlet memuru olabilmek ve emekli sandığı güvencesine girebilmek için. Uzun bir süre bekledikten sonra nihayet ataması çıkmış. Kendini başarmış hissediyor ve ev ekonomisine katkıda bulunacağı için de pek keyifli. Ama işler hiçte toz pembe değil bundan sonra. Her gün iş yerinde sözlü ve temaslı tacizlere mağruz kalıyor, hem de üst düzey bir yönetici tarafından belki de, şikayet edebileceği kapılar da kapanmış ve hayatına devam edebilmek için susmak ve olanlara boyun eğmek zorunda. Bu devirde yeni iş bulmanın ne zor olduğunu bilirsiniz sizde. Kafasında “diğer iş yerinde de buna benzer şeyler olmayacağının bir garantisi var mı ki” diye düşünerek içine su serpmeye çalışıyor…

Bir genç kız düşünelim mesela. Büyük bir şehirde okulundan çıkmış, keyfi yerinde evine gitmek üzere otobüse binmiş. Otobüs tıklım tıklım ve yan taraftaki 50 li yaşlarındaki adam tarafından elle taciz ediliyor… Sesini kısmış ve bu işkencenin bitmesini diliyor içinden, dua etmek dışında ne yapabilir ki ? Sesini çıkarsa ne olur acaba ? Gözlemlediğim kadarıyla tüm otobüs kıza garip bir şekilde bakıp kafasını çevirir. Çünkü otobüstekilerin tek derdi, biran önce evlerine ulaşmak. Şimdi kim uğraşacak hiç tanımadığı bir genç kız için akşam akşam…Hem zaten kız kuyruk sallamasa adam niye taciz de bulunsun ki.. Haketmiştir o kız kesin…

3 farklı kişinin yaşadığı 3 faklı gerçek var karşımızda. Hepimizin bildiği, her gün gazetelerin sayfalarında boy boy gördüğümüz haberler bunlar. Her gün televizyonlarda izlediğimiz, izlediğimizde içimizde hafif bir ürperti hissettiğimiz ve cık cık diyerek ve biraz üzülerek kendi hayatımıza devam ettiğimiz durumlar. Belki de şöyleyizdir ? itiraf edemesek te ? Akşam haberlerinde tecavüze uğrayan bir kadını izlerken tv karşısında elimizdeki meyveleri soyarken dikkatimizi çeker haber. Pür dikkat izliyoruz.. Önce vah vah diyoruz ! , sonra iç sesimiz konuşuyor, kim bilir ne yaptı da tecavüze uğradı ! elbet vardır bir sebebi ! çok şükür yarabbim ne hayatlar var ! halimize şükretmek lazım ! …

Sonra bir sonraki haber ekranda gözüküyor. Ekranda şirin bir köpek arabaya oturtulmuş, emniyet kemeri takılmış ve sahibinin komutlarıyla birlikte araba kullanıyor. Allahım ne enteresan, çünkü köpek o küçük patileri ile vites bile değiştirebiliyor ! ne müthiş dimi ama J 

Ve hayat devam eder… 

Ta ki, tv de gördüğümüz olaylar başımıza gelene kadar biz sadece cık cık deriz. Ta ki başımıza gelir. Ve bir gün bir bakmışız etrafta kimse yok ! çünkü herkes akşam meyvesini soymak ve haline şükretmekle meşguldür… (üzgünüm brütüs

Mesela ,otobüste yan taraftaki kız tacize uğradığı gün sesini çıkarmayan kişi, bir gün kendi tacize uğradığı zaman ve sesini duyurmaya çalıştığında insanların suratındaki anlamsız baş çevirme hareketlerini görünce şoka uğrar.  Ve içinden der ki 

“Yazıklar olsun, ne hale geldi bu insanlık !”

Sevgiler,

“Dünya; kötülük yapanlar değil, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir.” ALBERT EINSTEIN
C.Y.
  



3 Kasım 2013 Pazar

YENİ



Bu yazının arka fonunda, John Newman- Love Me Again parçası çalıyor. Masanın sol tarafında tüten kahve ve ofiste bıdır bıdır çalışan sevdiğim insanlar var. Kısacası tam olarak olmak istediğim yerdeyim. Saat 7’de uyanmış olmamın da bu enerjiye bir katkısı olabilir belki de…


Bir sabah uyanırsın ve artık bazı şeyler hiçbir zaman eskisi gibi olmaz ya hani, işte öyle hissediyorum. Sihirli bir değnek değmesi  mi, bazı yaşananların sonucu mu, okunan kitaplar, konuşulan sohbetler mi, izlediğim filmler mi, gördüğüm yerler mi, karşıma çıkan farklı insanlar mı, yada sadece derin derin nefes alıp vermek mi ? Sebebini bilmiyorum. Artık sebeplerle, nedenlerle çokta ilgilenmiyorum çünkü. Sorgulamalarımı azalttım. En güzel anların içinden kendimi çıkartıp neden-niçin sorularını sorup durmaktan vazgeçtim birazcık. Artık olmam gereken yerde, beraber olmam gereken insanlarla olduğumun bilincinde olarak yaşıyorum.
Herşey olması gerektiği gibi Mükemmeldir” cümlesini o kadar çok tekrar ettim ki, beynim artık buna inancını kazanmış durumda belki de. Bazı cümleler vardır. Bazı telkinler, bazı kelimeler sihirlidir. Belki de bu kelimeler sayesinde iyileşiyorum. Yavaş yavaş ve derinden iyileşiyorum.  Cümlelerimden AMA kelimesini çıkartmaya çalışıyorum. Şikayet etmemeye çalışıyorum. Teşekkür ediyorum. İnsanlara dokunmaya başlıyorum. Kısaca değişiyorum ve yaşamaya başlıyorum…

Ne hissettiğimi tam olarak ifade edemeyebilirim.  Hala kafamın derinliklerinde sürekli negatif konuşan bir tarafım var. Hala konuşmaya, direnmeye ve belki de üzerine düşen görevlerini yerine getirmeye çalışıyor. Garip cümlelerine devam ediyor işte. Cılız da olsa, bazen bağırarak ta olsa bana negatif sesini duyurma çabalarında.  Yılların alışkanlığı var sonuçta, bir anda gitmesini beklemiyorum. Aslında gitmeyeceğini de biliyorum. Sadece artık kabullendim. O sesi kabullendim ve onu dinlesem bile inanmamaya çalışıyorum. Hayata karşı kabullenme safhasındayım belki de. Değiştirme gücümün olduğunun bilincine vardım. Ve değiştiremediğim durumların güzelliğini deneyimliyorum. Artık bahaneler üretme huyumu azaltıyorum.  Kendimi bu haliyle kabul ediyorum. Şu andaki zaman diliminde olmam gerekenin en iyi halinde olduğuma inanıyorum.  Doğru ve yanlışlara çok takılmamaya çalışıyorum. Yaşamın getirdiklerini bazen değiştiremeyeceğimin farkına varıyorum.

Yazılacak çok şey var aslında, paylaşmak istediğim çok konu var. Belki başka zaman paylaşabilirim.

Tam olarak anlatamadım galiba dimi ??

olsun bu kadarı da bana yeter…

Sevgilerimle…

C.Y.

18 Eylül 2013 Çarşamba

HOŞGELDİN


Her zamanki gibi internet başında bir yandan işlerimi tamamlamaya çalışıp bir yandan da diğer ekrandaki puzzle parçalarını birleştirmeye çalıştığım sıradan bir gün bugün aslında. Havada hafif bulutlar var ve diyorlar ki “yağmuru getireceğim bir gün, bugün değil belki ama bir gün getireceğim ve o özlediğin ıslak toprak kokusunu içine çekeceksin” Yani bugünün diğer günlerden hiçbir farkı yok. Şu dakikaya kadar yoktu demem daha doğru olabilir belki de…
Bir haber gelir ve tüm duygular içinizde kıpraşmaya ve coşkuyla dans etmeye başlarlar ya hani, işte öyle bir hal alır tüm içini. Dışarıdan bakıldığında saçını attığın taraf veya makyajın her günkü gibi aynı gözüküyor olsa bile, içinde çok farklı bir şey olmuştur, sen fark etmeden, ve neden bu habere bu kadar etkilendiğini tam olarak anlayamasan bile…
Üniversite yıllarım, güzel yıllarım, kafamda avarelerin dolaştığı, öylesine yaşayıp geçirdiğim kocaman 5 yılım gözümün önüne geldi. O zamanlar ki “ben” ne kadar farklıymışız şimdiki “ben”le.
Şimdi diyorsunuz bu kız ne zırvalıyor yine. Bu seferki hayırlı bir zırvalama ama. Üniversite hazırlıkta saçlarını savura savura dolanan garip ve aslında “deli” olan bir kız hakkında. İlk gördüğümde içim ısındı diyemem açıkçası. Hani bazı insanlar vardır diğerlerinden farklılardır ve onlara bir isim takamadığınız için “deli” der ve geçersiniz. İşte bu yazının ana konusu o deli kız hakkında…
Anlatacak çok şey var aslında, Odadaki dağınıklığım yüzünden ceza almamak için yatağımı toplardın mesela,  Her gün terapi niyetine bana fal bakardın ve inanılmaz şeyler anlatırdın. Cin çağırdığımız geceler ne güzeldi, Sınavlardan 3 hafta önce sen çalışmaya başlardın, sürekli özetin özetini çıkartırdın ve ben sınavdan 1 gün önce senin özetini okur sınavlara girerdim. (Bazen senden bile yüksek not aldığım olurdu. Ne şerefsizmişim ben şimdi fark ettim. L )
Kısaca ; Sen ve ben o kadar farklı ve zıttık ki…
Hayal kurardık bazen , yani ben hayal kurardım ve sana da derdim ki “hadi bi hayal kur” ve sen düşünüp düşünüp uyduruk ve gerçekleşmesi o kadar kolay şeyleri söylerdin ki ben sana hayretle bakardım. Gerçekçi hayallerin insanıydın belki de, ayakları yere basan, sağlam ve hayata karşı her zaman güçlü ve dimdik durman gerektiğini o zamandan anlamıştın demek ki…
Hayatımıza giren herkesin bizlere bir şeyler öğrettiğini gayet derinden bilen biriyim. Sen benim hayatımdaki 5 yılımda bir çok şeyi değiştirdin belki de, Ben senin dostundan ziyade çocuğun gibiydim hep. Alışveriş yapmak, yemekleri hazırlamak, beni bir güzel doyurmak, kılık kıyafet konularında bana akıl vermek gibi şeyler senin görevin olmuştu hep. Ben ise senin özetlerinle sınavlara giren, senin yemeklerinle karnını doyuran, arada bir de “hadi hayal kuralım” diye zırvalayan küçük kız çocuğuydum. Göze kalem çekme olayını öğrettiğin gün aklıma geldi, hem de kalem değil likitle öğrenmiştim olayın özünü ustasından.  Güzel günler geçirmişiz. Dolu dolu geçen 5 yıl…
Ve bu deli kadın,bir gün evlendi, bir süredir de hamile, ve bir erkek bebek bekliyor. Kaç yaşına geldim, ama hala hayatın ne garip olduğunu çözebilmiş değilim.  Yarın güneş ışıkları doğmaya başlarken, bebeğini kucağına alacak. Belki narkozun etkisiyle biraz sersemlemiş olacak, öncesinde de biraz korku hissedecek içinde. Bu korku annelere özgü bir korku sanırım..(O bölüme henüz gelemediğim için bilemiyorum şekerim J )
Ve yarın sabah, sen kucağındaki bebeğe şaşkın bir şekilde bakıp, hayatın ne kadar güzel ve mucizevi  şeylerle dolu olduğunu tüm kalbinle hissedeceksin. Daha önceki tüm duygularının hiç birine benzemeyen çok faklı bir duygu olacak içinde. Bebeğinin kokusu dünyadaki her kokudan daha güzel gelecek… Ve yarından itibaren hayatında yepyeni ve tertemiz bir sayfa açılacak. Çünkü elinde senin şekillendireceğin bir insan var artık. Ve hayatının sonuna kadar seni bekleyecek uzun serüvenler  bu vesileyle başlamış olacak…
Bu nedenle bugün özel bir gün…  Dediğim gibi, derin nefesler al ve ver, gözlerini kapa, karnına benim için dokun, dua et ve teşekkür et. O’ na geldiği için ne kadar keyifli olduğumuzu sen anlat olur mu J
Şimdiden hoş geldin bebek…

C.Y.

5 Ağustos 2013 Pazartesi

HADİ UÇ !




Şimdiye kadar bir çok spor dalıyla uğraşmış biri olarak, bu yeni heyecanımı yazmadan geçersem eğer evrene çok ayıp etmiş olurum sanırım. Bugüne kadar bir çok şey denedim, daldım, kaydım, windsurf yaptım ve hepsinden farklı duygular tattım. Yemeğin farklı tatları gibi hepsinin ağızda bıraktıkları tadı farklı farklı.  Ama hepsi çok güzel. İnsanda hep daha fazlasını öğrenme ve sakatlanma riskini göze alarak limitlerini zorlama içgüdüsü uyandıran ve garip hormonlar salgılatan farklı sporlar.

Şimdiyse son yıllarda çokça videosunu izlediğim, yapanların fotoğraflarına kıskançlıkla baktığım bir sporla tanıştım.  Spontone bir Akyaka tatili ve “gelmişken başlayayım bari” diyen bir iç ses ile kafamda kaskım, can yeleğim ve elimde bar’ımla kendimi suyun içinde bir uçurtmayı kontrol etmeye çalışırken buluverdim.  İzleyen insanda “ben bunu hemen yaparım yeaa” hissi uyandırsa da o kadar da kolay olmadığının farkına vardım. Her hareketine anında cevap veren bir uçurtma var karşında ve onunla inatlaşmanın bedeli ağır olabiliyormuş (Çok bilmiş olan ben bunu deneyimleyerek öğrenmiş oldum) Ben de onunla anlaşmaya karar verdim. Bazen çok güzel anlaştık ve kiteların arasından süzülerek gidebildik beraber, bazen de “artık kontrol bende şekerim” Egosuna kapılıp yaptığım saçma ve gereksiz hareketlerin sonunda beni nasıl havalara fırlatıp kontrolsüz bir şekilde yere çarpmasına şahit oldum ve kendimden utandım.

İlk 2 günlük eğitimimi başarıyla tamamlayarak dönmüş olmanın verdiği mutlulukla yazıyorum bu satırları. Ah bir de rüzgar düşmeseydi ve ben boardu ayağıma takıp birazcıkta olsa ilerleyebilme zevkini tatmış olabilseydim eminim çok farklı şeyler yazıyor olurdum. Bir sonraki derse artık.

Çocukken hiç uçurtma uçurmamış biri olarak, sanırım içimden uçurtmaya “ben uçamayacaksam o zaman sen de uçma” diyerek bir nevi trip atmışta olabilirim! Beni uçurmayan uçurtmaya uçurtma demem ben mantığı işte… Çocukluk rüyalarımı evden okula uçarak gitmek süslemiştir hep.  Hep bir uçma isteğim ve atlama iç güdüm olmuş sanırım. Yürümek güzelde, uçabilir olmak daha güzel olurdu.

Rüzgarla birlikte hareket edebilmek, uçurtmayı ve havayı hissederek çok ince hareketlerle vücut ağırlığının fazlası güce ulaşıp seni sudan yükseltmesi, uçurtmaya 8 çizdirmek ve istediğin açılarda hareket ettirebilmek, istediğin zaman uçurtmayı saat 12ye alabilmek. Suyun üstünde vücudunu tamamen bırakmış bir şekilde ilerleyebilmek. Tüm bunları yaparken bu kadar güzel hissedebileceğimi bilemezdim. Henüz kiteboard yapabilen biri değilim ama bu duygunun içime yerleşmesi yüzünden inanıyorum ki bir sonraki derste ben bu işi çözerim. Hatta çözdükten sonra uçarım bile. (Ordakiler gibi havada boardu çıkartıp 2 artistik hareket yapıp boardu tekrar takıp suya süzülme olayını yapmam için biraz ekmek yemem gerekecek J) ama olsun ben yine de uçarım..

Ben derim ki, Gökova Akyaka’da muhteşem bir plaj,  havada rengarenk uçurtmalar, muhteşem kumla kaplı harika bir deniz, arka bölümde buzz gibi bir azmak,güzel ve samimi insanlar, mimarisini koruyan geleneksel evleri ile muhteşem bir tatili hepimiz hak ediyoruz. Kendini şımartma aktivitesi de diyebiliriz buna. Bir de Anchor bar’dan sola dönüp biraz ilerleyince solda göreceğiniz SottoVento adında yeni açılan mekana uğramadan dönmeyiniz. 3 keyifli insanın işlettiği bu yeni mekan Gökova’ya çok şey katmış.  Muhteşem Pizzaları (benim tavsiyem SottoVento pizza), ile farklı farklı içkileriyle plajdaki kiteçı arkadaşlarınızla akşam buluşup güzel sohbetler yapmadan sakın Akyaka’dan döneyim demeyiniz.

Mmm bak yazarken burnumda tüttü her şey.. Çok yakında yine oralarda olacağım için içimi kaplayan özlem duygusunu hemen uzaklaştırabildim J

Daha yukarı Uçmak dileğiyle…

Sevgiler,

C.Y.


29 Temmuz 2013 Pazartesi

SU


Bu yazının nedenini henüz çözemedim. Belki de Digitürk müzik kanallarını dinlerken arka fondaki deniz manzaralarına fazla bakıp hipnotize olmuş olabilirim.  Belki de hayatımda ilk defa suya bu kadar dikkatli baktığım içindir.  Arka fonda güzel müzikler çalar, koltukta en rahat pozisyonunu alırsın, kafanda bir sürü düşünce ve hayaller, karşında tv ekranındaki manzara. Denizin kumsalla oyun oynaması, dalgaların belli ritimlerle gel-gitleri, Deniz suyunun köpürerek kumsalı ıslatıp en uzak noktaya ulaşma çabası ve görevini başarıyla tamamlayan suyun geri çekilmesi, bir sonraki hamlenin yetersizliği ve ardından köpükle birleşen büyük dalganın yeniden aynı noktaya kadar ulaşma başarısı ve sonsuzluğa kadar uzanan bir döngü.

Sanırım su beni hipnotize etti. Bir günün 5 saatini ekrandaki farklı su görsellerine bakarak geçirdiğim için suyun hipnotize etkisini hissettim belki de. Her zaman gördüğüm, daldığım, dokunduğum ve sevdiğim suyu anlamaya çalışmaktı yaptığım. Suyu kişiselleştirdim belki de, içindeki canlıları düşündüm. Kenardaki kayaların uzun yıllar sonunda suya göre şekil değiştirdiklerini fark ettim. Bana çok uzak bir deneyimdi. Suyun yıllarca bitmek bilmeyen bir döngü ile devinimini takdir ettim. Azimle her an kıyıya ulaşmasını ve kaya gibi sert bir malzemenin bile kendine göre şekillenmesini sağladığı için ona saygı duydum.

Ekranda beliren farklı denizler, bazıları sakin ve insanı kendine davet eden, huzur veren, güvenilir. Başka bir manzarada büyük dalgalar, rüzgarla birleşmiş, insanı ürküten ve uzak durma içgüdüsü uyandıran, tehlikeli ve korkutucu. Kıyıya vuran dalgaların şiddeti bile bir çok şeyi ifade ediyor belki de.  Değişen başka bir görüntü, gün batımında denizin hemen üstünde kızılımsı bir güneş, batmak üzere, aslında çok yakın ama bir o kadar da uzak. “Sanki ben batıyorum ve hüzünlerinizle sizi baş başa bırakacağım. Unutmayın ki sabah yeniden doğacağım ve sizi aydınlatmaya devam edeceğim” der gibi…

Su gibi olmalı insan. Akışkan, uyum sağlayan, gerçek duygularıyla korkmadan yaşayabilen. Bazen sakin ve davetkar, huzur saçan. Bazen de fırtınanın şiddetiyle köpüren, karanlığa gömülen ve tehlikeli. Gel-gitlerinin farkında olmalı insan, her fırtınanın ve dalgalı günlerin geçici olduğunu, bir gün yeniden sakin ve huzurlu günlerine ulaşabileceğinin farkına varmalı. Dalgalarıyla en sert kayanın bile şeklini değiştirebileceğinin farkında olmalı ama sakinliğiyle tüm doğanın ritmini yavaşlatabileceğini de bilmeli. Bu dünyada “Hem her şey, hem de hiçbir şey olduğunu” hissetmeli.

Yokluğunun büyük bir kayba neden olacağını, varlığınınsa büyük bir nimet olduğunu bilmeli.

C.Y.


5 Haziran 2013 Çarşamba

GÜNAYDIN TÜRKİYE






Bu sabah çok güzel bir rüya görerek uyandım. Bodrum’dan rahmetli annem ve bir çok yüzünü hatırlayamadığım insanla birlikte İstanbul’a gidiyorduk. İstanbul’a vardığımızda devasa merdivenlerin olduğu bir yerlerden geçip gezi parkına doğru gitmeye çalışıyorduk. Yolda giderken çok gıcık olduğum birini gazete okuyup yayılmış olarak gördüğümde dürtüp “hadi kalk gidiyoruz” diyordum mesela. Binlerce insanla beraber korkmadan ilerlerken uyandım… 

Kısaca bu sabah mutlu ve umutlu uyandım.  Cüneyt Özdemir dün programında dedi ki, “direnişteki insanlarla konuşurken, ne durumdasınız ne hissediyorsunuz diye sordum,” “Abi hepimiz AŞIK olmuş gibiyiz, sabahları heyecanla uyanıp akşamları heyecanımızdan uyuyamıyoruz, çalışamıyoruz, aklımızda hep gezi parkı var ve bir an önce işimizin bitmesini ve oraya gitmeyi bekler durumdayız, yolda gördüğümüz herkese istem dışı gülümsüyoruz ve tanımadığımız herkesle kucaklaşmak istiyoruz. ” diyorlarmış. Bu süre içinde bir çok video izledim, yazılar okudum, paylaşımlar yaptım ve çok gururlandım. 

80 kuşağı doğumlu biri olarak şu günlerde kendi tarihimizi kendimiz yazıyoruz belki de. Bundan yıllar sonra “sene 2013 ve Türk Milleti” şeklindeki yazılacak tarih bilgilerinin içindeyiz. Yaşıyoruz ve yaşamaya devam edeceğiz önümüzdeki günlerde. 

Hep derim biz Türk’ler çok garip bir milletiz diye, yıllardır ülkenin başbakanı büyük bir kesimi yok sayarak her istediğini yaptırabileceğini sandı. Bu ülkede her planını rahatça uygulayabileceğini düşündü.  Kendisi bu fikrine o kadar çok inandı ki şu anda kibrinden dolayı gözleri göremez, kulakları duyamaz ve hissedemez bir vaziyette. Bundandır her açıklamasında bozuk plak gibi aynı şeyleri tekrar edip durması belki de… Bundandır mahalle ağzıyla “%50 yi zorla evde tutuyoruz” diyerek halkını tehdit etme gafletine düşmesi belki de. Aslında bundan 1 kaç hafta öncesine kadar bizlerde gücümüzün farkında değildik. Ayağa kalkmamız gereken o kadar olay geçti başımızdan ve bizler hiçbir şey yapmadan bekledik. Rehavete kapılmış gibiydik, sanki birinin çıkıp bizi kurtarmasını bekler durumdaydık. 

Sonra bir şey oldu !! Bunca olayda ayaklanmayan halk, simgesel olarak “birkaç ağaç” için “BİR” oldu. Asla yan yana görmeyi hayal edemeyeceğimiz kesimler omuz omuza geldi.  Hiçbir partinin, ideolojinin çatısı altında olmadan her kesim bir anda tek “BİR” hale geldi. Sanki Türk Milleti olarak İnsan ırkının olması gereken en üst düzey haline bir anda ulaştık. Birkaç hafta önce ayrıştırıldığımız ve “ötekine” nefretle baktığımız günler geride kaldı ve hepimiz insan olduğumuzu anladık. Empati kurduk. Ve gücümüzün farkına vardık. 

Bence çok güzel günler yaşıyoruz. Türk Halkı olarak çok güzel bir dönemden geçiyoruz. İçimizde sönmeye yakın olan umut ışığı alev alev yanmaya başladı çünkü. Birkaç çapulcunun başlattığı bu direniş sayesinde herkes şapkasını önüne koyup düşünmeye başladı belki de ilk defa. 

Ben de bu günlerde AŞIK olmuş gibiyim. Tüm gün iş yerinde işi gücü bırakıp yayınlananları izliyorum. Çıkışta koşarak tv haberlerini izliyorum. Kasaba meydanındaki kendi çapımızdaki direnişlere katılıyorum, Akşam yatmadan önce sosyal medyayı takip ediyorum. Hiç tanımadığım, hiç görmediğim insanların yazdıkları için endişe duyuyorum, hiç bilmediğim insanların paylaşımlarını yaymaya çalışıyorum, güzel görüntülerle gururlanıyorum, yaratıcı ve esprili Türk Halkının yaptıkları geyiklere kahkaha atıyorum, sabahları gözümü açar açmaz twittera bakıyorum, acaba neler oluyor merakıyla.   

Bu Aşık olmak gibi bir durum değil de nedir ! sorarım ? 

Gezi Parkı bundan böyle Türk Halkının gücünün simgesidir. Umudumuz azaldığında, karamsarlığa düştüğümüzde oradaki “birkaç ağacı” düşünmemiz kendimize gelmemiz için yetecektir.  Bundan dolayı birkaç hafta öncesine kadar ki tüm karamsarlığımı çöpe attım. Ve diyorum ki, Bu millet ve bu gençlik olduğu sürece Türkiye Cumhuriyeti,  Atatürk’ün yolundan gitmeye ilelebet devam edecektir. 

Gezi parkında olamasam da kalbim ve aklım Gezi parkındadır… 

C.Y.

2 Nisan 2013 Salı

SESSİZLİK



Büyükada’daki Aya Yorgi yokuşunu bilen bilir. Yeşillikler içinde uzanıp giden güzel bir yoldur. Ve bana söylenen rivayete göre yokuşun başında dileğini dileyip yokuşun sonuna kadar hiç konuşmadan çıkabilirsen dileğin gerçek olurmuş. Ben de ne var ki bunda demiştim. Alt tarafı bir yokuş çıkıcam ve ağzımdan çıt çıkmicak. “Bu ne kadar zor olabilir ki ?” diye ukala bir gülüş atmıştım. Bu benim için resmen çocuk oyuncağı…
Başladım yokuşu çıkmaya. Doğanın güzelliklerini görmeye çalışarak, gülümseyerek, etrafa baka baka ilerledim. Sağda solda yazan tabelalar gözüme ilişti. O kadar komikti ki arkadaşıma “yazıya bak” demek istiyor ve diyemiyordum. Göz göze gelmemeye çalışıyordum. Çünkü göz göze gelirsem dayanamaz kahkahayı patlatır ve o tabela yazısı üstünden geyik çevirmeye başlardık bir kere. Devam ettik. Sigaranın da etkisiyle nefes nefese kalmıştım bir kere. Ağzımı açıp “off çok yoruldum, şiştim” diyebilmeyi bu kadar çok arzu edeceğimi bilemezdim… Derken yağmur çiselemeye başladı. Ama tüm vücut direncim ve zorlu aktivitem yüzünden sıcak basmalarına mağruz kaldım. Ceketi çıkardım aldım elime. Ahmak ıslatan yağmurun altında gözlerimi yerdeki Arnavut kaldırımlarına odaklamış bir şekilde ilerliyordum. Arada kafamı kaldırıp baktığımda hala yolun sonu gözükmüyordu. Arkadaşıma dönüp “daha çok var mı?” diye soramamak ne zor bir şeymiş. Yapmamam gereken bir aktivite olduğu için aklıma gelen yüzlerce repliği kovalayıp “sonra gelin” demek ne zormuş meğersem. Benim gibi yapma denen şeyleri yapmaktan gizli bir zevk alan biri için konuşmama eylemi ne zormuş meğersem. Ama bir kere çıktık bu yola. Artık geri dönüşü yok. Ağzımı açarsam bir kere o zaman dileğim çöpe gidecek. Bunca yolu boşu boşuna çıkmış olacaktım.  Kafamdaki ses sürekli konuşup beni zıvanadan çıkarma noktasına getiriyordu. Her zamanki görevlerini yapıyorlardı aslında. Bir taraf “sakın pes etme, devam et” derken diğer taraf bacak bacak üstüne atmış omzumdan bana ukalaca sırıtarak “ hadi kasma kendini, boşver ne var başaramamış olursun en kötü” diye konuşup dururlarken ayaklarımın, nefesimin ve vücudumun direnci gittikçe beni zorlamaya başladı. Sanki “of çok yoruldum” desem bir 50 mt’lik daha enerji depolayabilecekmişim gibi hissediyordum.
Derken yolun sonu gözüktü. Yolun sonunu ve o kiliseyi görmekten bu kadar zevk alacağımı bilemezdim. Ve yokuşun sonundaki yoldan çıktığımda tarif edemeyeceğim garip bir mutluluk, huzur ve dinginlik hakimdi üstümde. Artık ağzımı açıp konuşabilirdim ! Ama garip bir şekilde ikimizde ağzımızı açıp tek kelime bile etmeden sessizce kiliseye girdik. Mumlarımızı aldık. Dualarımızı okuduk, dileklerimizi tekrar ettik ve mistik bir havada dışarı çıktık. Manzara çok mu güzeldi yoksa içimden çıkan enerji yüzünden mi bu kadar büyülenmiş hissettim kendimi bilemiyorum…
O gün yaptığım bu farklı deneyim benim için bir ilkti ve dönem dönem gerçekleştirmek üzere bir kenara not etmiştim. Ne zaman beynim hata raporu gönderirse, dışarıdan ve içeriden gelen fazla sesler kafamı allak bullak etmeye başlamışsa, ne zaman dönüp dolaşıp aynı yere geldiğimi hissettiğim bir döngünün içinde kendimi bulsam. Hep bu ritüel aklıma gelir ve ben kendimi sessiz moda alırım.
Sessizlik en zor aktivitelerden biri bana göre. Artık konuşmanın anlamsız kaçtığı durumlarda uygularım. Uzun zamandır konuşmuşumdur ve anlatmışımdır.  Ne karşı taraflar beni anlamıştır ne de ben kendimi tam olarak anlayabilmişimdir. Sonuçta beyin bu ! Bir çok dış etken yüzünden çöplük haline gelir dönem dönem. Nasıl vücuda detox yaparız, beyne de yapmak lazım. Onunda arınmaya ve sesleri susturup içgüdülerini dinlemeye ihtiyacı vardır.  Önümüzdeki günlerde doğru-yanlış kavramlarıyla ilgili, ya da hayatın herhangi bir bölümüyle ilgili konuşmayı ve paylaşmayı düşünmüyorum.
Sessizlik güzeldir…  İnsanın içine dönmesi daha da güzeldir… Ve en güzel anlar zorlu sessizlik anlarından sonra içinde hissedilen huzur ve dinginlik duygusudur. Güneşe suratını verip bir anlığına sıcaklığı hissetmek kadar kısa ve mutluluk vericidir.
C.Y.


12 Mart 2013 Salı

KRONIK


Güzel müzikler dinliyorum hergün,  bir çok güzel kitap okuyorum aynı anda, güzel yemekler pişirmeye çalışıyorum kendime, güzel olan şeyler yapıyorum kendimce. Sabahları ve akşamları mutlu olma ritüellerimi yerine getiriyorum. Bu dünyada ne kadar güzel şey var böyle, Ne güzel öğretiler var şu evrende. Ne güzel özlü sözler var. Hayatın anlamını aktaran, özetleyen bir çok güzel cümle var. Bir çok kitapta bana iyi gelen yüzlerce cümle var. Hergün kafamda yanan ampullerle kumdan kalemi yapıyorum sanki. Özenle kumları kovama doldurup güzel güzel kalemi tamamlamaya çalışıyorum. Ve sonra ne mi oluyor ? Bir dalga gelip tüm kalemi sulara gömüveriyor… Ya da aniden çıkan bir rüzgar uçuruveriyor uzun zamandır üstünde çalıştığım sanat eserimi…
7 yaşımda olsaydım herhalde oturup ağlayıp zırlardım. Zamansızca gelen dalgadan veya gereksizce esen rüzgardan şikayetçi olurdum. Belki annemin yanına gidip eteğinden çekiştirip başıma gelen olayın korkunçluğunu, ağlayarak anlatıp bana yardım etmesini isterdim. Ama artık çocuk değiliz. Ve derdimizde kumdan kale yapmak falan değil artık..
Bizim derdimiz ne peki ? Bana göre en büyük derdimiz “kendimiziz” Bu model üretim bayanların en büyük derdi kendileriyle. Belki dışarıdan gözüken başka dertler olabilir. Ama o görünenlerin hepsi bana göre palavra. Sadece tiyatro ekranındaki dekor gibi işte. Gerçek derdi gizlemek için süslenmiş bir sahne de diyebiliriz. Bir kızın kendinden daha büyük ne derdi olabilir ki ? Kafasında konuşup duran o iç sesinden daha fazla ses çıkarabilecek bir topluluk var mı ki bu dünyada ? Biz bu nesil ve bundan sonraki gelecek nesiller olarak “kendiyle savaşanlar” olarak yeni bir çağ başlattık belki de.
Psikoloji, kişisel gelişim, yaşam koçluğu gibi uzmanlık dalları da bu çağın bir sonucu olarak popüler birer meslek oldular. Sayemizde yeni bir endüstri başlamış oldu. Bizler için yeni ilaçlar, yeni kitaplar ve yeni web sayfaları hizmete konmakta. Kuaför salonları gibi her yeni gün yenileri ekleniyor bu furyaya. Arz talep doğrultusunda bir hizmet sektörü var sonuçta.
Etrafımızda bir sürü güzel, başarılı, eğitimli, aklı başında ve hayattan isteyebileceği her şeye sahip bir çok bayan var. Aslında hepimiz istisnasız olarak her şeye sahibiz. Ya da henüz sahip olmadıklarımıza sahip olma gücüne sahibiz diyebilirim. Peki bu bayanlar olarak neden hala dönem dönem kronik olarak mutsuzluk çığlıkları atıyoruz. Neden güzel olan cümlelerimizin başına “aslında” veya “ama” kelimelerini illa ekleme ihtiyacı duyuyoruz. Neden yüzde 80 mutluluk durumunu az görüp yüzde yüz mutluluğu yakalayamadığımız için küçük kız çocukları gibi ağlayıp zırlıyoruz ?
Diğerlerinin nedenlerini bilemem ama benim gözlemlerime göre “Ruhun açlığı” sendromunu yaşıyoruz. “Herşey aslında tam olarak olması gerektiği gibi” durumunu kabul edemiyoruz bir türlü. Ve hep “ bir şeyler eksik” hissi yaşıyoruz içimizde. En güzel yemekteki “bir şeyler eksik” hissi çok önemli değildir. Ama mevzu bahis hayatımız olunca “bir şeyler eksik” hissi ciddi bir duruma dönüşebiliyor. Bu eksik olan şeyin tam olarak ne olduğunu henüz keşfedemedim. Olurda bir gün keşfedersem dünya ile paylaşmaktan onur duyacağım J
O güne kadar açlığımızı gidermek için kuaföre gitmeli, belki cicili bicili alışverişler yapmalı güzel şeyler yapmalı ve kendimizi şımartmaya devam etmeliyiz. Şimdilik kendim için yapabileceğim en önemli şey :  Bu model üretimlerde bu tarz üretim hatalarının normal olduğunu kabul etmek olur sanırım. Belki hiçbir zaman bir erkeğin dingin ve huzurlu gözlerle baktığı gibi dünyaya bakamayabilirim. Çünkü komplike ve gürültücü bir yaratılışımız var. (Sorun şu ki ideal birey bu son cümlenin sonuna konan nokta işareti ile olayı kapatır. Oysa biz bayanlarda bu biraz zor çünkü o nokta yerine virgül açıp NEDEN biz öyle bakamıyoruz yaww diyerek bir ses beynin sağ lobundan gereksiz yere çığrınmaya başlıyor bir kere J)
Ya da bu dünyada böyle olan bir ben varımdır.. bilemedim bak şimdi :/
C.Y.

1 Şubat 2013 Cuma

DÜĞÜN


Bu yazı yazılması gereken bir yazı. Bugün çok farklı, diğer günlerden çok daha anlamlı bir gün sanırım. Sanki yazmazsam çatlarım gibi hissediyorum. Sabahtan beri içim kıpır kıpır, bir heyecan bir coşku, garip garip başka duygularda var tabii ki, tüm duygular hep beraber dans ediyorlar sanki.
Neden mi böyle hissediyorum. Çünkü 15 yıldır yan yana yürüdüğümüz dostum bugün evleniyor. Yani şaka gibi ama bugün sen evleniyorsun. Garip ama gerçek. Lise yıllarında düşmanlıkla başlayan bir dostluktu hatırladığım kadarıyla. Ama birbirimizin suratına senden hiç hoşlanmıyorum diyebilecek kadar da nettik  ve bu dostluğun en önemli sırrı da bu netlikti sanırım. 15 yıl uzun bir süre ( ki 15 yıl olduğunu şimdi hesap ettiğimde öğrendim). Hani derler ya bazı anlarda tüm anılar film şeridi gibi gözünün önünden geçerler. İşte bana da bugün aynen öyle oluyor. Ne çok anı biriktirmişiz yeni fark ediyorum. Ne kadar çok konuşmuşuz, paylaşmışız, dertleşmişiz.. Garip bir hatıra aslında ama şimdi aklıma geldi. Bir kış akşamı ne yapacağımıza bir türlü karar veremediğimiz için arabayı “İmbat sitesi” tabelasının olduğu yol kenarındaki bir boşluğa çekip anlamsızca saatlerce orada takılmıştık. Mekan, müzik, manzara gibi detaylara çok takılmamışız anlaşılan. Birbirimize anlattıklarımız ne kadar bitmek bilmez konularmış acaba ki yıllarca anlatmışız. Dinlemişiz ve bazen de hayret etmişiz. Ve en önemlisi de gerektiğinde susmayı da becerebilmişiz. Bu günlere güle oynaya da gelmedik tabii, arada hayatın getirdikleri, farklı yollar, farklı seçimler gibi tezatları da yaşadık. Sonra baktık ki bakış açıları iki tarafında değişmiyor seçimlere saygı duyma bölümüne geçerek farklı bir aşamaya geçmişiz.
Bugün ben evleniyor olsam nasıl hissederdim bilemiyorum. Ama bunun gibi heyecanlı olacağımı hissediyorum. Bu  özel gün hakkında detaylı olarak konuşmamıştık aslında. Bizler kızsal muhabbetleri pek sevmezdik sanırım. Ben onun gelinlik modelini, saçını nasıl istediğini veya evini nasıl dekore edeceğini hiç bilmedim. O da bu konularla ilgili benim düşüncelerimi hiç bilmedi. Çünkü bunlar belki de bize göre ıvır zıvır şeylerdi. Ivır zıvır konular yerine daha anlamlı ve manevi konulardan konuşmuşuz demekki.
Aslında uzun bir zaman ona gıcık ta olmuştum. Ki bunu ona karşı da hep söylerdim. Çünkü o sınıftaki çalışkanlığıyla annemin sürekli bana örnek gösterdiği kızdı, Sınıfın arka bölümünde oluşturduğumuz muhteşem oturma düzeni sayesinde komple bir sıranın derslerden geçmesini sağlayan kızdı. Öyle gıcıktı ki önce tüm soruları bitirir sonra da gururla kenara yaslanıp kopya düzeneğinin başlamasına izin verirdi. Tanıştırdığım tüm insanların çok sevdiği bir kızdı. Hatta benden bile daha çok severlerdi. (Bugüne kadar bir kişiden bile negatif yorum almamış olmam gerçek dışı gelirdi açıkçası) Güçlüydü hep, sakin, soğukkanlı, panik ortamında sükunetiyle her şeyi halledebilecek bir insan gibi dururdu. Şimdi anladım ki ne kadar farklıymışız aslında. Ben tembel o çalışkan, o sevilen ben gıcık olunan, ben panik o sakin gibi gibi.. Bu farklılıklardan birbirimiz için gerekli bölümleri alabilmişiz belki de.
Bu belki de bir teşekkür yazısı bilmiyorum. Çünkü dostluğun ne kadar önemli ve zor olduğunun artık anlaşıldığı bir çağdayız. Çabuk tüketme alışkanlığımız ile insanlarla çabuk iletişim kurup henüz bir bağ kuramadan çabucak uzaklaşabiliyoruz. Küçük ve anlamsız gelen konular yüzünden insanlar birbirlerinden uzaklaşabiliyorlar bu devirde. Düşünsene ben sana “cevapsız mektuplar” başlığıyla belki de 100’e yakın mail attım. Bu maillere ortalama 15 cevap geldiğini var sayarsak bu devirde senin ve benim dostluğumuzun hala devam etmesi bile bir mucize. Çünkü karşılıklı yapıyoruz belki de artık birçok şeyi, aradı aramadı, geldi gelmedi derdimiz olmadı bizim. Aylarca birbirimizden haber almasakta bir taraf “hadi şunu yapalım” dediğinde diğer taraf mutlulukla “ok çıkıyorum” diyebilecek insanlardık biz. Aylardır niye arayıp sormadın triplerine gerek yoktu. Çünkü bilirdik ki arayıp sorma ritüeli bir dostluk için olmazsa olmaz değildir.
Hayatım boyunca randevularına geç geldiğini de söylemeden edemiyeceğim. Hayatta beklemek ve bekletmekten nefret eden beni bile yıllardır bekleterek  törpüledin belki de. Ki başkası olsa hayatta beklemezdim biliyorsun. J Büyük ihtimalle bu akşamda düğün salonuna geç geleceksin. Ve sanki her şey tam olması gereken zamanda olmuş edasıyla yürüyeceksin salonda. Yapman gereken ritüellerden dolayı sıkıntı duyacaksın ve belki de içinden bitse de gitsek diyeceksin J
Sana yıllardır söylediğim şu konuya gelirsek eğer.. hani derdim ya hep “Eğer olurda benden önce evlenirsen seninle görüşmeyi keserim” diye. Sende utanmadan kıkırdardın karşımda, Hah işte o konuyu tekrar düşündüm ben, ve kararımı verdim. Bir 15 yıl daha belki katlanabilirim sana, ne de olsa artık uzakta olacaksın. Ben istediğim şekilde gezip tozarken sen ev temizleyip, bulaşık yıkayıp, ütü yapıp, her gün yemek yapıp (ki bu en zoru) bir de bebeklerinin altını değiştirirken çığlıklarını susturmaya çalışırken beni hatırlarsın belki de  :P  Gözümde canlandırdığım halini görebilseydin belki de bir kez daha düşünürdün J
Bana göre evlilik hayattaki en büyük kumardır. Ve sen büyük bir cesaret örneği göstererek bu kumar masasına oturmak üzeresin. Ama ben eminim ki elin nasıl olursa olsun sen bu oyunu da kazanabilirsinJ  Sana oyunu nasıl oynaman gerektiği hakkında taktikler verebilmeyi çok isterdim. Ama sanırım bu konu hakkında taktik verebilecek en son kişi ben olurum :P
Kısaca 15 yılın ardından hala seni seviyorum, Yarım ağızla değil de tam olarak mutluluk diliyorum. Umarım hayalini kurduğun güzel bir yuvan olur ve çoluklu çocuklu yaşlanıp gidersin J Ve son bir dost tavsiyesi: sakın hayatın ve İstanbul’un ve evliliğin keşmekeşine kapılıp hayatın “anlam ve önemini” unutma…
J
C.Y.

10 Ocak 2013 Perşembe

KENDİME NOT !


Gülümse, az konuş, yorumun istenmediği sürece yorum yapma, insanları eleştirme, öğrenmen gereken derslere odaklan, sorunları içinde çözmeye çalış, ortada bir kaos olduğu zaman sabırlı ol, gerektiğinde ağla, kendine özen göster, telefonunun alarm bölümüne seni motive edecek yazılar koy, sabah kalktığında kendine 1 dk ayır ve gün için seçimde bulun, şikayet etmenin çözüme bir fayda sağlamadığının farkına var, içinde bu kadar çok duygunun konduğu canlıların kusurlu olabileceğini unutma, empati kur, sokakta gördüğün kedi ve köpekleri sev, mutfak camına gelen beyaz kedi ile arkadaş ol, arada kek yap, kendini ödüllendir, hiç yapmadığın bir şeyi denemeye çalış, sevdiğin yemekleri aşkla ye, kış günü sırf sevdiğin için buz gibi su iç, bir durum olduğunda aramaktan çekinme, istediğin bir şey için elinden gelen mücadeleyi göster, gösterdiğin mücadelenin sonunda hala olmuyorsa zamanında vazgeçmeyi bil, senin mutluluğun olmazsa başkalarını da mutlu edemeyeceğini bil, kitap oku, şömineyi dürt, hayal kur, yatağa yattığında için içini yiyen ve vicdanını rahatsız eden bir durum var mı kontrol et, eğer varsa sabah ilk iş çöz, yalan söyleme, inişlerin ve olumsuzlukların da bir amacı olduğunu unutma, derdin boyunu aşmışsa tak kulaklığını sokağa çık ve ciğerlerinin el verdiği kadar koş, yağmurda ıslan, Üşüdükten sonra sıcak yatağa girdiğinde mutlu ol, yaptığın keki tepsiye döktükten sonra mutlaka tabakta kalanları kaşıkla , örgü ör, çekirdek ye, çocukken mutlu olduğun anılarını hatırla, ne olursa olsun gülümse, hatanın insanlara özgü olduğunu unutma, her şeyin olasılık dahilinde olduğunu bil, mucizelere inan, kendine saygı duy, sabah mutlu olarak gittiğin işi yap, yatağa yattığında günü sıfırla, başkalarının ne dediklerine çok takılma, bir şeyi 3 kişi söylüyorsa dikkate al, kendine ölmeden önce yapılması gerekenler listesi yap, seyahate çık, gördüğün resimleri değiştir, insanları dinle, derdin olunca içinde tutma, içgüdülerini dinle, meditasyon yap, sağlığına dikkat et,hatalıysan özür dile,makyaj yap, her derdin geçici olduğunu bil, uçaktan atla, denizin dibine dal ve gözlerini aç, sorunların tek çözüm kaynağının kendin olduğunu bil, karar verip adım atmanın bir şeyi başarmanın yarısı olduğunu unutma, başkalarının hikayelerini dinle, güzel filmler izle, her an her şeye yeniden başlamaya gücün olduğuna inan, affet, kendini şarj et, müzik dinle, rüyalarını hatırlamaya çalış, iniş ve çıkışların olduğunu unutma, aşık ol, sevdiklerine zamanında sevdiğini belli et, dua et, dipteysen çıkışın olduğunu bil, zamanı dolan ilişkilerine veda etmeyi bil, kendine ve diğer insanlara değer ver, sosyal ol, gülümse, her gün en sevdiğin oyunu en az 25 dk oyna, olayları kurgulamak yerine muhatabına sor, biriyle derdin varsa derdini çöz, buzdolabındaki çürükleri atmayı unutma,  yıllar önce okuduğun kitabı bir daha oku, sorunlara farklı bakış açıları ile yaklaş, insanlara saygı duy ve onları anlamaya çalış, hedefler belirle, kimseyi değiştiremeyeceğini bil, karar ver, enerji akışına inan, ara sokakları keşfet, boş boş bir manzaraya bak, mutlu olmadığın insan ve ortamlardan uzak dur, canlıların ölümlü yaratıldıklarını unutma, bitişlerin başka başlangıçlar için iyi olduğunu anla, planı gözlemle, negatif insanlardan uzak dur, 1 yıl önce olduğun yerde olma, haberleri çok sık izleme, kahveyi azalt, içinden gelmeyen şeyleri mecbur kalmadıkça yapma, sigarayı bırak, doğru ve yanlışların olsun, telefon ekranındaki görüntüyü arada değiştir, adrenalini sev, gözlem yap, başkalarını dinle ama kimseye körü körüne inanma, mantıklı olmaya çalış, her acının geçtiğini hatırla, düştüğün zaman gülmekten vazgeçme, saygı çerçevesini geçmemeye çalış, mesafeleri ayarlama gücün olsun, kendine yer aç, birilerine yardım et ve karşılık bekleme, inanmaktan vazgeçme, fotoğraf çek, bilmediklerini araştır, sinirliyken tartışma, hayatın çok ta adil bir yer olmadığının farkında ol, her şeyin bir çözümü olduğunu unutma, her ay dolunaya bak, terasta daha çok vakit geçir, merakını kaybetme, insanları gözlemle, sana uymasa bile sevdiklerinin kararlarına saygı duy, mutlu eden şeyleri yap, haftada bir içki iç, bağırarak şarkı söyle, içindeki çocuğa iyi bak, sevdiklerinin gitme ihtimallerini unutma, herkesi mutlu edemeyeceğini bil, kimseyi mutsuz etme, aşık ol, derin nefes alıp ver, güneşin tadını çıkar, ruhuna dikkat et, hayatın için dua et ve her gün şükret !!
C.Y.