Güzel müzikler dinliyorum hergün, bir çok güzel kitap okuyorum aynı anda, güzel yemekler pişirmeye çalışıyorum kendime, güzel olan şeyler yapıyorum kendimce. Sabahları ve akşamları mutlu olma ritüellerimi yerine getiriyorum. Bu dünyada ne kadar güzel şey var böyle, Ne güzel öğretiler var şu evrende. Ne güzel özlü sözler var. Hayatın anlamını aktaran, özetleyen bir çok güzel cümle var. Bir çok kitapta bana iyi gelen yüzlerce cümle var. Hergün kafamda yanan ampullerle kumdan kalemi yapıyorum sanki. Özenle kumları kovama doldurup güzel güzel kalemi tamamlamaya çalışıyorum. Ve sonra ne mi oluyor ? Bir dalga gelip tüm kalemi sulara gömüveriyor… Ya da aniden çıkan bir rüzgar uçuruveriyor uzun zamandır üstünde çalıştığım sanat eserimi…
7 yaşımda olsaydım herhalde oturup ağlayıp zırlardım. Zamansızca gelen dalgadan veya gereksizce esen rüzgardan şikayetçi olurdum. Belki annemin yanına gidip eteğinden çekiştirip başıma gelen olayın korkunçluğunu, ağlayarak anlatıp bana yardım etmesini isterdim. Ama artık çocuk değiliz. Ve derdimizde kumdan kale yapmak falan değil artık..
Bizim derdimiz ne peki ? Bana göre en büyük derdimiz “kendimiziz” Bu model üretim bayanların en büyük derdi kendileriyle. Belki dışarıdan gözüken başka dertler olabilir. Ama o görünenlerin hepsi bana göre palavra. Sadece tiyatro ekranındaki dekor gibi işte. Gerçek derdi gizlemek için süslenmiş bir sahne de diyebiliriz. Bir kızın kendinden daha büyük ne derdi olabilir ki ? Kafasında konuşup duran o iç sesinden daha fazla ses çıkarabilecek bir topluluk var mı ki bu dünyada ? Biz bu nesil ve bundan sonraki gelecek nesiller olarak “kendiyle savaşanlar” olarak yeni bir çağ başlattık belki de.
Psikoloji, kişisel gelişim, yaşam koçluğu gibi uzmanlık dalları da bu çağın bir sonucu olarak popüler birer meslek oldular. Sayemizde yeni bir endüstri başlamış oldu. Bizler için yeni ilaçlar, yeni kitaplar ve yeni web sayfaları hizmete konmakta. Kuaför salonları gibi her yeni gün yenileri ekleniyor bu furyaya. Arz talep doğrultusunda bir hizmet sektörü var sonuçta.
Etrafımızda bir sürü güzel, başarılı, eğitimli, aklı başında ve hayattan isteyebileceği her şeye sahip bir çok bayan var. Aslında hepimiz istisnasız olarak her şeye sahibiz. Ya da henüz sahip olmadıklarımıza sahip olma gücüne sahibiz diyebilirim. Peki bu bayanlar olarak neden hala dönem dönem kronik olarak mutsuzluk çığlıkları atıyoruz. Neden güzel olan cümlelerimizin başına “aslında” veya “ama” kelimelerini illa ekleme ihtiyacı duyuyoruz. Neden yüzde 80 mutluluk durumunu az görüp yüzde yüz mutluluğu yakalayamadığımız için küçük kız çocukları gibi ağlayıp zırlıyoruz ?
Diğerlerinin nedenlerini bilemem ama benim gözlemlerime göre “Ruhun açlığı” sendromunu yaşıyoruz. “Herşey aslında tam olarak olması gerektiği gibi” durumunu kabul edemiyoruz bir türlü. Ve hep “ bir şeyler eksik” hissi yaşıyoruz içimizde. En güzel yemekteki “bir şeyler eksik” hissi çok önemli değildir. Ama mevzu bahis hayatımız olunca “bir şeyler eksik” hissi ciddi bir duruma dönüşebiliyor. Bu eksik olan şeyin tam olarak ne olduğunu henüz keşfedemedim. Olurda bir gün keşfedersem dünya ile paylaşmaktan onur duyacağım J
O güne kadar açlığımızı gidermek için kuaföre gitmeli, belki cicili bicili alışverişler yapmalı güzel şeyler yapmalı ve kendimizi şımartmaya devam etmeliyiz. Şimdilik kendim için yapabileceğim en önemli şey : Bu model üretimlerde bu tarz üretim hatalarının normal olduğunu kabul etmek olur sanırım. Belki hiçbir zaman bir erkeğin dingin ve huzurlu gözlerle baktığı gibi dünyaya bakamayabilirim. Çünkü komplike ve gürültücü bir yaratılışımız var. (Sorun şu ki ideal birey bu son cümlenin sonuna konan nokta işareti ile olayı kapatır. Oysa biz bayanlarda bu biraz zor çünkü o nokta yerine virgül açıp NEDEN biz öyle bakamıyoruz yaww diyerek bir ses beynin sağ lobundan gereksiz yere çığrınmaya başlıyor bir kere J)
Ya da bu dünyada böyle olan bir ben varımdır.. bilemedim bak şimdi :/
C.Y.